Kanada etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kanada etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Mart 30

1986

 


Kanada, Dünya Kupası'na son kez katıldığında ve üçte sıfır çekerek (gol de atamayarak) eve döndüğünde...

Meksika sıcağından, Katar çöllerine...


Perşembe, Kasım 25

Marianne & Leonard: Words of Love

 


Bir Leonard Cohen belgeseli değil. Hatta bir şarkının (So Long, Marianne) belgeseli de değil. Hatta ve hatta Marianne belgeseli de değil. Fakat bize Marianne Ihlen'i tanıtan bir yapım.

Bunca yıl dinlediğimiz, mırıldandığımız şarkının baş karakterini bu sayede tanımış olduk.

Leonard Cohen'in henüz Leonard Cohen olmadığı, başarısız yazar Leonard olarak tanındığı (hatta kimsenin tanımadığı) yıllarda sevgilisi olan Marianne ile ilişkisini öğreniyoruz. Ve sonrasında iki insanın hayatının nasıl şekillendiğini...

Yönetmen ve yapımcı Nick Broomfield çok iyi iş çıkarmış. Doğru yerlere direksiyonu kırmış. Öyküyü Cohen'in şarkılarından başlatmış belki ama Cohen'in üzerinde çok durmamış. Tabi ki durmuş ama baskın karakter o değil.

Zaten Broomfield daha önce Kurt Cobain & Courtney Love ilişkisine de el atmıştı. Onu izlememiştim. 1998 yapımıydı. Broomfield,  aradan geçen 20 seneye rağmen edindiği tecrübeyle hareket etmiş olabilir. Bu olgunluk ve sağlam adımlar başka şekilde açıklanamaz. Tabi bir de hikayeye canlı şahit olması da önemli bir artıdır.

Broomfield'in kendisi için de önemli bir figür Marianne. Broomfield de Marianne'e aşık olan onlarca erkekten biri. Hatta Loeonard Cohen'in ilham perisi olan ve onun yuvadan uçmasına neden olan Marianne, Nick Broomfield'i de film çekmesi için teşvik ediyor, onu cesaretlendiriyor.

Cidden ilginç ve etkileyici bir kadınmış. Şarkılara konu olmuş, insanları etkilemiş, çevresini değiştirmiş bir kadının ölümünden sonra unutulması haksızlık olurdu. Belgeselin çıkışında da Broomfield'in bu düşüncesi yatıyor.

Öte yandan. izleyici olarak Cohen'e çok fazla kızıyoruz. Oysa benim çok sevdiğim bir isimdir. Onun o 'görkemli kaybeden' imajının altında böyle bir hikaye olması ve onun sorumsuz tavrının başka bir insanda, üstelik de bir zamanlar sevdiği bir insanda yarattığı tahribatı görmek sinirlendirdi ve üzdü.

Bir de öyle bir nokta var ki... 1960'ların İdra Adası'ndaki ortama konuk olmak çok etkileyiciydi. Ütopik görülebilen bohem bir yaşantının gerçeğe dönüştüğü yıllar ve mekan. Fakat orada yer alan insanların (sadece Marianne değil) nasıl sarsıntılar yaşadığını da gördük. Bir Ege adası olarak; ister istemez filmlerin şahı Meditarrenao'yu da anımsadık. Bir de belki de İdra'nın kendisine de bir belgesel çekmek gerekir...

İzlediğimiz belgeselin fikir noktası sanırım bu iki eski sevgilinin ölüm zamanlarıydı. Birbirinden uzak geçen yılların ardından önce Marianne hayatını kaybediyor. Leonard ise dört ay sonra peşinden gidiyor. Çok kısa bir süre. 50 sene beraber yaşayan sevgililerin sıralı ölümü gibi... Bu da başka bir etkileyici nokta...

2016'daki bu kayıpların ardından işe koyuluyor ekip. 2019'da da belgesel ortaya çıkıyor.

Müthiş. Fragmanı bile heyecanlandırıyor...Son zamanlarda izlediğim en iyi işlerden...

FRAGMAN

Cuma, Mayıs 11

Room


Bu kadar etkileyici bir filmi karşımda bulacağımı düşünmemiştim. Afişiyle, fragmanıyla, hatta son yıllarda sinemaseverlerin muhabbetlerinde çok az yer bulmasıyla beni hiç heyecanlandıramamıştı. Bir de IMDB'nin top 250 listesine girince iyice elimi ayağımı çekmiştim.

Fena yanılmışım. Tabi ki dünya tarihinin en iyi 250 filminden biri değil ama insanı etkiliyor. Hikaye kısaca şöyle; bir adamın saldırısına uğrayan kadın bir evin odasına hapsedilir ve tecavüze uğrar. Oğluyla berabere beş sene boyunca orada yaşar. Sonra kaçarlar ve kadın gerçek dünyaya geri döner. Çocuk ise gerçek dünyayla ilk defa tanışır.

Filmi ikiye bölmek mümkün. İlk bölüm o dört duvarın arasında geçiyor. İkinci bölümde ise yeni dünyaya adapte olması çabası.  İlk bölüm muazzamdı. İzleyeni kötü, gergin ve rahatsız hissettiriyor. Oyuncular harika iş çıkarıyor. Esasında ikinci bölüm de oldukça derin çıkarımlar yapmaya müsaitti. Fakat nedense o kısmı nispeten başarısız buldum. Beklediğimden sönük kaldım. Mesela Willam H. Macy'i görünce heveslendim ama o da bir girdi bir çıktı. Oğlana odaklanılsaydı çok daha ilginç bir şey çıkabilirdi ama biz daha çok annenin hezeyanlarını izledik. Yine de her film veya roman sonuyla notunu alır. Burada da son kısmı ile seyirciyi duygu yoğunluğuna itebilmiş. Yani son tahlilde; puanı iyi...

Gerçek hikayeymiş. Bunu öğrenmek çok kötü yapıyor insanı. Fakat kurgu olarak kalsaydı belki "Aman canım abartmışlar" der geçerdik. Hiç ısınamadığım Brie Larson, kariyerinin en iyi işlerinden birini çıkarmış. Hatta yılın sonunda Oscar da aldı. Fakat yine de filmin en iyisi olmayı başaramamış. Böyle çalışmalarda küçük çocuklar biraz iyi rol yaparsa yıldızlaşırlar. Jacob Tremblay rolün hakkını veriyor. Bu arada görsellik işinde oldukça başarılıydılar. Sanırım teknik açıdan başarılı bir film izledik.

Yalan yok salondan çıkarken ağlamamak için zor tuttum kendimi. Bu kadar etkileneceğimi tahmin etmemiştim. Bu kadar melankoliyi Çağan Irmak verseydi çok küfrederdim ama Room'a bir ayımcılık yapabilirim. Ne de olsa Jack'in her "Ma" deyişi beni benden aldı.

Haliyle, herkesin Anneler Günü kutlu olsun...

Çarşamba, Ekim 25

Elephant Song


Elephant Song konusuyla ve ilginç işlere imza atan sinemacı Xavier Dolan faktörüyle dikkatimi çekmişti. Farklı ve enteresan bir film izleyeceğimi düşündüm. Esasında bunları da buldum ama biraz da sıkıldım. Tek mekanda geçen bir film için zor tabi. Sanırım bir roman uyarlaması. Filmin durgunluğuna rağmen kitap merakımı hâlâ koruyor. İyi bir fikir, başarısız olmuş gibi. Sanırım Dolan'ın kendi yönetmediği bir filmde başrolde oynaması filmin özeti. İlgi çekici ama eksik...

Pazar, Mart 13

Felix et Meira



Az sayıda izlediğim Kanada filmlerinin hepsini sevmiştim ama buna ısınamadım. Katı din kuralları içinde yaşayan bir kadının hikayesini anlatıyor. Bir de Felix var tabi ama en önemli karakter -bence Meira-.. Meira'nın yaşadığı buhranı, darlanmayı, kapanmayı hissettirmek için kullanılan teknikler var. Senaryo da buna uygun olarak yavaş ilerliyor. Hızı seven biri değilim ama bazen, bu filmlerde izleyici olarak benim biraz rahatsız olmam bekleniyor ama benim tam tersine uykum geliyor. Genel olarak tavsiye etmeyeceğim, çok zorda kalmadıkça (yani "illa film izlemem lazım ve elimde bu var" demedikçe) izlemenize gerek yok sanki. Büyük bir sorumluluk bu da... IMDB puanı 6.6'ymış gerçi, sorumluluğu onlara da atabilirim.

Neyse ki Hadas Yaron güzel... Aslında çok güzel de değil ama izlettiriyor. Henüz 1990'lıymış; gerçi o da 26 eder. 

Salı, Şubat 2

Incendies



Bu filmi izlemek isteyenlerin karşılaşacakları acılara hazır olması gerekiyor. Zor film. Güç film. Daha da kötüsü gerçek bir film. İnsanı insanlığından utandıracak bir film. Savaş görmemiş bir yerden bakınca iyice zor ve korkutucu geliyor. Sanki bu ve buna benzer acılar, herkesin başına gelecekmiş gibi. Ve üstelik bu sıralı bir şeyse,  her topluma uğrayacaksa, Ortadaoğu'nun çıkışında yer alanlar olarak, biz daha sıramızı da savmadık.

Böyle bir gerçekliği gözler önüne serme cesaretini göstermiş bir film hakkında da insan olumsuz görüş bildiremiyor. Oysa eksik yönleri çok fazla. Oscar'a aday olmasını (2011) da bu açıdan biraz yadırgadım. Gerçi eksiklik biraz da bizden kaynaklı. Lübnan iç savaşına dair bilgilerimiz yüzeysel. O nedenle filmin tarihsel olaylara üstü kapalı girmesi, teğet geçmesi, beni tatmin edemedi. O dönemler anlatılırken kafamız biraz karışıyor. Gerçi, belki üstüne daha vurucu bassaydı bu da rahatsız edebilirdi. Onun dışında; başroldeki Lubna Azabal dışında kalan oyuncular biraz yetersiz kalmış. Bunlar filmde ve hikayeye zarar veriyor mu? Çok fazla değil. Ama Oscar adaylığı için sanki biraz duygusal davranılmış gibi geliyor. Gerçi bu da ayrı bir çelişki, çünkü siyasal tavır sözkonusu oldu mu 'Batı' tarafına daha imtiyazlı davranırlar. Bu sefer, eğer iteleme olduysa, oldukça şaşırtıcı bir tavır olur.

Sonuç olarak; zor film. Bu acılar; az veya çok, bir gün bize de uğrayacak. Kaçarı zor. Dünyanın içinde yangın var, bu alev bizi de saracak.

Pazar, Aralık 11

Les Amours Imaginaires


Youtube'da Moloko'dan Sing it Back dinlerken sağ tarafta çıkan şarkı. Sonra o şarkının bir filmde olduğunu öğrenmek. 5 dakika içinde o filme bağ kuruyoruz. Sırf bu tesadüfler nedeniyle filmi izledim. Pek sevmedim, önemli değil. Sonra yönetmeni araştırdım (Xavier Dolan), 1989 doğumluymuş, bu ikinci filmiymiş, ilk filmi daha güzelmiş. Bir daha ki sefere onu izleriz. Ama şarkı çok iyi..

Bu arada izlediğim çoğu Kanada filminde konu (konu olmasa da karakterler9 eşçincellik oluyor, neden? Kanada filmlerinin şahı ve güzel şarkı da şudur