Perşembe, Eylül 27

İşe Yarar Bir Şey


Aylar önce izlediğim filmi bloga taşımak için doğru, güzel ve yeterli cümleler bulamam...

Emek veren herkes çok başarılı iş çıkarmış. Sayalım. Barış Bıçakçı senaryoyu yazmış, güzeldi. Pelin Esmer'in yönetmenliğine laf yok ama onu taçlandıran da görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki (Ahlat Ağacı, Sarmaşık, Bir Zamanlar Anadolu'da) olmuş. Başak Köklükaya beğendiğim bir oyuncu değildi ama filmin hakkını vermiş. 30 yıldır ekranlarda izlediğim kadını (Bizimkiler'den beri) bundan sonra hep buradaki haliyle hatırlayacağım galiba. Yiğit Özşener sadece kafasıyla bile altından kalkmış. Herhalde en zayıf halka Öykü Karayel. Tesadüfen araya girmiş gibi, hiç bir şey katamadan da çıkıp gitmiş.

Filmi oluşturan herkese bir seyirci olarak teşekkür ediyoruz. Bu işin kolay kısmı. Peki filmi nasıl anlatacağız? Hatta bir başka soru; bize filmin sonunda kötü duyguları hediye edenlere, içimizi karamsar hislerle boğanlara neden teşekkür ediyoruz? Sinemanın çelişkisi herhalde. Son yıllarda sinemadan çıktıktan sonra kendimi bu kadar kötü hissettiğim başka bir film hatırlamıyorum. Bu kadar vurulduğum, dayak yediğim, yıkıldığım... 

Sadece sonu yüzünden değil. Son dönemeçte yaşananlar, izlenenler işin kremasıydı. Oraya gelene kadar çok şey var. Oraya gelene kadar çok şey anlatıldı. Oraya gelene kadar çok uzun yoldan geçildi. Zaten film bir yolculukla başlıyor ve devam ediyor. Mekan ve zaman kullanımının bu kadar nokta atış olduğu Türk filmi çok azdır.

Mavi Tren ile kapıldık her duyguya, sonra da akıp gitti. Filmin bir yarısında Mavi Tren akar gider, mekanlar değişir, şehirler değişir, istasyonlarda durulur, başka başka karakterler gelir. Sonra diğer yarısında İzmir'de aynı manzaralı bir evin salonunda hareketsiz kalınır. Hangisi peki? 25 yıl geçer, seneler akar, insanlar değişir, kaygılar gelişir; sonra aynı insanlar aynı masada toplanır ve aynı sığlıkları hiç değişmeden karşına çıkar. Her şey ne için öyleyse? 

Birçok yerde 'Şiir gibi film' ifadesi kullanılmış. Köklükaya'nın karakteri Leyla'nın şair bir avukat olmasının ve diyaloglarda ara sıra bazı şiir ve şairlerin geçmesi buna neden olmuş herhalde. Benim şiirle aram yoktur. Bir filmin şiire benzemesini de kafamda kuramıyorum. Benim cehaletim olsun. Benim benzetmem ise "Bıçak gibi film" olurdu. Senaristin soyadıyla hiç alakası yok! Film öyle... Kesiyor, acıtıyor, parçalıyor.

Neden sinemaya gidiyoruz, neden film izliyoruz? İnsanı, insanın duygularını, içini, kendisini anlatıyor diye herhalde. Öyle filmler güzel oluyor gerçekten ama en çok da onlar parçalıyor. Kendimizi kötü hissediyoruz ama onları seviyoruz. Oysa sinema, diğer birçok hobi gibi kendimizi iyi hissetmek veya hayata tutunmak için bir yol değil mi? Değil galiba.... İşin bir de birikim kısmı var. Güçlenme belki de. Yaşamadan tecrübelenme ve öğrenme. İki saat içinde. O birikimi bedavaya veya eğlenerek almak işin en kolayı. Bir de ne kadar sağlam olabilir ki? Bazen böylesi gerekiyor herhalde, kafadan bir daha çıkmasın, uçmasın diye...

Anlatması zor film. Film bittikten sonra, sinemadan çıkınca hissettiklerimi de kolay kolay unutmam bundan sonra. Zaten o hisler çoğu zaman peşimden gelip, kendini hatırlatır. Bir yenisine daha gerek yoktu ama bu filme de gerek vardı. En azından Mavi Tren'e, veya herhangi bir trene binme isteği uyandırdı.

Güzel film. Sağlam film. Kaliteli iş... Gene olsa gene izlerim. Ama bu yazıyı yazarken bile uykumu kaçırmayı başardı. Canı sağolsun... 

Hiç yorum yok: