Cevabı tam olarak bilmiyorum. Sonuç olarak aramıza bir mesafe girmişti. Fakat kütüphanede bir tane örneğine denk gelince, aklıma o eski günler geldi. 2023’ün de hepimiz için zor, hatta zordan da öte dibe vurduğumuz bir yıl olduğunu düşününce, belki bu ekolün yeniden bana bir rehber olabileceğini, uyuşukluğumu bir reddiye haline dönüştürebileceğini düşündüm.
Jean Genet ismini daha önce duymamıştım. Fakat hakkında söylenen sözler çok olumluydu. Çok güçlü referanslara sahipti. Mesela zamanında Sartre da çok fazla övmüş kendisi. Öyleyse, onun yazdığı bir romana zaman ayırabilirdim.
Fakat kendi hayat hikayesinden esinlenerek yazdığı Hırsızın Günlüğü bana hiç haz vermedi. Yaşlılık belirtisi mi acaba bu? Artık daha tutucu, daha muhafazakar biri mi oluyorum? Yoksa belki de gerçekten de yazar ve eseri zayıftır.
Yazar eşcinsel bir hırsızın (yani kendisinin) hikayesini anlatıyor. Eşcinsel olması benim için çok önemli değildi ama kitabın neredeyse tamamını aşkları, ilişkileri, tutkuları üzerine kurması beni biraz sıktı. Kitabın üçte ikilik bölümü bu şekilde ilerliyor. “Hırsızlık” veya toplum dışında kalma durumu çok az vurgulanıyor. O ilk üçte ikilik bölümde, Endülüs’e yaptığı ve kendisiyle yalnız kaldığı gezi en elle tutulur kısımdı. İspanya’nın güneyinde, sıcağın altında ve ıssızlığın ortasında kendisine bulma çabası, o esnada oradaki şehirleri, insanları anlatması çok hoştu. Fakat bu da 25-30 sayfadan fazlası değildi.
Kitabın son bölümü ise çok daha farklıydı. Orada biraz daha eleştirel, biraz daha sertti. Daha çok durumlardan bahsediyordu. Fakat o da yer altı edebiyatında aradığımız bir durum değildi. Fazlasıyla şiirseldi, ağır felsefi bir tavrı vardı. Yine de oraları okumak, romana vereceğimiz puanı sürpriz bir şekilde yukarıya çekti.
Oysa son bölüme kadar daha çok olayları anlatan, neler hissettiğinden çok neler yaşadığına vurgu yapan bir yazar vardı. Hatta biraz bodoslama anlatması bana yıllar sonra yazılacak Yolda’yı anımsattı. Belki de Sartre’ın bu kadar övmesi, Genet’nin birçok yerde övgüyle bahsedilmesi bundandır. Evet; 2023 yılında okuyunca bizi pek tatmine etmedi. Bu ekolün çok daha iyi örneklerine denk gelmiştik. Fakat diğer yandan, yazıldığı çağa göre (1948; yani savaş sonrası tüm değerleri yeniden sorgulayan Avrupa’nın yeniden doğmaya ve yeni şeyler aradığı bir yılda) oldukça riskli, tartışmalı, yaratıcı, yenilikçi bir romandı. Kendisinden sonra gelenlere ışık vermiş olabilirdi. Bu açıdan düşününce saygı duydum.
Yine de günün sonunda ben bir okuyucuyum. Edebiyat eleştirmeni veya külliyatı tasnifleyen biri değilim. Sabah mesaim var, akşam eve dönüyorum, yoruluyorum, zamanım kısıtlı, ama kısıtlı zamanımı değerlendirecek alternatiflerimin sayısı bol. Bazen metrobüste ayakta işe giderken, bazen tuvallette, bazen sahil kenarında 10-15 dakikayı kitap okumaya ayırıyorum. İşte o esnada, birilerine öncü olmuş bir eserden ziyade, bana şimşek çaktıranı tercih etmek istiyorum. Maalesef Hırsızın Günlüğü o şimşeği çaktıramadı. “Bitse de gitsek” hissini uzun süredir herhangi bir kitapta yakalayamamıştım, buraya denk geldi.
Fakat Genet’nin hayat hikayesi halen ilgi çekici. Bu da yazarlığından bağımsız bir durum. Yetimhanelerde büyüyen, hırsızlık yapan, eşcinselliğin şimdikinden 100 kat daha tabu olduğu bir dönemde bunu ifade eden, Kara Panter’e destek veren, Filistin mücadelesinden bahseden (buradaki görüşleri Sartre ile çelişince ikilinin araları bozulmuş) öldüğünde (1986) oy kullanma hakkı olmayan, kitapları sayesinde idam cezasından kurtulan bir Fransız… Gayet ilgi çekici...
Otobiyografik öğelerle yazdığı romanı sevmedim ama biyografisi merak uyandırırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder