Çarşamba, Ekim 8

Ladri di biciclette



Billy Elliot'tan kısa bir süre sonra bu filmi izlemem ilginç bir tesadüf oldu.

Bu dünyada anlatılacak ve değişmeyen o kadar çok mesele, konu, hikaye, duygu var ki... 65 sene önceki film bile gelip içinize oturuyor. Yeni gerçekçilik denen akımın kıvılcımı olduğu için şükran duyuyorum. Bu film çekilmeseydi sinema nereye doğru evrilirdi acaba? (Gerçi şimdi nerede ki). Belki bu sokağa, hayata yönelme daha geç olurdu ama yine olurdu. 

Ken Loach, Woddy Allen ve birçok yönetmen bu filmden etkilenmiş. Selam olsun hepsine de tam bir Yılmaz Güney filmi çıktı karşımıza. Umut'u andırmaması mümkün değil. Yıllar önce televizyonda izlediğim Umut'u yeniden, bir daha izlemek lazım.

Aslında filmin kabaca konusu çok da değişik değildir. Belki de bunun gibi 1000 tane hikaye duymuşsunuzdur. Sokakta, hayatta defalarca olan hikayeler. Fakat bütün meziyet bu hikayeyi anlatan kişide. Hissiyatı aktarabilme yeteneği.. Bu filmde o var. Hem yönetmende, hem senaryoda, hem oyuncularda. Oyuncular, baba (Lamberto Maggiorani) ve çocuk (Enzo Staiola), müthiş iş çıkarıyorlar. Neden basit. İkisi de amatör oyuncu. Hatta amatör bile değil. İlk oyunculukları. Dışarıdaki hayatta; Maggiorani bir işçi, Staiola ise gazete satıyor. İkisinin  sürüklediği bu film, Oscar kazanıyor. 

Sanırım psikolojide, sosyolojide, siyaset biliminde tartışılan bazı konulara ışık tutabilecek çapta. Üstelik hala. 65 sene sonra bile. Bugün, "toplum ve fakirlik" diye bir basit sempozyum bile düzenlesen bu filmden beslenirsin. "Babalar ve Oğullar" diye bir belgesel hazırlasan buradan iki-üç sahne koyarsın (Mesela tokat sahnesi). 

Filmin sonundaki stadyumun dağılma sahnesi gerçekmiş. Yani gerçekten o esnada stadyum dağılıyormuş. İtalyan futbolseverler Roma - Modena maçından çıkıyormuş. Bu da bir dip not olsun.

Hiç yorum yok: