Fotoğraf: İzel / Düşer O klibinden...
Hayatımızın özeti haline gelmeye başladı bu felsefe. Doğru zamanda doğru yerdeyiz ama bunun meyvesini bir türlü yiyemiyoruz. "Tarih ikincileri yazmaz veya iyi oynayıp yenilenleri kimse hatırlamaz" muhabbeti işte.
Euro 2016'da umudumuzun olduğu günler...Tek derdimiz "Serdar Ortaç'ın Milli Takım şarkısı mı daha kötü? Yoksa Rafet El Roman'ın mı?" tartışması. Ve sonuçta "Tarkan gibisi var mı ya, yine onu kullanalım" deyip bir oluyoruz yolunda. "Gruba karşı son bahçelerde" misali kutuplaşmadan önce Taksim Meydanı'nda son bir araya gelişlerinde bunda etkisi vardır, kim bilir?
Zincirlikuyu'da Metrobüs'ten inip Barbaros'tan aşağıya salınmak artık CV'me yazacağım bir hobi haline geldi son zamanlarda. Bu kutlu yürüyüşlerin başlangıcında startı büyük başkan Dursun Özbek'in otelinden veriyorum. Sağ tarafta tüm heybetiyle duruyor. Belki 'roof'unda yanan o tek ışıkta, 'Galatasaray'ın sağ beki belirleniyor'un verdiği heyecan da cabası.
Tam o günlerde otelin tam önünde yer alan reklam panosuna Fatih Terim'li Turkcell reklamını astılar. "Ulan tam bloglug bu, al capsini, altına Dursun Özbek-Terim" temalı bir yazı. "Neyse bir ara çekeriz" diye diye kaçırdık fırsatı. Kötü sonuçlardan sonra küfür yememek için kaldırdılar herhalde, şimdi yerinde ne idüğü belirsiz bir tipin başrolde olduğu erkek giyim reklamını astılar. Capsi al, Ahmet Çakar'a yolla, yorumlasın Ör:
O fotoğrafı alabilseydim. Giresunlular'ın turizm sektöründeki çokluğundan girip bir yerlere bağlanacaktım. İlham da kaçtı, bağlantılar da. Fonda da "Giresun'un içinde" türküsü olacaktı. Hem de son dönemde elleri ve gözlerini deydirmeye başladıkları Selda Bağcan'dan... Oradan da semtimizin geçidine bağlanacaktım. Feride Geçidi'ne.
Semt demişken. Sizde de var mıdır bilmem. Semte yeni bir dükkan açılır, ihtiyacın olmasa bile destek amaçlı/tanıma amaçlı alışveriş yaparsın. Fikir verirsin. "Ya bunların şeftalilileri var, onlardan getirsen baya alan olur aslında" gibi akıllar vermek. Bu bilinçaltımızda kalmış herhalde. Kablonet'i arada bir güncellerim, yeni gelen kanalları 1-2 gün tutarım, Rize Kaçkar 53 Tv'de "Rizespor, Kasımpaşa deplasmanından puan ya da puanlarla dönecek" haberini yerinden izleme keyfine varırım.
Yine böyle bir müzik kanalına rastladım, attım fav'a. Bazen 90'lardan nostaji yaptırıyor, bazen adını sanını bilmediğim hepsi birbirine benzeyen yeni dönemlerden çalıyor (Ceylan Ertem-Aylin Aslım-Melis Danişmend). Birden karşıma bir kare geldi. Ben bu kareyi bir yerden hatırlıyordum. Nerede görsem tanırdım. Bu bizim "Feride Geçidi" idi.
Sonra başladım ismi nereden geliyor diye araştırmaya. Hep bildiğimiz şey, "Buradan biri karşıdan karşıya geçerken, tren çarpıyor. Feride diye bir kızcağız! Sonra da ailesi bu geçidi yaptırıyor yürekler yanmasın diye" idi. Farklı versiyonları da duymuştuk ama anafikir hep aynı idi.
Oysa bakınca farklı bir hikaye varmış. 70'lerde o dönemin çok çok üzerinde eserler üreten bir sanatçı, "Feride Cıva" buradan karşıdan karşıya geçerken tren kazasında hayatını kaybediyor. O dönem için farklı bir müziği varmış dendiğine göre. Uzay Heparı gibi, Didem Madak gibi, Tezer Özlü gibi erken göçenlerden.
Uğur Yücel-Mahsun Kırmızıgül filmleri gibi oldu farkındayım, bir sürü sosyal yaraya parmak basıp, bir yere bağlayamamanın sıkıntısı. Ne bileyim böyleyiz biz, hiç değişmeye de niyetimiz yok. Hâlâ "Yurtdışına gidiyorum" diyen arkadaşlara "X'in forması/anahtarlığı/magneti" istiyoruz ne yapalım? Beğendiğimiz yabancı dizi/filmi/belgeseli "Bunu Türkiye'ye uyarlasak aslında güzel olur" deyip Mustafa Denizli gibi kafada oynuyoruz.
Yazan: Refet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder