Salı, Ağustos 13

Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz


"Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz" bir kitap için oldukça uzun bir isim. Bu detay önemli mi biliyorum. Fakat sağda solda konuşurken, eşinize dostunuza kitaptan kolay kolay bahsedemiyorsunuz. "Bir kitap var..." diye başlayan cümleleri çok sık kullanmak zorunda kalıyoruz.

Zaten ülkemizde yazılan ve çevrilen çok fazla futbol kitabı yokken, böyle bir sorunla uğraşmak bizi iyice yaralıyor. Diğer yandan kitabın kendisini, ne anlattığını, içeriğini anlatmak da çok kolay değil. Futbol ve Kültürü gibi farklı konulara eğilen makalelere yer veren bir kitap değil. Biraz daha felsefi. Bazı kavramları futbolun içine yedirmeye, paralellikler kurmaya veya zıtlıkları göstermeye çalışıyor. Fakat bu açıdan da kesinlikle Sokrates Yeşil Sahalarda kadar sıkıcı ve zorlama bir kitap değil.

Bir kere yazar Simon Critchley futbolla ilgili bir isim. Hatta ilgili demek haksızlık olur. Adam taraftar. Tribünde olan bitene hakim. Bir sosyolog gözlemi yapmak ile orada durmuyor. Zaten oradan biri olarak. Bu sayede yazdığı kitabın büyük bir kısmında yerinde tespitler olduğunu söyleyebilirim. Sık sık ezber bozması da şahane... Sonuçta bir akademisyen ve insanlar ondan daha farklı tespitler bekliyor olabilir. O ise tribünün sesine; daha doğrusu tribünde gerçekten olan bitene yer veriyor.

Buna rağmen okuması zor bir kitap. Yazarın dili bu konuda eleştireceğim en son nokta. Çok okunaklı yazmış. Fakat insan bir yerden sonra duygu istiyor. 

Felsefeyi severim. Sevdiğim olguların futbolla kesişmesi de hoşuma gider. Fakat felsefe ve futbol buna çok uyan bir ikili değil sanırım. En azından benim için. Kitabı eleştirmek istemiyorum. Kötü de bulmadım. Okurken çok feyz aldım. Fakat herhalde, son 15 yılda futbolla ilgili içerik üreten bir kesimin felsefeye yakın durmayı zorunlu kılması bir yorgunluk yarattı. Sanki artık futbol düşünürken aslında ne düşündüğümüzü değil de, o top kaleye giderken neler düşündüğümüzü okumalı ve yazmalıyız. Gerçi kitapta orası da var:

“Şut ve gol! Stadyumun bir yerinde bir meşale patlar. Kendinden geçen coşkulu taraftarların başları üstünde kırmızı bir duman yayılır. İnsanlar -terbiyeli, yetişkin, zeki, düşünceli insanlar, ki bazıları kariyer sahibi ve orta yaşlı, hatta daha yaşlı kişilerdir- öpüşür, beşlik çakar, sevinçle birbirine sarılır. Bu anlar üstü anda bir bakıma yükselir, şahlanırız. Nefesimizi tutmaya çalışırız. “Geliyor, geliyor” diye fısıldarız kendi kendimize. Burada söz konusu olan William James’in deyişiyle hayatın bayram günlerinden biridir. Böyle anlarda bir tür büyülenme deneyimiyle yükselip gündelik olandan çıkarız; ekstatik, uçucu ve müşterek bir şeye, inceden inceye başkalaşıp yücelen bir sensoryuma, duyu merkezine gireriz"

Galiba İngiliz bir akademisyenin çalışmasını bizim kendi meselemizden yola çıkarak yorumlamak pek adil olmadı. Fakat etkilendiğimiz ve beslendiğimiz yer burası olunca görüşlerimiz de buradan şekilleniyor. Zaten bu tip taleplerimizi fırsat bulduğumuz her yere yazmalıyız ki, belki de yayınevleri çevirecekleri futbol kitaplarını da ona göre belirler. 

Zaten az sayıda kitap var, bari öncelikler biraz daha saha içinden olsun artık. Oyuna bir anlam aramaktan, oyunun kendisini unutacağız!

Hiç yorum yok: