Pazar, Mart 25

Motorları Ahmet'lere Süreceğiz



Yazar: Refet

İstanbul'un Anadolu yakasında oturanların arasında oluşan iletişim daha bir farklıdır. Ne bileyim, gece bir yerden dönüşler hep problemdir ve hep birlikte dönülmek zorunda kalınır. Örneğin gecenin 2:45'inde kalkması beklenen Taksim-Bostancı sarı dolmuşlarının dolunca kalkması için bir kişiye ihtiyaç duyulur ve gelmeyen/gelemeyen o 1 kişinin parası, dolmuşta bulunan diğer kişilere pay edilerek dolmuşun hemen kalkması sağlanır. Bu demokrasi, bu anlayış, bu dayanışmadır işte Anadolu Yakası...

Anadolu Yakası biraz, okul hayatında Beşiktaşlı olmaya benzer. Genelde okuduğum sınıflarda Beşiktaşlı az arkadaşım olmuştu. İş yaşamında Anadolu yakasında oturanlar daha azınlıktadır. Ya da tesadüf; bana öyle denk geldi. 

Onun Anadolu yakasında oturduğunu anlamıştım. Alnında yazmıyordu ama anlamıştım işte. Soğuk kış sabahları bazı araçlar üzerine kar yağmış bir halde girerler köprü trafiğine ve bu hemen "yüksek yerlere yağmış gece belli, Ümraniye'ye falan" diye yorumlanır amatör atanamamış meteorologlar tarafından. O misal.

Burada anlatılan hikaye gibi başlasın niyetiyle yol muhabbetinden girelim dedik. Sonuçta Kadıköy İskelesi deyince ikimizin de aklında "semt" gelecekti. Bunu çıkarmıştık. 

Ümraniye'de oturuyormuş. "Aaa sen de mi karşıda oturuyordun?" diye sevindi. O 3 tane yan yana gelmiş "aaa" çakılı bir target striker'ın arkasında gole ve asiste susamış, 7 maçlık cezadan çıkmış, Dünya Kupası'nda milli takıma girmek için ekstra hırsla maça asılan, üç tane 10 numaranın baş harfleri gibi iyi hissettiriyordu.

"Nasıl geliyorsun işe?" diye sordu. Sanki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım ve Daire Başkanı'na yurtdışından bir heyet ziyaret için gelmiş de beni görevlendirmişler. Katarlı heyete Marmaray Ayrılıkçeşme İstasyonu'nda tanıtım yapıyorum. "Buradan da direk aktarma yapıp Sabiha Gökçen Havalimanı'na kadar gidebileceksiniz 2021'de inşallah" gibi iştahla anlatıyorum da. Heyet de "Maşallah, maşallah" diyordu. Sonra da Naitilus'ta kahve içiyorduk. Kimle mi? Heyetle.. Siz hayalleri karıştırdınız, durun ya anlatacağım...

Gerçeğe dönelim. "Ben motorla geçiyorum Üsküdar'dan, güzel oluyor deniz havası" diyerek Doğu Alman bozkırlarından gelen sokakların denize çıkmasına bir gönderme yaptım.

"Zor olmuyor mu?" dedi ve "Tehlikeli biraz sanki" diye de ekledi.

Lodos'tan veya sisten bahsediyor herhalde diye düşündüm veya Boğaz'ın buz tuttuğu yıllar paylaşımlarından da etkilenmiş olabilirdi. Alman altyapısı yine farkını gösteriyordu. Coğrafya bilgisi ve iş güvenliği birleşiyordu. Oysa kar, boran, yağmur, çamur, sis, Panama bandıralı kuru yük gemisi geçişi gibi olaylarda hiç iptal olmamıştı motorlar. Bizi hiç yarı yolda bırakmamıştı. Beni benden fazla düşünen biriydi bu belli. Başıma geleceklerden korkuyor, üşümememi istiyordu belki. İlk derbi maçında 40 yıllık X'li gibi oynayan yeni transfer gibi, Almanya'nın ulaşım sorunlarından konuşmaya başlamıştık bile.

Neyse uğraş bitti, gün savuştu, çıkış zamanı geldi. Ümraniye ile Beşiktaş Nevzat Demir Tesisleri dışında herhangi bir ortak noktası olmayan ben hikayeler uydurmaya başlamıştım dönüş yolculuğuna eşlik için. Onun için bir dönüş, bizim için bir başlangıç yolculuğu olacaktı. Ümraniye'de halam olsundu mesela. Olmazdı, filmdeki replikten hemen ayıktık durumu.

Spontane sevdiğimizden hiç plan yapmadım. Kendiliğinden gelişecekti. Belki Kadıköy'e gelir, oradan geçerdi Ümraniye'ye. Kendimi derbi öncesi takım otobüsüne eşlik eden taraftarlar gibi hissediyordum. Kimi için kutsal bir görev yapıyordum, kimi de televizyon başından sallıyordu: Ya bu insanların hiç mi işi gücü yok, soğukta Florya'ya gitmişler!

İşte takım otobüsü görünmüştü ve konuya direk girdim. "Karşıya mı? Beraber geçeriz!" 

"Aaa yok ben motordan korkarım. Hem fazla kaskın var mı ki?" 

O an o 3 tane aaa, takımda problem çıkaran Brezilyalılara dönüşüyordu. Gerçek yaşları da gerçek mevkileri de belli değildi. Kız motoru Harley Davidson sanmıştı. Diyemedim tabi. "Haklısın, kask yok. Başka sefere artık" diyerek eğdik başımızı usul usul yürüdük iskeleye doğru. Ne yapacaktık tabi ki semtin yolunu tutacaktık. Hamit Altıntop ya da Olcay pot kırmıştı, çeviri hatasından rezillik çıkmıştı sanki. Endüstriyel futbolun sorunlarıydı bunlar ve biz hiç de alışık değildik.

Tatillerde Almanya'dan gelen bir komşumuz, Türkiye'de radyo mantığını hiç anlamadığını söylemişti. Yıl 2000 falandı bunu dediğinde. Rafet El Roman istemiştik Alem FM'den.

"Bizde böyle kanallar var, 24 saat sevdiğin sanatçının şarkılarını çalıyor. Onunla ilgili haberler, anektodlar oluyor falan" diyerek Vizontele anlatır gibi anlatmıştı uzun uzun. 

Bize de gelmişti artık, dünyayı evimize getirmişti işte. Radyo uygulaması ile birlikte sanatçı kanalları bizde de peydah oldu. Efsane Sezen , Radyo Ahmet Kaya gibi sanatçı radyoları veya gönül, efkar, babalar gibi konsept şarkılar, reklamsız radyolar... Youtube'dan en güzel yanı internet kotasından az  yemesi, arka planda çalışabilmesi, ücretsizliği falan filan...

Neyse; Radyo Ahmet Kaya dinlerken birden Suavi - Olmasaydı Sonumuz Böyle (Canlı Kayıt) çıktı. Bir konserden alınmış bir kayıttı. Kötü bir kayıttı, seyirci kendi hesap makinasıyla yaptığı için etraftaki sesler de şarkıya karışıyordu. Kulaklıktan dinlediğim için her türlü detaya hakimdim. Suavi bir festivalde sahne alıyordu ve şarkıya girmeden ufak bir girizgah yapıp, Yusuf ve Ahmet'e selam yolluyordu. Şarkı başlıyor, bir dakika sonra konuşmalarda kayda yansıyordu. Bir kız "yaaa Ahmet Kaya geliyormuş doğru mu?" diyordu. 

Kayıt eski olsa, ölüm tarihlerini düşününce bu imkansızdı. Nasıl oluyordu bu iş peki?

Kayda ulaştım. Bahadın Şenlikleri'nde kaydedilmiş bir kayıttı bu. Bahadın'ı ilk kez duymuştum. Yozgat'ta olduğunu ve seçim sonuçlarında nüfusunun neredeyse tamamının sol partilere oy verdiğini görünce daha da şaşırdım. Başta Almanya'ya olmak üzere Avrupa'ya çok göç vermişler zamanında. İşte videoda o şenliklerden birinde çekilmiş. Belki beni Harley Davidsoncu sanan kızın ablasıydı diye düşündüm.

Suavi için Nil Karaibrahimgil'in babası diye bir şehir efsanesi vardı. Hatta bir Babalar Günü'nde "O sakallı benim babam değil" diyerek üstadı kızdırmıştı.

Olmasaydı sonumuz böyle... "Blogda yazılır bu" diyeceğimiz basit bir hikayemiz daha çıktı sonu illa futbola ve Bodrum'a çıkan...

Bodrum-Yakaköy'da yaşayan Mehmet Suavi Saygan ile yapılan bir röportajdan...

Futbolla aranız nasıl? 

Bir dönem Kırıkkale'de oynadım. Benim babam da iyi bir topçuydu. Beşiktaş'ta oynadı. Ben de fanatik bir Beşiktaşlıyım. Çarşı'danım, üstelik her şeye karşıyım! 

Tükenme adlı şarkınızdan 'Gücüne güç katmaya geldik' gibi kült bir Beşiktaş tezahuratı yapıldı. Hatta stadyumda çalınan şarkı oldu... 

Şarkıyı ben seslendirmek istedim. Yetkililer bunu kabul etmediler. Benim derdim para olsa dava açardım. Ben art niyet olduğunu düşünmüyorum, çünkü takımın başında bin bir türlü dert var.  



Hiç yorum yok: