Çarşamba, Ağustos 2

Sırça Köşk


Öykü kitabı okumak gerçekten çok işlevsel. Şimdilerde herkesin peşinden koştuğu "Hap içerik" kavramının en kaliteli hali. Tabi yazınsal olarak. Yoksa görsel açıdan kısa filmler de var. Metrobüste bir öykü, metroda bir öykü, yemek yerken iki öykü falan derken hop; iki günde kitap bitiyor. Romanı her yerde okuyabilmek, kaldığın yerden devam etmek bu kadar kolay olmuyor. "Şimdi bölünmesin" diye diye erteliyoruz devamlı.

Kalemini çok sevdiğim ve okuduğum ilk günden itibaren geleceğe (yani bu zamana) uygun bir dille yazmasına şaşırdığım Sabahattin Ali, bir kez daha yanıltmıyor.

Daha önce Değirmen'i de okumuştum. O biraz daha gençlik dönemi hikayelerinin toplandığı kitaptı. Açıkçası o, bana daha coşkulu gelmişti. Sırça Köşk ise biraz ağır ilerledi. O nedenle eğer mecbur kalırsam tercihim Değirmen olurdu. Fakat Ali'nin Değirmen'i çok sevmediğini ve Sırça Köşk'ü öldürülmesinin hemen öncesinde yazdığı (1944-1947 arası) öykülerden olduğunu biliyoruz. Yani daha içine sinerek yazmış. Aslında buradaki öykülerin daha akılda kalıcı olduğunu kabul etmeli....

Sırça Köşk kitabının içinde 17 tane öykü var. Yazı dilinin günümüze yakınlığı bir yana; işlenen konular bile bugünün geçerliliğine uygun.

Hastanede rehin kalan gebe kadınlar, tıp dünyası tarafından dolandırılanlar, köşklerde yaşayıp halkın huzurunu bozanlar, koyunlar, çobanlar, namı yürüsün diye katil olanlar, erkek zulmü nedeniyle pavyona düşen parlak öğrenciler... Bugün bu öyküler muhalif bir gazetede yayınlansa, Facebook'ta paylaşım rekorları kırardı.

Beni en çok şaşırtan ise Çirkince hikayesi oldu. Aslında hikaye de sayılmaz. Yani pek bir kurgu öne çıkmıyor. Yazarın İzmir'in bir kasabasına dair yorumları ve kıyaslarını okuyoruz. O kasabanın ise şimdilerde insanların peşinden koştuğu Şirince olduğunu öğrenince işin boyutu değişiyor. Keşke usta yaşasaydı da, 2000 sonrası Şirince üzerine bir değerlendirme daha yazaydı. Belki şu anki hali (bir de ülke geneli düşününce) onu biraz daha tatmin eder.

Hiç yorum yok: