Pazar, Temmuz 10

Spotlight



Spotlight'ı Oscar öncesinde izlemiştim. Demek ki burayı ne kadar çok ihmal etmişim. Aradan ne kadar süre geçti, ama izlediğim film hakkında yazı yazmamışım. Neyse; asıl konuya gelirsek; o günlerde izlediğimde şundan emindim: Bu film Oscar alamazdı!

Diğer adayları izlememiştim ama bundan emindim. Fena patladım. Ama hala düşüncemin arkasındayım. Kötü film olduğunu söylemem. Tekrar tekrar izlenecek bir film hatta. Ama insan 'En iyi film Oscar'ını alan film' etiketini daha ilginç eserlere yapıştırıyor.

Zaten gerçek hikayelerin de en iyi senaryo ve en iyi film ödülü alması beni rahatsız ediyor. Ama yapacak bir şey yok. Uzun yıllardır olduğu gibi, sinema sektörü sıkıntıda.

Aslında, filmin gerçek hikaye olduğunu düşününce, bir film değil belki de modern bir belgeselden bile bahsedebilirdik. Kavram karmaşası yaşamadan geçelim.

Filmi değerlendirirken aldığı ödülleri düşününce, olumsuz yargılar öne çıkacak. Oysa fena film değil. Hatta ucundan biraz sektöre girmiş biri olarak oldukça ilgi çekici. Hatta belki de filmin bittiği andan hiç rahatsız olmadım. Günümüz sinema seyircisine göre en aksiyon olması gereken yerde bitmişti. Ama belki de en olması gereken yerdi! Sadece sonu değil; içinde de süslü anlatımla, coşkulu söylemler yoktu. Bu açıdan da aslında Oscar alması bir anlamda umut veriyor. Fakat ABD'nin kendi konularına biraz iltimas geçtiğini bildiğimizden yerel bir düşünceyle ödül aldığını bir köşeye yazabiliriz.

Filmin yıldızı bana göre Mark Ruffalo. Fakat iki senede iki ödüllü yapımda filmde yer alan Michael Keaton'un dönüşü muazzam oldu.

Anlatılan konuya dönersek de ilginç bir tartışma ortamı bizi bekliyor ki bu açıdan filme olan saygımız biraz daha artıyor. Tam da o günlerde Ensar skandalı burada patlamıştı. Ve çok sık "Bizde niye Spotlight çıkmıyor" tarzı yorumlar duymuştuk. Oysa buradaki olayda da ilk kıvılcım bir gazete haberi ile patlamştı. Ülkenin ve devletin üstünü örtme hevesi de aslında filmde gördüğümüz ABD'den daha farklı değildi. Sadece orada daha profesyonel yürüyor. O neden film çok uzun bir süreci kapsıyor. Hatta son anda yaşanan 11 Eylül saldırıları, haberin ortaya çıkmasını aylarca erteliyor. 

Burada ise iktidarı elinde tutan kitlenin vasatlığı, ellerini yüzlerine bulaştırmalarına neden oluyor. İyi de oluyor demek isterdik ama vasatlığın beslendiği kaynakların gücü; bütün vasatlığa rağmen olayın kapanmasını sağlayabiliyor.

Türkiye'nin hukuk ve sosyal adalet konularında Batı'dan çok daha geride olduğunu kabul ediyoruz. Ama buna bir sene biçmek zor. Bunun hesaplama yöntemi yok. Fakat; ABD'de 2003'te yaşanan bir olayı görüyoruz. Yani "ahlaksızlık" olarak çok da geride değiliz. Fakat üzerine gitme, yani etkili ve yetkili kurumların devreye girme zorunda kalması konusunda 13 sene başlangıç noktası oluyor! Bu konuya ayrıca girmek lazım. Filmde bağımsız olarak. Ama filmin kafa açması, bir artı puan daha ekletiyor.


Hiç yorum yok: