Hayatın kötü ve bıktıran bir tarafı vardır ya; işte o tarafı bana en iyi şekilde öğreten iki semt. Biri Beyazıt, diğeri Balat.
Beyazıt'ta başlıyorum güne. Eski günler. "Nereden nereye"
düşüncesi. Daha da eskiye gidiyorum. Lise yıllarına. Kaygılarım ne
kadar değişmiş. Fakat aynı kaygıları başkaları taşıyor artık. Yani
aslında bu dünyada hiçbir şey değişmemiş, değişmiyor. Herkes sıaryla aynı şeyleri yaşıyor.
Aradan geçen zaman çok uzun da sanki biraz
boş mu? Sadece soruyorum, cevaplar umrumda değil. Çok takılmıyorum.
Önüme bakıyorum, Balat'a gidiyorum.
Balat'ta
menemencide gazete okuyup çay içeceğim. Güzel bir sabah olacak. Bu
sayede geçen sene bir kız için harcadığım tek bir günü ve geleceğim için
yalnız bıraktığım 4 senenin acısını çıkarmış olmanın mutluluğunu
yaşayacağım. Son noktayı koymak için güzel bir ritüel, belki de gurur
dolu bir ödül. Çay-menemen-gazete..
Depremin
bu konuyla alakası yok ama deprem olmasaydı özel üniversitelerdeki
hoca-öğrenci ilişkilerine dair bir şeyler yazabilirdim. Deprem oldu konu
değişti, hayatım değişti. Eğer deprem olmsaydı daha da kötü
olacaktı. Deprem oldu ve sarsıldım.
Ben hayatımda, bu kadar çaresiz kaldığım, bu kadar parçalandığım başka bir gün hatırlamıyorum. Bazen sağa sola hayat dersi verdiğimizi sanıyorum da, en basit şeylere verecek bile cevabım yok aslında. Adam acaba gerçekten de "Yağmur gibi gözlerinden akan yaş niye" diye sorabilmiş mi? Soramazsın bence, öyle kitlenirsin.
Üç sene önce Beyazıt'ta geçen bir hikayede yine böyle çaresiz kalmıştım. Mütemadiyen böyle oluyor. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, sürekli ne kadar yetersiz kaldığımız ortaya çıkıyor. Çıkmasın işte artık ya. Her geçen zaman biraz daha sallanıyoru. Devrileceğiz artık.
Sevdiklerimize güzel şeyler sunamıyoruz. Onlar üzülüyor. Biz onları üzülürken görüyoruz. Bu edebiyatı yapılan yalnızlık aslında güzel şey. Ama tek başına kalacak kadar da güçlü değiliz. Kısır döngü işte.
Ben hayatımda, bu kadar çaresiz kaldığım, bu kadar parçalandığım başka bir gün hatırlamıyorum. Bazen sağa sola hayat dersi verdiğimizi sanıyorum da, en basit şeylere verecek bile cevabım yok aslında. Adam acaba gerçekten de "Yağmur gibi gözlerinden akan yaş niye" diye sorabilmiş mi? Soramazsın bence, öyle kitlenirsin.
Üç sene önce Beyazıt'ta geçen bir hikayede yine böyle çaresiz kalmıştım. Mütemadiyen böyle oluyor. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, sürekli ne kadar yetersiz kaldığımız ortaya çıkıyor. Çıkmasın işte artık ya. Her geçen zaman biraz daha sallanıyoru. Devrileceğiz artık.
Sevdiklerimize güzel şeyler sunamıyoruz. Onlar üzülüyor. Biz onları üzülürken görüyoruz. Bu edebiyatı yapılan yalnızlık aslında güzel şey. Ama tek başına kalacak kadar da güçlü değiliz. Kısır döngü işte.
"Bu
dünyaya çocuk getirmek istemiyorum" diyenlerle yaşımıza bakmadan çok
dalga geçtik. Haklılık payları varmış. Bu dünyadaki adaletsizlikleri
birilerine anlatmak zorunda olmak, hatta onları öğretmek çok acı. Birçok
semte girip çıkarak, bu hayatla savaşmayı öğrendiğimizi sanmışız ama
hala daha yeteri kadar güçlü olamamışız.
Hissettiklerimi bile adamakıllı yazamadım şuraya... Öyle bir çaresizlik ve şaşkınlık işte. Ama dursun kenarda, bugünü ömrüm boyunca unutmamam lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder