Geçtiğimiz günlerde bir röportaj ülkede gündem oldu. Gazete Duvar'a konuşan Prof. Dr. Nükhet Sirman'ın Türk aile yapısına ve devletin bu konudaki geleneğine yönelik yorumları, günümüzün muhalifleri tarafından eleştirildi. Zira onlara göre, Cumhuriyet'ten hemen sonra ülkede sadece fakirlik vardı ve onunda dışında her şey güllük gülistanlıktı.
2019 ile bağdaşmayan bazı kararların, uygulamaların ve anlayışların sosyal hayatın içinde olduğunu kabul edemiyorlar. Oysa bu çok hayalci bir bakış açısı. Yaşamadığımız ama etkisini hissettiğimiz tarihten bu kadar kopuk olmamız normal sayılabilir ama bunları dile getireni de kötülemek de üzerimize yapıştırdığımız 'aydınlık' etiketlerinde uygun düşmüyor.
2019 ile bağdaşmayan bazı kararların, uygulamaların ve anlayışların sosyal hayatın içinde olduğunu kabul edemiyorlar. Oysa bu çok hayalci bir bakış açısı. Yaşamadığımız ama etkisini hissettiğimiz tarihten bu kadar kopuk olmamız normal sayılabilir ama bunları dile getireni de kötülemek de üzerimize yapıştırdığımız 'aydınlık' etiketlerinde uygun düşmüyor.
Röportaj ana konumuz değil. Orada söylenenlere girmeyeceğiz. Genel bir tasvirle, Sirman'ı eleştiren kitlenin; okumaya, edebiyata, modern yaşama meraklı olduğunu söyleyebiliriz. Sık sık sosyal medyada kitap paylaşımlarında bulunan bu kitlenin favorileri arasında Sabahattin Ali de var. Bunu; son dönemde çok satan 'edebiyat' dergilerinin içeriğinden de anlayabiliyoruz. Fakat o çok sevdiğimiz yazarların bir hayatları, girmiş oldukları bazı mücadeleler var. Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'u da devletle mücadele etmek zorunda kalan kitaplardan.
Kitabı okuyanlar bilir. Ali, taşra yaşantısını baştan aşağı eleştirir, aile de bundan nasibini alır. Hatta kitabın hemen başında negatif bir evlilik tasviri de vardır. İşte en başta bu tasvir nedeniyle ve birçok gerekçeyle daha, Kuyucaklı Yusuf, 1937 yılında "Halkı aile hayatından ve askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle" toplatılır. Bazı kitapçılar, kitabı sattığı için suçlanır. Tabii Ali de mahkemelik olur. Askerlerin kurduğu yeni bir devlette, zor savaş yıllarının hatıraları bu kadar tazeyken ve halkın askerlikle bağları bu kadar güçlüyken 'askerlikten soğutma' kısmını anlayabiliriz. Zaten şimdilerde bile varolan bir durumdan bahsediyoruz. Peki ya aile hayatı? "Özgür cumhuriyet dönemine" uygun kaçıyor mu?
Kitabı okuyanlar bilir. Ali, taşra yaşantısını baştan aşağı eleştirir, aile de bundan nasibini alır. Hatta kitabın hemen başında negatif bir evlilik tasviri de vardır. İşte en başta bu tasvir nedeniyle ve birçok gerekçeyle daha, Kuyucaklı Yusuf, 1937 yılında "Halkı aile hayatından ve askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle" toplatılır. Bazı kitapçılar, kitabı sattığı için suçlanır. Tabii Ali de mahkemelik olur. Askerlerin kurduğu yeni bir devlette, zor savaş yıllarının hatıraları bu kadar tazeyken ve halkın askerlikle bağları bu kadar güçlüyken 'askerlikten soğutma' kısmını anlayabiliriz. Zaten şimdilerde bile varolan bir durumdan bahsediyoruz. Peki ya aile hayatı? "Özgür cumhuriyet dönemine" uygun kaçıyor mu?
Bunun cevabını Sirman'ı yerin dibine sokanlar cevap versin. Neyse ki Ali; başta Reşat Nuri Güntekin olmak üzere birkaç bilirkişi raporu sayesinde beraat ediyor.
İşte Kuyucaklı Yusuf oralardan çıkıp, bugünlere kadar geliyor. Dava savcısının "emsallerinden üstün" diyerek nitelendirdiği bu roman, Türk edebiyatından önemli bir yere sahip. Zaten o yıllarda çok yeni olan roman türü, belli kalıplar üzerinden ilerlerken Kuyucaklı Yusuf, sahayı genişletiyor. Şehirden, hatta İstanbul'dan çıkan roman artık taşraya geliyor. Ben çok hakimim değilim ama Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi isimlerin öncüsü olduğunu belirtenler var.
Tabii ilk ve öncü olmanın bazı sorunları var. Daha doğru bu sorunlar, 2018'de okuduğumuzdan, bizim için oluşuyor. Benim beklediğim kadar güçlü bir roman olmadığını söylemek zorundayım. Yusuf da sandığım kadar güçlü bir karakter değildi. Zaafları olduğu gibi, beylere kafa tutan bir karakter de değildi. Ben onu biraz daha, Köroğlu gibi, İnce Memed gibi bir Anadolu efsanesi olarak kurgulamıştım... Fakat Yusuf, bir ara devlet görevlisi bile olan, ait olmadığı topluma karışıp normalleşen, kendi karalarının ve hatta fikrinin dahi arkasında duramayan bir karakter. Bazı yerlerde "muhteşem bir aşk" olarak yorumlanan Yusuf - Muazzez ilişkisi de oldukça sönük kalıyor.
Benim kitaptaki favori karakterim Selahattin Bey. Kendisi yaşadığı toplumu çözmüş ama onunla savaşmaktan vazgeçmiş, hatta belki de hiç savaşmadan kabullenmeye geçmiş bir karakter. Şahinde gibi biriyle evlenip, onunla uzun süre yaşadığı için okuyucu çok şaşırtıyor. Yine de sistem tarafından yenilgiye uğrasa da, sisteme dahil olmamasıyla 'kaba kuvvet' Yusuf'tan daha ideal bir kahramandır gözümde. Yusuf'a verdiği öğüt, kitabın önemli bölümlerinden biridir bana kalırsa
"Benim şurada üç günlük ömrüm kaldı, aklında bulunsun diye bunları söylüyorum. Hayatta fazla şey bekleme. Dünyada her felaketin içinde en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir… Hayatı olduğu gibi kabul etmeli ve ona bir şey ilave etmemeli, ne de ondan bir şey eksiltmeli. Bazı şeyler vardır canımızı sıkar. Bu neden böyle? Böyle şeyleri dünyadan kaldırmalı, deriz… İnsan dediğin mahlûk hiçbir şey değiştiremez. Bunun için gönlünün rahat olmasını istersen, gördüğün fenalıkların bile bir hikmeti olduğunu düşün ve yeryüzünde olmayan iyilikleri ortaya getirmek sevdasına kapılma… Sonra en mühimi: kendini halinden şikâyet etmeye alıştırma. Ömrünün sonuna kadar dövünsen bu hayatın cefası tükenmez."
Kitabın son kısmında, cumhuriyet döneminin hülyalı yazarlarını görüyoruz, onları biraz daha anlıyoruz. Bir devletin yıkılmasını, sonra yeniden kurulmasını, arada kalmayı, eskinin köhneliği ama özlemi, yenin çaresizliği ama umudu, uzak ve mutlu diyarların hayali yazıya karışıyor. Yine de o güzel anlatıma rağmen kitap, bir çok soru işaretiyle sonlanıyor.
Fakat sonradan öğrendiğime göre Ali, bu eseri bir üçleme olarak düşünmüş ama devamını getirememiş. Zaten romanda da kopukluklar çok belirgin. Kitap bittiğinde oluşan soru işaretlerinden biri Kübra! Muazzez'den çok daha güçlü ve ilgi çekici bir karakter olan Kübra, bir anda ortadan yok oluyor, sonrasında da tekrar hikâyaye dahil olamıyor. Romanın zayıf noktası olarak değerlendirirken, aslında ikinci kitabın adının "Çineli Kübra" olduğunu öğrendim. Çok da meraklandım. Keşke devamı gelseymiş!
Sabahattin Ali, 1948'de öldürüldü. Kuyucaklı Yusuf da 1937'de basıldı. Yazar, 11 senede, ikinci kitabı yazabilirdi. Fakat insan ne zaman öleceğini ve öldürüleceğini bilemediği için ötelemesi de normal. 41; ölmek için genç bir yaş!
Yine de tek bir kitap olarak değerlendirince Kuyucaklı Yusuf'a çok iyi puan veremeyeceğim. Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan çok daha iyi eserler bana göre. Maria Puder, Macide, Raif Bey gibi karakterler de Yusuf'tan ve Muazzez'den öndedir, daha ilgi çekicidir.
Roman biraz yeni moda Türk dizileri kıvamında ilerliyor. O kadar romanın dizisi çekilmişken, Kuyucaklı Yusuf'un neden atlandığını çözemedim. Bulunmaz bir nimet aslında. Hem ağalık, zorbalık var, hem silahlar patlıyor, hem aşk ekleniyor... Herhalde içinde pek zenginlik, şatafat olmadığı için rağbet görmemiştir! Oysa zamanında bir filmi de çekilmiş. O da çok iyi sözlerle anımsanmıyor gerçi...
2 yorum:
Zira onlara göre, Cumhuriyet'ten hemen sonra ülkede sadece fakirlik vardı ve onunda dışında her şey güllük gülistanlıktı.
Sirman denen bilim ve aydınlanma düşmanı, dinci yancısı, aşağılık yetmez ama evetçi liboş tipin eleştirilme sebebi bu değildi, hiç çarpıtma. aynı yavşak takımındansan çarpıt tabii, oyna devam.
al bu floodları oku tanıl bora talebesi https://twitter.com/fenicefelice/status/1084606027524460545
https://twitter.com/fatih_yasli/status/1084849723784249345
Yorum Gönder