Çarşamba, Haziran 5

Final


Liverpool - Tottenham finalinden büyük beklentilerim yoktu. İki takıma da saygım sonsuz. Özellikle son yılları çok başarılı geçirdiler. Fakat yine de kalibre olarak finalin adı olmaktan uzaklar. İkisinden biri finale çıksaydı; karşılarında da Barcelona, Real, City, Juventus gibi takımlardan biri olsaydı makul karşılardım. Fakat ikisi aynı anda finale çıkınca içimdeki heves biraz azaldı.

Maça dair büyük beklentim yoktu. Belki güzel bir maç olurdu. Zaten bir final maçından çok büyük dramalar beklememeyi de uzun seneler önce öğrenmiştim. Hatta herhangi bir futbol maçında aradığım goller ve pozisyonlar olmuyor. Gol ve heyecan olursa ne güzel ama oyunun kendisi yeterince cezbedici. O nedenle finali de keyifle izledim.

Maçtan sonra ise bir tartışma çıktı. Herhalde sadece Türkiye'de yaşanan bir tartışmaydı. Twitter'da yer yerinden oynadı adeta. Bir kesim; hatta büyük bir kesim maçın kötülüğünden şikayet ediyordu. Bir başka kesim de "Beğenmeyen izlemesin" safına geçiyordu. Ben iki taraftan da değilim ama maçın benim gözümde kötü olmadığını belirtebilirim.

Öncelikle bir kıstas olmadığımı kabul etmem gerek. İzleyip de "Kötü maçtı" dediğim karşılaşma sayısı çok. Sanırım diğer insanlarınkinden daha farklı beklentilerim var. Topun oyunda olması, oyunun devamlı akması bana yetiyor. Yani faullerle, düdüklerle kesilmeyen, futbolcuların zaman geçirmediği her maç benim için yeterli oluyor. Tempo, pozisyonlar, goller işin ekstrası...

Futbolu seviyorum. Bunun mütevazılığı veya küstahlığı olur mu bilmiyorum ama bu konuda tevazu sahibi olmayacağım. Bu konuda iddialıyım. Futboldan para kazanan birçok insanın maç izlemeyi sevmediğini, maç izlemeden çalıştığını, taraftarların ellerindeki telefonlara bakarak canlarından çok takımlarını desteklediklerini defalarca' gördüm. Ben onlardan biri değilim. Her maçı 90 dakika tamamen odaklanarak izlemiyorum ama izlediğim maçtan da kolay kolay sıkılmıyorum. Çok maç izliyorum. 2.Lig maçları için stadyumlara gidiyorum, internetten Romanya Ligi maçlarına bakıyorum. Severek izliyorum ama Norveç Ligi'nden bir maç izledikten sonra Şampiyonlar Ligi finaline burun kıvırmam mümkün olmuyor.

Mesela, geçen yaz Dünya Kupası'nda oynanan İspanya -Rusya maçı da benim için kötü değildi. Oysa maçtan sonra herkes nasıl bir işkence yaşadığını anlatıyordu. Çok şaşırmıştım. Ben keyifle izlemiştim 120 dakikayı. İnsanlar yan pasları veya savunma yapan takımları sevmiyorlar. Olabilir. Herkes her şeyi sevmek ve izlemek zorunda değil. Tercih hakları var. Fakat sahadaki oyuncular ve teknik direktörler de bir sinema oyuncusu değil. İnsanlara beğendirmek için sahaya çıkmıyorlar. Amaçları, karşılarındaki gruptan bir gol daha fazlasını atmak. Biz de o yüzden izliyoruz. O zaman önümüze çıkan sahnelere katlanacağız.

Benim için bir de oynama kısmı var. Sadece maç izlemiyorum aynı amanda oynuyorum. Haftada 2-3 kere maç yapıyorum. Oynamayı, izlemekten daha çok seviyorum. İzleyince de o gözle(oynuyormuş gibi) izliyorum. "Acaba top ayağında olan futbolcu ne yapacak?  Sağa verdi ama sola verse daha mı iyi olurdu? Ben olsam oradan kaleye vurmazdım..." gibi düşünceler geçiyor aklımdan. Bu düşüncelerin çok sık geçmesi için topun oyunda kalması ve sahanın içinde dolanması yeterli oluyor.

O nedenle Liverpool - Toottenham veya İspanya - Rusya maçları beni sıkmıyor, hatta zaman zaman hoşuma gidiyor. Bir taraf savunmasını yapıyor, diğer taraf o savunmayı yıkmaya çalışıyor. İki takım oyuncuları ve teknik direktörleri de amaçlarını gerçekleştirmek için bazı kararlar alıyor. İzlemek, o çarpışmayı görmek bana yetiyor. Benim gönlümde bu tip maçların zirvesi ise 2010'daki Barcelona - Inter maçıdır.

Bulunduğumuz çağ sıfatlar ve notlar çağı. İnsanlar kendilerini, karşısına çıkan her ürünü değerlendirmek zorunda hissediyor. Facebook'ta bir fotoğrafı beğenmek veya beğenmemek gibi. Yemek Sepeti'nde bir lokantaya puan vermek gibi. Hız 9, lezzet 7! IMDB puanımız 6.8. Takipçi sayımız beş basamaklı. Hatta futbolcular, şarkılar, diziler overrated ve underrated. O zaman izlediğimiz futbol maçı da iyi veya kötü olmak zorunda.

Futbol, seyircinin sağladığı ekonomi ile ayakta dursa da neyse ki hâlâ bir spor. Rekabet, sonuçlar, doğaçlama faktörü, ruh... Bütün bunlar seyircinin notunu geçersiz kılıyor. IMDB'de yüksek puan alan alan filmler tercih ediliyor, Yemek Sepeti'nde en yüksek puanı alan yerlerden yemekler söyleniyor. İnsanların tercihlerini, diğer insanların puanları şekillendiriyor. Fakat futbolda öyle olmuyor. Seneye yine herkes Şampiyonlar Ligi finalini izleyecek. Dünyanın en iyi maçı Meksika Ligi'nde oynanmış olsa da, kimse dönüp Meksika Ligi'ne bakmayacak. 

Neyin nereden çıkacağı belli olmaz. Eduardo Galeano'nun sözleri burada çok çiğnendi, çok da eleştirildi ama işin özü doğru. Dünyanın dört bir yanını dolanıyoruz ve güzel bir maç arıyoruz. O maç her yerden çıkabilir. 

Ve aslında hemen hemen her maç güzeldir. Yeter ki top oyunda olsun, oyun aksın... Beğenmemek gibi bir lüksümüz de yok düşüncemiz de....  

1 yorum:

Adsız dedi ki...

ajax çıksaydı keşke. tottenham resmen sakil durdu. kök ve tarih bazen önemli. bazı koltuklara, mevkilere yakışmıyorsun.