Perşembe, Eylül 14

Tarihe İmza

Günlerden 21 Nisan 2001...

İstanbul'da ılık bir bahar günü. Fakat güneş yüzünü göstermemekte ısrarcı. Sabah saatlerinde sıkı bir yağmur da yağmış. Belki yine yağabilirdi. Mahallede top oynamak için uygun ekibi ve zamanı bekliyoruz ama aynı zamanda da vaktimiz sınırlı. Zira akşam lig maçları var...

Tam o sırada arkadaşlarımızdan biri mahalleye girdi. Bağıra bağıra "Oğlum, Cadde'de Maxim Romaschenko'yu gördüm. Yanında da Ramazan Tunç vardı" dedi.

Şimdi geriye dönüp bakınca o anın ne kadar saçma olduğunu hissedebiliyorum. Sivil kıyafetli Romaschenko'yu tanımak herkesin harcı değildi. Fakat bizim mahallenin Süper Lig ilgisi ve atmosferi bir başkaydı. Bizim için o anda ilginç olan, bu insanların Bağdat Caddesi'nde yürüyüşe çıkmış olmasıydı. Zira akşam onların maçı vardı. Ligde üçüncü sıradaki Gaziantepspor'un futbolcularıydı, akşam Fenerbahçe ile Kadıköy'de karşılaşacaklardı ve Kadıköy sokaklarında gezintiye çıkmışlardı. 

Yok olmuyor; 2023 yılında bu cümlelerin hepsi sürrealizmin doruklarında dolaşıyor. O zaman bize ilginç gelen sadece konaklama yerini bize yakın bir yer olarak seçmeleriydi. Geri kalan her şey normaldi...

Yine de bu haberin bizde bir etkisi olacaktı tabi. Mahallenin Galatasaraylılardan ikisi olarak ben ve benden dört yaş küçük olan Mahir; hemen toparlandık. Belli ki Gaziantepspor, Suadiye Hotel'de kalıyordu. Biz de otelin önüne gidecektik. 1993'te büyüklerimizin United kafilesine yaptığı 'uyutmama" operasyonunun tersini icra edecek ve şampiyonluktaki rakibimizin rakibine moral verecektik. İki üç topçuya yalnız olmadıklarını hissetirsek, onlar da maçta o motivasyonla sahaya çıkarsa, sonrasında da maçı kazansalar... 

Yıllar sonra "O sonuçta bizim de payımız vardı" derdik...

Hemen otelin önüne gittik. Oraları bilenler bilir. Otelin olduğu sokak biraz hareketlidir. Hele bir cumartesi gününde oldukça canlıdır. Şu anda da öyle. Tabi o dönem İstanbul'un nüfusu şu ankinin yarısıydı ama yine de o zaman bile aynı sokakta dürümcüler, sinema salonları, kafeler ve dükkanlar mevcuttu. Haliyle orada durup, bir futbol takımını beklemek fark edilecek bir durum değildi. Kimse bizi kovamazdı.

Fakat öte yandan gelen giden de yoktu. Madem bu adamların bir kısmı caddede gezmeye çıkmıştı, o zaman otele giriş çıkışları olmalıydı. Fakat bir hareket yoktu. Çıkıp tezahürat yapacak ve ilgi çekecek kadar da delirmiş değildik. En sonunda Mahir ile muhabbet ederek, biraz daha beklemeye ve sonrasında dağılmaya karar verdik. Sonuçta Gaziantepspor da kendi bacağından asılabilirdi. İlla bizden destek almak zorunda değildi. Zaten onlar da; her ne kadar altı puan geride kalmış olsalar da, şampiyonluk yarışındaydı. 

Derken bir futbolcu geldi otelin önüne. Fakat bu futbolcu Gaziantepsporlu değildi. Hatta bölgenin takımı Fenerbahçeli de değildi. Bu oyuncu Beşiktaşlı'ydı! Gelen isim, Ahmet Dursun'du. Yanlış hatırlıyor olabilirim ama sanırım motosikletle gelmişti, zira bundan sonra yaşanan tüm gelişmeler bir motorun civarında gerçekleşmişti. 

Ahmet Dursun otelin önünde durdu. Görevlilerle bir şey konuştu. Ve karşı kaldırıma geçip, bizim yanımızda beklemeye başladı.

Beşiktaş, yarışa havlu atmıştı aslında ama o durum pek kabullenilmemişti. Fakat son noktayı bir gün önce koymuştu. Samsunspor ile İnönü'de 0-0 berabere kalmıştı. Taraftarların çok büyük tepkisi vardı o gece. Mehmet Özdilek penaltı kaçırmıştı. Buna rağmen tepkilerin adresi Şifo değil, o sezon bekleneni veremeyen Ahmet Dursun'du.

Hatta Ahmet Dursun bizim yanımızda beklerken de karşı kaldırımdan tepkiler gelmeye devam etti. Tabi muhitin rengi belliydi. Fenerbahçeliler çoğunluktaydı. Tepkiler de onlardan geliyordu. Ve daha çok dalga geçer nitelikteydi...

15 yaşındaki ben; 11 yaşındaki Mahir ve yanımızda rakip taraftarların dalga geçtiği milli futbolcu Ahmet Dursun.... Muhteşem bir üçlüydük...

Adam sinirlenip hıncını bizden çıkarmasın diye düşünürken, üçlü grubumuzun sayısı dörde çıktı. Tabi diğer ikili bizi grubun bir parçası olarak görmüyordu muhtemelen. Fakat fiziksel olarak çok yakındık. Uzaktan görenler bizi de ekibin bir parçası hissedebilirdi.

Gruba eklenen dördüncü ise Erhan Albayrak'tı! Gaziantepspor'un sol kanat oyuncusu. Yanımızda duran iki futbolcu, iki sene önce Kocaelispor'da beraber oynamışlardı. Ayrıca iki gurbetçi oyuncuydu. Belki de Almanya'dan tanışıyorlardı. Neyse ne; sonuç olarak Ahmet Dursun, Erhan Albayrak ile hasret gidermeye gelmişti.

Aslında bakınca o da bizim gibiydi. Biz de Ahmet de, Gaziantepsporlu oyunculara maç öncesi başarı dileğinde bulunmak için oradaydık. Biz çok sansasyonel bir iş yapacağımızı düşünerek hareket etmiştik ama karşımıza sadece Erhan Albayrak çıkmıştı. O da Ahmet Dursun sayesindeydi...

İkili Almanca muhabbete başladılar. Ben o dönem okulda Almanca öğrenmeye başladığım için biraz anlayabiliyordum konuşulanları. Büyük ihtimalle onlar iki ufaklığın (zaten ergendim ama ayrıca o dönem yaşıma göre de ufak gösterirdim) kendilerini anlamadığını düşünüyorlardı. Kadıköy sokaklarında hayattan ve kadınlardan bahsettiler ama Kaybedenler Kulübü kadar karizmatik bir muhabbet değildi sanırım! 

Yine de günahlarını alamayayım, ne de olsa Almanca dönem notum iki ay sonra güç bela 3 olacaktı.

Ortamda kendimizi fazlalık olarak hissetmiştik. Artık gitme vaktiydi. İşler planladığımız gibi gitmemişti. Ama boş yere gelmiş olmak da istemedik. Nedendir bilinmez; o gün Mahir'in çantasında defter vardı. Hatta neden çanta vardı onu da hatırlamıyorum. İki oyuncudan imza istedik. Normalde öyle imza koleksiyonu yapan çocuklardan değildik. Fakat mahalleye de boş dönmek istemiyorduk.

Onlar da sağ olsunlar, defterden kopardığımız sayfaları imzaladılar.


Ahmet Dursun'un az önceki tepkilerden dolayı üzüldüğünü, yüzünün düştüğünü hissetmiştik. Ona "Üzülme ağabey, sen iyi futbolcusun" dedik.

Erhan Albayrak'a ise "Abi inanıyoruz sana, bu akşam golün var. Bir şey yok bunlarda; yenersiniz" dedik.

Kötü günler geçiren ve bizi kırmayan Ahmet'e biraz gönlü olsun diye söylemiştik o cümleleri ama Erhan'a gerçekten inanıyorduk.


İnandığımız da gerçekleşti aslında. Akşam saat 19.00'da maç başladı. Erhan, 40. dakikada golünü attı. 0-2 yapmıştı skoru. Devre biterken de 0-3 olmuştu. Gerçekten Fenerbahçe'de bir şey yoktu. Gaziantepspor yeniyordu... Galatasaray da şampiyon olabilirdi.

Fakat ikinci yarıda her şey değişti... Geri kalan 45 dakika tarih oldu. Süper Lig tarihinin en unutulmaz maçlarından biri oynandı.

Bize de o günden yadigar ikişer tane kağıt parçası kaldı.. 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

müthiş hikaye.