Salı, Mayıs 30

Sandıktan Değişim Çıktı




Aslında bu yazıyı ilk tur seçimlerinden sonra yazacaktım. Zira aşağıda okuyacağınız fikirlerim, cumhurbaşkanlığından ziyade milletvekili seçimleri ile şekillendi. Fakat yine de ikinci tur seçimin sonuçlarını beklemeye gerek duydum. Bir beklentim yoktu ama doğru bir analiz için yapılması gereken buydu. Gerçi oluşan haritanın ardından kazanan Kemal Kılıçdaroğlu olsaydı, yazacaklarımız çok da değişmeyecekti. Zira seçim sonuçları, içinde bir "sonuç" kelimesini barındırsa da aslında oyunun başıdır. Seçimle beraber bir kazanan çıkar ve yönetim mekanizmalarını elinde bulundurur. Fakat esas olarak toplum yapısını belirlediği için tüm sınıflar, katmanlar, gruplar için kendi gücünü fark etme zamanıdır. Yani oyun yeniden başlar ve yeni başlayacak oyunu bu seçimden çıkan kazanımlarla (veya kaybedilenlere) oynarsın. Haliyle ortada kişilerden bağımsız bir toplum gerçeği var.

Bizim gazeteci büyüklerimiz seçimlerden sonra bazı kalıpları kullanmayı çok severler. "Seçmen mesajı verdi", "Seçmen sandığı kırdı", "Sandıktan şu çıktı" benzeri manşetleri çok kullanırlar. Ben de bu geleneğe uyarak, benzer bir cümleyi taşıyorum manşete.

Recep Tayyip Erdoğan'ın, son 21 yılda artık sayısını unuttuğumuz seçim galibiyetlerine bir yenisini ekledikten sonra bu tip bir başlığı görmeyi belki de çoğunluk beklemiyordu. Son iki haftada konuştuğum muhalif seçmenlerin tamamı da artık umutsuzluğun kapısında duruyor. Yaşanan bu uzun ve karanlık dönemin seçim galibiyetiyle kapanmayacağına inanıyorlar. Onlara göre her şey aynı kaldı, aynı şekilde devam edecek...

Aslında haklılar. Zira kentsoylu, eğitimli, sekuler orta sınıfın kaygılarını giderecek bir değişim çıkmadı. Hatta sandıktan çıktığını düşündüğüm değişim; bizi çok daha kötü yerlere de götürebilir.

O yüzden en başa dönmek lazım... Yani 1999'a... 2002'ye bile değil; 1999'a...

1999 genel seçimlerinde barajı aşabilen beş parti olmuştu. Bunlardan üçü de bir koalisyona imza atmıştı. DSP, MHP ve ANAP'lı koalisyon; Fazilet Partisi ve DYP'yi iktidarın dışında bırakmış; öncesinde de seçmen CHP gibi partileri meclisten uzak tutmuştu.

Fakat 18 Nisan'da yapılan bu seçimler esnasında elinde bir enkaz bulmayan hükümet, sonrasında gerçek bir enkazla karşılaştı. 17 Ağustos depremi ülkede yeri göğü yerinden oynattı. Ardından da büyük bir ekonomik kriz geldi. Ve son olarak da Devlet Bahçeli'nin yoğun çabalarıyla erken seçime gidildi.

Bir ara vakit bulursam Türk siyasetinde yanlış anlatılan ezberlere girmek istiyorum. O ezberlerden birini kısaca analım, zira kendisi 1999'u referans alır. Ekonomik krizlerin iktidarları götüreceği söylenir. Boş tencere metaforu sık sık kullanılır ve AKP'nin yükselişi buraya bağlanır ve düşüşün de buradan geleceği düşünülür.

1999'da iktidarda bulunan üç parti 2002 seçimlerinde barajı geçemeyecek noktaya gelince bu ezber iyice kazındı siyasi zemine. Üç yılda oylar erimişti. DSP yüzde 19'dan yüzde 1.5'a gerilemişti. MHP 8'e, ANAP ise 5'e düşmüştü. Bu nokta anlaşılabilirdi. Zira sorumluluk onlardaydı ve seçmen onları cezalandırmıştı. Fakat aynı zamanda mecliste yer alan ve hükümetle alakası olmayan muhalefet partileri de bu cezadan nasibini almıştı. Fazilet Partisi zaten bölünmüştü. DYP  de barajı 0.5 puanla kaçırmıştı. Aslında kamuoyu bunu işaret etmişti. Birçok köşe yazarı, satırlarında topluma "bu eskimişlere oy vermeyin" çağrısı yapıyordu. Belki sistemli bir çalışmanın ürünüydü, belki de özellikle sola yakın köşe yazarlarının daha farklı bir adresi gösterme telaşıydı. Seçmen bunu kendi çapında uyguladı. Yine düzenin partisi olan ama 90'ların kaosunda kurumsal olarak pek yer almayan iki parti oyları toplamıştı.

1999'da mecliste olmayan iki parti, 2002'de kapıları içerden kilitlemişti. Merkez sağda yeni kurulan AKP, yeni bir parti olarak, yeni bir heyecan olarak seçmenden destek almıştı. Sadece yüzde 34 ile tek başına iktidar olmuştu. 1999'un mağlubu CHP ise yüzde 19 oyla (yani DSP'nin oyları) meclise girmişti. Böylece iki kutuplu bir siyasi iklim, sonrasındaki 20 yıla damga vuracaktı.


Bu kutuplaşama yıllar içinde giderek sıkılaştı. Araya MHP ve Kürt siyasi hareketinin partileri de girdi ama onların rolü daha çok terazinin dengesini sağlamak üzerineydi. İktidar AKP'de, ana muhalefet CHP'deydi.

Haliyle toplumda ve siyaset arenasında, özellikle de muhalifler tarafında, 1999-2002 dönemi unutularak, şöyle bir beklenti oluştu: Eğer bir gün; ne zaman olursa olsun, ister 2002'de, ister 2022'de ister 2032'de ve ne şekilde olursa olsun, ister seçimle, ister parti içi bölünmeyle, ister Erdoğan'ın emekliliği veya vefatıyla; AKP dönemi bir şekilde sona erdiğinde iktidar otomatikman diğer tarafa, yani CHP çatısına geçecekti.

İşte bu büyük bir yanılgıydı. Zira AKP, 2002'de 90'ların sosyolojisini iyi okuyarak, seçimi gerçekten kazanarak, iktidara gelmişti. Fakat CHP'nin söyleyecek ekstra bir sözü yoktu. O adeta piyangodan çıkmıştı. AKP yeni kurulan bir parti olduğu için 2002'de her türlü meclise girecekti (iktidara kavuşamayabilirdi ama meclis garantiydi) ama CHP; 1999'da mecliste olsaydı cezalandırılacaktı. Veya 1999'da ANAP dışarıda kalsaydı 2002'de meclise giren ANAP olacaktı.

ANAP örneği çok da tesadüf değil. Zira şu an CHP'nin kalesi olarak görülen bir çok yer, 1990'larda ANAP'ın kalesiydi. CHP, sosyal demokrat DSP'lilerin oylarıyla meclise girdi ama ANAP'lıların oylarıyla AKP'nin karşısına dikildi. Yani aslında CHP ve AKP; 90'ların çöplüğünü de paylaşmıştı. DYP tarafı daha bir AKP'ye kayarken, ANAP tarafı da daha bir CHP'ye geçmişti.

Benzer bir durum milliyetçi kesim için de geçerliydi. Türkiye'deki en yaygın ideolojilerden biri olan milliyetçiliği yüzde 12 civarlarında gezinen MHP'ye sıkıştırmak haksızlık olur. Esasında AKP, ilk başta mukaddesatçı milliyetçilerden uzak durdu. Atatürkçü, İttihatçı, ulusalcı milliyetçiler ise zaten teşne oldukları CHP içinde yer buldu. Bu dönemde MHP, şimdinin yaygın sloganı "üçüncü yol"u benimsemişti kendine. Fakat sonraki yıllarda (2014) AKP-MHP ile yakınlaşması ile kanatların paylaşımı bir kez daha tamamlandı.

İşte CHP çatısında buluşan muhaliflerin sarıldıkları "iktidar öyle veya böyle, bir zaman sonra bize gelecek" fikri buralarda geçersiz kalmaya başladı. Fakat bu da bir türlü görülemedi. AKP'nin MHP'yi yutacağı düşünüldü. Aslında 2018 seçimlerine kadar ben de böyle düşünmüştüm ama MHP'nin köklü yapısını fazla hafife almışız. Yine de 2018'den beri benim görmeye başladığım gerçek, son beş yıldır yapılan siyasi analizlerin önemli bir kısmında pek karşımıza çıkmıyor. Tabi burada MHP'yi deviremeyen ve onu geçemeyen o kanadın bir diğer partisinden (İYİP) bahsetmek gerekebilir ama şu an değil.

Aslında 22 yılı anlatmak kolay değil ve şu an buna da gerek yok. Ortada yeni bir harita var ve onu okumaya başlamalıyız. Yine de şunun altını çizelim. Tesadüflerle ve zoraki hamlelerle oluşan kutuplar; aslında sandığımız kadar sıkı değildi...

Yakın dönem

Erdoğan, ilk yıllarındaki seçim zaferlerini tek başına (veya partisiyle diyelim ama partiyi Davutoğlu'na teslim eder etmez bile sallanmıştı) kazanırken, sonrasında artık bir destek bulmaya zorunlu kaldı. En sadık destek MHP'den geldi. 2015'ten beri beraberler. Bir zamanlar MHP ile beraber muhalefet ateşini yakanlar o birlikteliğin nedenini anlamlandıramadı. Hatta "Devlet Bahçeli'nin kasedi var" gibi söylemleri dolaşıma soktular. Oysa baktığımız zaman MHP, bir iktidar desteğinden daha fazlasıydı. İktidarı ve AKP'yi dönüştüren bir güçtü. AKP'nin çözüm sürecini kaldırması, HDP'yi devre dışı bırakması ve yerli-milli söylemine sarılması bu zamanlara denk gelir. Belki ülkeyi yöneten yine AKP'ydi ama sözler MHP'ye aitti.

Bu yıllarda Erdoğan muhalifi olan MHP'lilerin, oralardan kopuşlarını izledik. Yeni partiler ve yeni oluşumlar ortaya çıktı. Hemen hepsinin (en başta da İYİP'in) kendi mahallelerinde kısa sürede var olması (ya da doğması) çok zordu; zira kadroları kısıtlıydı. Lidere sadakatin önem kazandığı, Başbuğ kültürünün olduğu camiada ayrı yola sapan kurtları kurt kapabildi. Üstelik bu dönemlerde ayrıldıkları ocaklardan farklı tek düşünceleri antiErdoğanizm'ydi. Milliyetçi sözler, zaten iktidar çatısında karşılık buluyordu. Aynı sözleri onların söylemesi pek karşılık bulmayabilirdi. Fakat Erdoğan karşıtlığı toplumda taraftar bulabilirdi. Yine de bunun için bir alan bulmak zorundaydılar. Ana muhalefet partisi CHP'nin desteğiyle de o alanı inşa edebildiler.

Tabi ki bu ortaklık ve yardımlaşma ilelebet sürmeyecekti. İYİP, yeni bir siyasi hareket kurmanın zor olduğu bir ortamda ortaya çıkmış ve yüzde 8-10 arası oylara ulaşmıştı. Bu başarıydı, üstelik daha fazlasını da yapabilirdi. Zira henüz MHP'den oy alamamıştı. Daha çok; bir dönemin "mecburen CHP" diyen kitlesine seslenebilmişti. Daha fazlası mümkündü ve o sağlandığı takdirde CHP ile aynı yolu yürümesine, hatta o yolun liderliğini CHP'ye vermesine gerek kalmazdı. Ülkedeki milliyetçilik akımını iyi okuyan İYİP, tam da bu yüzden masayı kırdı işte. Fakat zamansız ve saçma bir dönemdi. Bulunduğu çatıya onarılmaz yaralar açtığı gibi, kendine de büyük zarar verdi. Fakat kendisine açtığı zarar sadece birkaç ay sürecek bence... Tabi yine siyasi intiharlara girmezse...

Bu esnada MHP de iktidar ortağı olarak devlette eski gücünü yeniden kazandı. Hatta MHP'den ayrılan bazı İYİP'liler, kendilerince hata yaptıklarını düşündüler. "Biz iktidar olmak istiyorduk. Bu yüzden Erdoğan'a ve kendi partimize karşı durduk. Fakat şimdi hem iktidar değiliz, hem de Erdoğan bizim karşı çıktığımız Erdoğan değil. Neden evimiz MHP'de kalmadık ki?" demeye başlamışlardı. Millet İttifakı'nda 4-5 yıl geçirdikten sonra dümeni kırıp Teknofest'lere katılan Yavuz Ağıralioğlu gibi bir profilden okuyabiliriz burayı.

Sonuç olarak 14 Mayıs günü bir seçim yapıldı. Oylar ortada. Toplumda konuşulan cümleler de ortada. MHP-İYİP, hatta Zafer'in toplamı 30'a yaklaşıyor. CHP'nin ulusalcı kanadının bir kısmının halen CHP içinde olduğunu ve AKP'nin içinde de esasen milliyetçiliği önemseyen bir kitle olduğunu düşünürsek; yüzde 34'lük AKP'den daha güçlü bir oluşum var karşımızda.

Üstelik 2018 referandumundaki anayasanın rövanşı şeklinde geçmesi gereken, sonrasında buna gerek duyulmadığı düşünerek "boş tencere" metaforuna sığınılan seçim dönemi; son üç ay içinde milliyetçilik kavgasına girişti. İYİP'in HDP'yi saf dışı bırakma isteği, oradaki çatlağı gören Erdoğan'ın gaza basması; milliyetçileri bir yerde toplarken; yeteri kadar milliyetçi olmayanları da vatan haini sınıfına soktu. Bundan sonra da siyasi iklim bu pencereden esecek. Bu rüzgarı hisseden ve ön alan partiler de nemalanmaya çalışacak.

Peki madem öyle; neden bu rüzgarı alanlar Erdoğan'ı devirerek iktidar almadılar da Erdoğan'a can suyu oldular?

Erdoğan her ne kadar son iki haftada iki seçim zaferi kazanmış olsa da (Cumhurbaşkanlığı ve meclis) aslında bir sıkıntı içinde. Tam böyle bir haftada "Erdoğan dönemi bitmiştir" demek, 22 senedir o günü bekleyenlerin öfkesine neden olabilir. Fakat Erdoğan dönemi artık sona eriyor. Belki bu seçimde de sona erebilirdi. Ben halen ülkedeki antierdoğancılığın daha güçlü (kalabalık) olduğunu düşünüyorum. Fakat bu grubu oluşturan herkes aynı şiddette aynı motivasyona sahip değil. Birileri "Erdoğan'ın karşısında tuvalet terliği bile olsa oy veririm" derken, bir kısım da "Erdoğan kötü ama yerine kim gelecek ki, vatan hainleri mi?" diyebiliyor ve o esnada burnundan kıl aldırmamaya başlıyor.

Son 1.5 seneyi aralıksız seçim gündemi ile geçirdik belki de. Ve bu 1.5 senede çok fazla olay oldu. Dolar fırladı, sonra geri düştü, ekonomi kötüye gitti, deprem oldu, altılı masa kuruldu, sonra dağıldı, sonra yapıştırıldı, altılı masanın adayları bile kendi arasında yarıştı. Bu kadar karmaşanın içinde, muhalefet en çok kavgayı karşısındaki ile değil kendi arasında yaptı. İncecileri, Özdilcileri, Özdağcıları, Akşenercileri ikna etmeye çalışmaktan, küskün AKP'liye temas edilemedi bile. Aslında mantığımız şuydu: Herkes bir arada durursa, biz daha kalabalığız. Oysa bugün daha net anlıyoruz ki "biz" diye bir şey yokmuş, zira herkesin başka planları varmış.

Her ne kadar seçimleri Erdoğan kazansa da, bu bir iktidar kavgasıydı. "Başkan babamızın sonbaharına" giriyorduk. Bu herkes tarafından görülüyordu. Peki onun ayrılışının ardından koltuğu, evin(meclisin) en kıdemli çocuğuna devretmeye gerek var mıydı? "Bu despot baba, biraz daha devam etsin, biz de o esnada doğal alternatifi saf dışı bırakmaya çalışalım." düşüncesi çok daha makul duruma geldi. Zira yeni sistemiz sayesinde iktidar, kendinde olduğunda çok daha cezbedici, başkasında olduğunda çok daha korkutucuydu. Bu yetkiler; CHP ideolojisini benimsemiş, Kürtlerle yakın temasa geçmeye çalışan, adaletten bahseden, beşli çeteyi diline dolayan, Namuslu filmindeki Ali Rıza karakterine benzeyen birine teslim edilemezdi.

Zaten milliyetçiliğin tarihsel misyonu da biraz böyledir. Hem endüstri devrimi sonrasında oluşan sınıf farklarına set vurmak için kullanılmış hem de Sovyetler dönemindeki Yeşil Kuşak projesinde ülkemizde çok fazla işlenmişti. Ne zaman halkçı politikalar, sadece bir nefes dahi söylense, ne zaman "eşitlik" kelimesi duyulsa, ne zaman liberal politikalar iflas edip halkın bir kesimini rahatsız etse her zaman milliyetçilik devreye sokulmuştur.

Çok "derin devlet" teorisi veya "Bir mekanizma devreye girdi" diyen Levent Gültekin tarzı gibi kokuyor. Fakat o kadar derin bir boyut katmak istemiyorum. Zaten CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu da yukarıdaki paragraftaki kadar sol temelli bir parti değil. Oranın tek amacı; bu yeni anayasanın ve tek adam rejiminin ortadan kalkmasını sağlamaktı. Bunu 2018 rövanşına sokmak mümkündü. İşler bu doğrultuda gidebilirdi ama Mart itibariyle siyasetin gündemi başka kavgalara girince halkın gündemi de değişti. 

Yani özetle; iktidarı Kürt hareketi destekli bir CHP liderine bırakmak istemediler. Bunun yerine bir dönem daha Erdoğan ile devam edip, iktidar kavgasını kendi aralarında yapmayı tercih ettiler. Siyasi partilerin özellikle sağ tarafında kalanları böyle düşündüler. MHP zaten yıllardır böyle düşünüyor, o yüzden orada. AKP sonrasının en güçlü adayı olmaya devam ediyor. İYİP, Kemal Kılıçdaroğlu'nun iktidarı kazanmasından sonra bir daha aynı güce ulaşamaz, hatta misyonunu doldurup erimeye bile başlayabilirdi. Üstelik HDP'nin var olduğu, siyasal zemin bulabildiği ve kriminalize olmadığı bir denklemde, taca çıkma ihtimali çok daha fazlaydı. Ya kendisinin kontrol etmesinin mümkün olacağı ve HDP'den destek almayacak bir adayla seçime girecekti ya da bir dönem daha "Başkan babasıyla" devam edecekti. Ayrıca, sert geçecek bir kışın ve devamının tüm sorumluluğunu da AKP ile Erdoğan'a yükleme şansına da sahipler. Yani sorumluluktan uzaklar ama sekenleri toplamaya hazırlar. Onlar açısından çok kazançlı bir denklem oluştu.

YRP, Hüda-Par gibi Erdoğan'a karşı duran (tabi CHP'ye de) partilerin ittifağa girmeleri boşuna değildi. Onlar açısından eleştirilecek bir durum da değil açıkçası Daha acınası olanı ise, CHP içindeki ulusalcıların bile bu furyaya kapılmasıydı. Muharrem İnce'nin koltuk sevdası zaten dillere destan. Fakat bir zamanların sıkı ulusalcılarının, bu dönemde "HDP destekli Kemal bey iktidarındansa bir dönem daha Erdoğan" dediğini çok net gördük. Parti içindeki ihanetleri, seçim günlerinde yaşanan aksamaları bile bu paragrafın içinde değerlendirmek gerekebilir.

Siyasi mekanizmalar böyleyken, seçmen de bundan farklı değildi. Milliyetçilik son dönemde artan bir dalgaydı; sadece AKP'nin seçim döneminde sürdüğü "HDP-PKK-terör" kartından ibaret değildi. Zaten MHP ile kurulan ortaklıkla gelişen yerli milli söylem toplumda çok kolay alıcı bulmuştu. Ayrıca son dönemde yetişen genç kuşak da bundan etkilenmişti. Daha önceki AKZ Kuşağı yazımızda bu soruna dikkat çekmiştik. Oy kullanacak 5 milyon yeni seçmenin, Youtube izleyerek Erdoğan karşıtı olacağını ve politik bir bilinçle sandığa gideceğini düşünmek fazla romantikti.

Bu arada göçmenler üzerinden siyaset üretenler de milliyetçiliği geçer akçe seviyesine sokmuştu. Belki onlar kalabalık bir seçmen kitlesi bulamadılar ama milliyetçi duyguları giderek kabaran kesimler, seçim döneminde hangi tarafın daha milliyetçi olduğunu düşünmeye başladı. Erdoğan'ın kartı, tam bu aşamada işe yaramış olabilir.

Bir Twiter kullanıcısının 15 Mayıs sabahı attığı tweet'te yazdığı "Bu ülkede Kürtler anahtar rolüne geçerse, ülke o kilidi kırar" cümlesi gibi; toplum bu geçişe izin vermedi.

Peki ne oldu ve ne olacak?

Sonuç olarak Türkiye her zaman milliyetçi bir toplumdu. Yeni ne var burada? Böyle bir soru çok da anlamsız değil. Fakat değişim tablosu da ortada. Her ne kadar YRP ve Hüda Par gibi partiler de daha çok görünür olacaksa da ülkedeki dini saiklerin giderek azaldığını veya durakladığını görebiliriz. Bu alanın en büyük bayraktarı AKP yüzde 34'e düştü. Bu 2002'de; partinin başlangıç seviyesiydi. O zamanlar tek başına iktidar olmasına yarayan bu oran, artık ortaklara muhtaç kılıyor. Hatta bir dönem (2015-2022) kullandığımız "AKP, MHP'yi taşımak zorunda kalıyor" söylemi de artık terse döndü. MHP, her ne kadar daha düşük oy alsa da, artık AKP'yi taşıyan parti konumuna geçti. Zira AKP'den kaçışları toplamaya devam ediyor. AKP'nin bu düşüşü durdurması ve ülkeyi sürdürebilir bir hale getirmesi kolay değil. Hatta ilerleyen zamanda "Erdoğan, AKP; AKP Erdoğan'dır" düşüncesi bile geçerliliğini yitirebilir. 100 yıllık  cumhuriyetin 21 yılından fazlasını iktidarda geçirecek olan Erdoğan, siyaset arenasındaki son yıllarını geçirirken iyi hatırlanmak isteyecektir. Tabi bu "iyi" kime ve neye göre olur; değişir. Fakat partiler üstü bir şahsiyet olarak hatırlanmayı tercih edebilir. Bu noktada içi yozlaşmış kendi çocuğunu dahi kurban edebilir. Yani reisinden yoksun bir AKP kılabilir. YRP belki de o boşluğu doldurmaya oynayacak. Fakat esas olarak; AKP'nin ve Erdoğan'ın zamanla bırakacağı iktidar boşluğunu, milliyetçiler dolduracak.

İşin bu kısmı bizler için olumsuz senaryo. Hatta insan ister istemez "AKP yüzde 42 civarı ile daha güçlü çıksaydı da bu manzara ile karşılaşmasaydık" diyebilir. 

Çok kısa ve üstün kötü bir kıyas yaparsak; siyasal islam yasaklar, hayatı zorlaştırır ama düzenden yanadır. Aşırılığı sevmez, kaosu sevmez. Aşırılığa kaçanı cezalandırır. Tabi onun sınırlarını da kendi belirler. Olumlu cümleler kurmuş gibi gözükmek istemem. Fakat en azından diğer alternatife göre daha tahmin edilebilirdir. Oysa milliyetçilik öyle değildir. Sınırı yoktur, kuralları kendi belirler, Vicdanı olan biri için yaşaması zor bir ortam inşa eder.

Üstelik Türkiye toplumunda da siyasal islamın ulaşabileceği bir sınır vardır. AKP'nin 2002'den sonra tek başına verdiği zarara rağmen Cumhuriyet halen ayakta. Bu da aslında; toplum nezdinde bir sınırı olduğunu gösteriyor bize. Öte yandan AKP'nin en sert dönemin MHP ile ortaklık koştuğu yıllara denk gelmesi tesadüf değil ve ilerisi için korkmamızı sağlıyor.

Haliyle sandıktan çıkan değişim, orta vadede "keşke değişim çıkmasaydı" dedirtecek noktaya gelebilir. Öte yandan şu an muhalif kanatta gözüken birçok kişinin de böyle bir değişmeden memnun kalacağı da gerçek. Kısacası Türkiye'de hayat benim gibiler için (buraya 'bizler' yazmak isterdim ama artık kim 'biz' emin değilim) daha zor olacak. Sadece evimizde otursak bile, vicdanlı insanların sarsılacağı haberler düşecek önümüze...

O günler geldiğinde 20 yıldır sığındığımız "Kötüler arasında az kötüyü seçmek" noktasına gelirsek; umarız en azından milliyetçinin az çok okumuş, Atatürkçülüğe yakın kesimi bu iktidar kavgasından kendine pay çıkarır. Bunu da kendim için istemiyorum. Zeki hocanın unutulmaz tweet'ini kabullendik bir kez daha. Bu ülkede hiçbir şeyin dilediğim gibi olmayacağını biliyor ve (şimdilik) bundan acı duymuyorum. O yüzden meşhur deniz yıldızı hikayesinde olduğu gibi; en azından daha yumuşak bir geçiş olursa ve bu sayede birkaç kız çocuğu ve okumuş gençler için daha yaşanabilir ortam inşa edilirse içimiz rahatlar.

Bir umut da, yazının başındaki 1999'a atıf olsun. O gün kaybedenler, şans eseri bir kaosun aktörü olmaktan kurtulmuş ve bu sayede 2002'nin kazananları olup  son 20 yılın aktörlerine dönüştüler. Belki de şu anda da benzer bir durum var. Fakat bundan seçimin en büyük kaybedeni ana muhalefet partileri nemalanmasın. Türkiye yeni sözlere muhtaç kalacak. Bu boşluğu değerlendirebilecekler için umut kapısı halen mevcut. Eskilerin peşinden gidenler ise kaosu hediye edecekler...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

en büyük ezber 28 şubat.
1999 fazilet partisi oy patlaması yaptı mı? hani mağdur ya.. 2002'de bi anda hatırlandı herhalde 28 şubat :)

1999 gibi olamaz çünkü kocaman bir fark var. medya. her gün 24 saat feci şekilde beyin yıkayan bir medya. toplumu esir almış bir a haber (en ücra yerde bile ne kadar izlendiklerini gözümle gördüm ve inanamadım)
dolayısıyla olası feci yıkımdan bugünkü kaybedenlerin kazançlı çıkması söz konusu olmayacak. hatta "onlar yüzünden" olacak.

artık iktidar asla değişmez. çünkü formül bulundu. gökten seçmen indiriyor artık. doldur arapları milyonlarca oy gelsin. kadıköy çankaya gibi yerleri de dengelediler. bu formül tuttu diye iyice boku çıkacaktır. deli gibi ürüyorlar da. ben ve benim gibiler ya bekar ya tek çocuklu. sayısal üstünlük var.

+ malum denklem. çıkmaz sokak hatta. yüzde 8-9 her neyse kürt oylarına ihtiyacın var. ama onlar bu ülkede alerji yaratıyor. onlar da sağolsunlar çeşitli sebeplerden asla pkk'ya açıktan cephe açamıyorlar. bi git kardeşim bittin sen artık elleme bizi, biz siyaset yapacağız diyemiyorlar (belki apo ölürse)

asla yenemeyeceğiz. 2023 sembolik açıdan da önemliydi. tc vefat etti. 100 yaşında ölmekmiş kaderi. eh ne yapalım tarihte ne devler yıkıldı ne rejimler çöktü. bize de bu nasipmiş.

fantastik senaryo: rte sonrası akp asla öyle bir lider bulamaz. gazı kaçar. arapların gönlünü kazanan yrp olur. ve 20 sene erbakan iktidarı. siyasal islam öyle bir beladır ki keşke mhp olsaydı derdirtir. tabii senin gibi "islamcılık > milliyetçilik" diyecek kadar kafayı yemiş türk düşmanları için yrp iktidarı daha iyidir :)

kutay dedi ki...

siyasal islam, islamcılık, akp, yrp, hatta şeriat vs bunların hepsi farklı kavramlar.

Çarptırma yapmaya gerek yok.