Pazartesi, Haziran 20

Hayat Budur



Futbol konusunda Avrupa Şampiyonaları, Dünya Kupası ile yarışır. Hatta belki de öne bile koymak da hata olmaz. Fakat iş müzik kısmına gelince Dünya Kupası biraz daha ağır basıyor. Euro 2016'nın gerçekten rahatsız edici bir şarkısı var.

Oysa çok basitti! Fransa'da yapılan bir yaz turnuvası için bundan daha iyi şarkı olamazdı. Söyleyen bir Cezayirli, dil Fransızca, klipte gençler eğleniyor dans ediyor. Hatta meşale bile var. 3-5 tane futbolcu koyacaksın, belki klipteki dançılara forma giydireceksin, sorunu çözecektin. Şarkının adı; C'est la vie, yani Hayat Budur. Futbol seven turnuva dilencileri için daha iyisi olamazdı.

Şarkının sözlerinde de;

Birbirimizi seveceğiz 
Dans edeceğiz 
İşte hayat bu 

Seninle geçirdiğim günlerden pişman değilim 
Aramızdaki mesafe ne olursa olsun 
Seninle geçirdiğim günlerden pişman değilim 

Bu gece çok güzel olacak aşkım 
Birbirimizi seveceğiz 
Dans edeceğiz 
İşte hayat bu 

ifadeleri var.

Tam turnuva işiydi ya. Boşa gitti. Khaled Abi, Arapça söyledi diye belki insanlar iyi gözle bakmayabilirdi ama IŞID tehdidi altındaki bir turnuva işçin bundan daha iyi mesaj olamazdı. Her haliyle bir turnuvaya  bu kadar uygun başka bir şarkı olamazdı.

Pazar, Haziran 19

Soyunma Odası


Halı saha sonrası Maçkolik'ten kupondaki maçlara bakan biz....

Foto: Copa America'da yarı finale çıkan Arjantin'in soyunma odası...

Pazartesi, Haziran 13

İki Senelik Şampiyona



24 takım gerçekten çok fazla. Fazlalığından öte sağlıklı bir eleme de olmuyor. Yani Dünya Kupası 32 takım ama en azından bir sonraki tura üçüncüler kalmıyor. Üstelik dünya 200 küsür ülkeden oluşuyor, aralarından 32 tanesinin en üst düzey turnuvaya gelmesi normal. Ama şimdi kıtanın yarısı burada. Çok fazla takım. Çok dengesiz maçlar. Çok sağlıksız statü.

Futbolu yönetenlerin kaygısını da anlıyorum. Gerçi anlamasam ne olacak adamlar dayatıyorlar her türlü. Daha fazla maç, daha fazla yayın, daha fazla ülke, daha fazla pazar.. Peki! Anladık bunu. Bir de bir sonraki turnuva farklı ülkelerde düzenlenecek. Bu da garip bir uygulama. 

O zaman orta bir yol bulalım.

Avrupa Şampiyonası iki yaz boyunca yapılsın. İlk yaz elemeler. Türkiye'yi ele alalım. Çek, İzlanda, Hollanda, Kazakistan, Letonya ve Türkiye grubu; toplam 6 takım. 10 maç yapacaklar. Üç günde bir maç. 30 gün. Tek bir ülke. Hatta belki birbirine yakın üç şehir. Mesela İstanbul, Bursa, Ankara. Oynasınlar. Her grup bu şekilde bir organizasyon. Sezon bittikten sonra kıtanın her yerinde maçlar. Bir grup Belçika'da, diğeri İspanya'da, öbürü Polonya'da, İsviçre'de, Yunanistan'da, İsveç'te falan filan... Aynı dönemde. Mayıs ayının sonunda başlasınlar, temmuzda bitirsinler. Sezon içinde de milli maç arası olmaz. Takvim rahatlar.

Bir sonraki yaz da 16 takım tek bir ülkede karşılaşır. Hem eski usul korunur, hem de yazın daha çok maç izlenir.

Olay bitmiştir!

Pazar, Haziran 12

Medeniyet ve İnsan



Tüm dünyanın buluşacağı kaç tane organizasyon olur ki? Bir de tüm dünyanın bir araya gelmesi iyi bir şey mi?

Her şey illa festival tadında olacak diye bir şey yok. Hele konu futbolsa. Futbol taraftarlığı; tutku ve coşkunun yanında şiddet ve kavgayı da getirir. Bu eğilimi engellemek kolay değil ama kavgaları engellemek mümkün olabilirdi.

''Ah bu adamlar ne yapıyor, futbol bu değil'' demek de inandırıcı ve caydırıcı bir söylem değil. İtiraf edelim, evimizde oturup videolardan kavgaları izlemek bizi sarıyor. Dün oynanan maçlardan daha ilgi çekiciydi hatta. Orada, kan konusunu duyan, tehlikenin dibinde olan, cafe'de oturan adamlar bile ilgiyle izlemiştir. Kavgalar güzel olabilir, eğer karışmazsan!

Zaten kavga edenleri de anlayabiliyorum. İyi fantazi! Gençlik, adrenalin, alkol, evden uzakta olmanın rahatlığı, arkadaşlarınla beraber olma güveni... İngilizlere Marsilya limanında kavga etmek her an yapabileceğin bir şey değil. Herkese denk gelmez. Viktor Hugo romanı gibi; bol tasviri olması gereken bir an. Veya Hırvatlarla Paris'te birbirine meşale atıyorsun. Tarihi bir olaya tanıklık etmek gibi bir durum esasında. Eğer dayak yemezsen ve pasaportunu düşürmezsen iyi anı!

Ama bu yazıda kavga övmeyeceğiz. Sadece için bir gerçeklik olduğunu bilmek lazım. Ve 24 Avrupa ülkesinin olduğu bir organizasyonda bu derece bir zaafiyet yaşanmasını eleştireceğiz. Güya turnuva Türkiye'de düzenlense, Ramazan ayı diye olay çıkacaktı. Fransa'da iki günde onlarca gözaltı, yaralılar... Ölüm haberi olduğu söyleniyor ama Fransız yetkililer yalanlıyor. Bir kısmına göre gizliyorlar. Türkiye'de bunlar yaşanır mıydı? Veya yaşansa tepkiler nasıl olurdu?

İngilizler ile Rusların karşı karşıya gelmesini anlıyorum. 2007'de bir husumetleri olmuştu. Ama zaten sadece futbolda değil, tarihsel olarak da bir karşıtlıkları var. En batıdaki krallık ve en doğudaki çarlık. İki uç. Hep bir güç algısı ile yetiştirilmiş çocuklar. Biraz milliyetçilik pompaladın mı; iki farklı da mezhep koydun mu, bir de futbol maçı ayarladın mı olay bitmiştir.

Bu turnuvaya 24 tane takım katıldı. Neredeyse Avrupa'nın yarısı. Neyse ki, Sırplar, Bulgarlar, Yunanlar gelmedi. Onlar da burada olsaydı baya şenlik olurdu!

Yine de stadyum dışında yaşanan her şeye anlam verebilirim. Polisin geç gelmesine bile! Dünya, insanlık, binlerce yıl boyunca ilerledi ve ama kendisinin vandal ve savaşçı özünü de kaybetmedi. Medeniyet de böyle oluştu. Kavga ederek! Acı ama gerçek. Marsilya sahilinde birileri birasını yudumlamak isterken diğerleri de kavga çıkarmak ister. Bu sadece futbolla açıklanacak bir olgu değil. Futbol sadece bu insanları bir araya getiriyor.

Marsilya'da meydanın savaş alanına döndüğü bir video vardı. İnsanlar birbirine girmiş, bira şişeleri havada uçuşuyor. Kanı akan, yumruğunu atan, kaçan, kovalanan. Ara sokaklara girenler, meydanlara çıkan. Tüm bunların olduğu yerde birkaç tane tabela var. Sanırım sinema salonu ile opera merkezini gösteriyor. İnsanlığın iki yönü için güzel bir çalışma. Bu olaylar devam ederse üstüne kitap bile yazılır. Sosyoloji için bulunmaz bir maden.



Öte yandan insan bir yandan da bunlar böyle kavga etsin de yeter ki IŞID gelmesin diyor. İşin asılı boyutu orada. "Siz birbirinizi yerken ben kendi şovumu, üstelik daha unutulmaz ve herkesin gözü önünde yapayım" da diyebilir.Belki de Fransa polisi IŞID olayına çok fazla yüklendiği için holigan tayfayı gözardı etmiştir. Umarım öyledir. Tersten okumak da mümkün. Bunlar holiganlarla baş edemiyorsa IŞID'ı nasıl durduracak?

Stadyum dışındaki, şehir meydanlarındaki olayları engellemek daha zor. Fakat dün stadyum içinde yaşananın özrü yok. İnsanlar ezilme tehlikesi yaşadı. 2016'da inanılmaz bir facianın kıyısından dönüldü. Şuradaki video olayın vahametini gözler önüne seriyor. Bunun üzerine de onlarca şey yazılabilir. 2016 yılında en modern stadyumlarda, Avrupa'nın göbeğinde, teknolojinin her şeyi anında paylaşma imkanı verdiği bir zamanda, güvenlik önlemleriyle örnek alınan Avrupa.

Yine de son iki günde yaşananlardan şunu anlıyoruz. Ruslar baya organize gelmiş. Zaten forumlara bakınca da görüyoruz. CSKA, Spartak ve Lokomotif tayfaları birleşerek gelmiş. İngilizlerin kemik holigan tayfası zaten böyle olaylarda ülke dışına çıkamıyor. Türkiye'den vize ve pahalı masraflar nedeniyle böyle katılım olmamıştır. Yunan'ı Sırp'ı yok. Meydan da Rus ve Polonyalılara kaldı. Eğer IŞID araya girmezse bu iş de böyle yarım kalmaz, devam eder.

Yalan yok hepimiz insanız ve medeniyete adapte olmakta zorlanıyoruz. Haliyle, futbol maçları bitince, aradaki boş saatleri bu kavgaları izleyerek geçirmek de rahatsız olduğumuz bir şey değil. Gerisini Fransa polisi düşünsün.

Cuma, Haziran 10

Before Midnight



Before Sunrise ilham vericiydi. Sadece o dönem değil, seneler sonra bile filmi izleyen gençlere ışık tutacak bir film. Bir başyapıt olmayabilir ama eğer böyle bir kavram varsa kesinlikle bir başucu filmi...

Before Sunset, ilki kadar hareketlendirici bir film değildi. Ama güzel bir nostaljiydi. Kendi çapında bir romantizmi vardı. Hoşlukları vardı. Eğer böyle bir kavram varsa kesinlikle 'çıtırlık' bir film. 

Before Midnight, serinin en son geleni, en zayıf olanı ama en karamsar olanı belki de. Fakat kim için karamsar?  Bizim için değil.

Jesse ve Celine iki farklı karakter. Fakat yine de ortak özellikleri var. Aynı hayatın, aynı kaygıların insanları. Tamam, hayatın bir evresinde birbirleriyle çatışıyorlar ama aynı bohem sınıfın ve aynı ekonomik gücün temsilcileri. Celine sanatçı bir ailede doğmuştu yanlış hatırlamıyorsam. Jesse de yazar olmuştu. İkisi gençken bunlar bize batmıyordu. Onlara da batmıyordu. Hayalleri ve enerjileri vardı. Bizim de! Ama şimdi dert oldu. Onlara da bize de!

Bir Yunan adasında, muhteşem bir atmosferde, arkadaşlarıyla beraberken bir masada yemek yerken yaydıkları negatif enerji bizi korkutacak cinstendi. O yemek sahnesinde, korkarak 'Acaba ne zaman kavga çıkacak' diye beklemeye başladım. Birileri masayı terk etmeli ve arka arkaya dramlar başlamalıydı. Çünkü o kavga oraya doğru gidiyordu. Onlar da haklı kendilerine göre ama bizim baktığımız yerden ne büyük şımarıklık? O masada, o adada insan sevdiğiyle niye tartışır?

Birçok korku filminde bile bu kadar gerilmedim. O ortamı yakalamış insanların, bu ortamı bozabilecek bir tartışmaya girmeye hevesli olmaları üzücü. Bizden uzak şeyler. Anlayamadığmız durumlar ve kaygılar. O sahnede kavga çıkmadı ama daha sonrasında film bu çatışmalar üzerine kuruldu. Tamam, orta yaş insanları bu tarz çatışmalara daha çok giriyordur. Biz daha o evreye gelmedik. Ama olsun. Bir ilişkiyi sallandıracak husumet yoktu sanki. En azından bizim için.

Bazı sahnelerin çok uzun tutulması bilerek mi düşünüldü emin değilim. Diğer iki filmde de uzun sahneler vardı ama bu sefer heyecan verici, coşku dolu diyaloglar yoktu. İnsan izlerken, "hadi bitsin bu sahne" diyor. Belki de izlediğimiz ilişkinin tıkanmışlıklarını bize hissettirmeye çalıştılar. Umarım öyledir.

Filmin sonundaki, "Eğer gerçek aşkı istiyorsan işte bu o. Bu gerçek hayat. Mükemmel değil ama gerçek" cümlesi akılda kalan tek unsur belki de. Başka zaman katılacağım bir cümleydi ama biz Before Sunrise sayesinde çok farklı bir şey görmüştük. Haliyle bir tebessüm ve hayal kırıklığı oldu. Genç ve güzel kızları Avrupa'da trenden indiren ve birçok üniversite öğrencisinin Interrail - Erasmus yaptırmasına vesile olan Jesse, ne hale gelmiş? Neler diyor bize? Ama belki de üçlü serinin böyle ilerlemesi de, o kişilik değişimlerini göstermesi de ayrı bir güzelliktir.

Yine de genel anlamda, Yunanistan'daki masada oturamayan biri olarak; bunlar bizim derdimiz değil diyorum.

Yine de bu serinin bizdeki yeri ayrı. Dördüncüsü, beşincisi bile çekilse izlenecek, kaçarı yok. Allah ikisine uzun ömürler versin yeter. Ethan Hawke'ın 45 yaşına gelmiş olması yeteri kadar düşündürücü zaten...

Çarşamba, Haziran 8

Zaman


Çocuklarınızla fotoğraf çektirin. Çocuklarınızın fotoğrafını çekin. Zamanın akışını çok net göreceksiniz. Bu çoğu zaman çok acı verici olur ama bazen yaşattığı çok büyük gurur yaşatabilir.

Perşembe, Haziran 2

Şifrenizi Girin: 4 8 4 8



2-3 sene önce İstanbul Üniversitesi'nin uzaktan eğitim programı başlamıştı. Açıköğretim'in farklı versiyonu. Acayip gaza gelmiştim. İçimizde kalan ukteleri doldurabilecektim.

"Oysa ben senden neler neler isterdim" diyen Onur Akın gibi saldırmıştım kayıtlarına. Ne hayallerim vardı. Part-time bir iş bulurdum. Geri kalan zamanları ise Eski İstanbul'da geçirirdim.

Derslerin tümüne girerdim. 10 numara ortamım , 4.99 ortalamam olurdu.

Erasmus'a gelmiş bir kızla da evlenirdim. 

Bölüm mü? Tabi ki "s o s y o l o j i "

Uyanır uyanmaz başlıyoruz etrafı gözlemlemeye. Kendinden, ailenden, komşundan, bakkalından, otobüste yer verdiğin yaşlından, ağzı sarımsak - teri çemen kokan gül benizli kızlarından, boş istanbulkart seslerinden, "ben sizin yerinize basarım isterseniz" deyip kıkırdayan ergenlerinden...

Ama tabi her şey gibi o da kursağımızda kaldı. "Senin beklediğin gibi değil" diye hevesimizi kırdılar . "Yedirmezler" dediler, ilk turda elediler bizi.

Ama bu ülke işte bu ülke , her dakika değişen gündemiyle biz "atanamayan amatör sosyologlara" bir imkan sağlıyor. Hobi olarak devam ediyoruz.

Konu: İstanbul'un fethi kutlamaları... 

Bu haftaki ödevimiz. Farzet ki Amatör Sosyoloji 4 dersinde haftalık ödevimiz bu olmuş. "Hayallerde yaşayan ibine" olarak bağırsa da hayat tribünleri, cevabı gözlemlerimizle ve yaşanmışlıklarımızla veriyoruz. 

90'ların en yoğun günleri. Ali Sami Yen ya da İnönü'de olurdu bu kutlamalar. Anadolu Gençlik Derneği organize ederdi . Refah Partisi ( ki 3 senede 1 ismi değişirdi) ve Erbakan Hoca konuşma yapardı. Karadan gemiler yürütülürdü falan. "Çimleri mafettiler" di o zaman ki mottomuz, kimi arkadaşlar "daha iyi olum adamlar hacı-hoca, okurlar üflerler uğurlu gelir" derdi. Hatta Daum'lu şampiyonluğu da ona bağlayanlar olduydu.

Semtten deli gibi beyaz Kartal giderdi kutlamalara. Çoluk çocuk. Genelde ötekileştirilmiş abilerimizin arabalarıydı bunlar. Güzel insanlardı. Cuma'larda , kandillerde , teravilerde buluşurduk. Bu kadar zıt kutuplar değildik. 



Beyaz sakallı amcalar Nubar Terziyan temsili, pala bıyıklı dayılar Hulusi Kentmen temsili olarak gezerlerdi. Kurban'da getirilen kavurmalar olurdu, pide kuyruklarında "aman okuyun bak, napın yapın" nasihatleri "askerlik anılarına" karışırdı susamlı susamlı.

Hepsi ticaretle uğraşırdı köşesinden, altın bilezikli tayfadandı. Pazardan dönerken meyve getirme, bisiklet lastiğine hava basınca para almama, mikasa top hediye etme gibi mülteci sevapları olurdu ara sıra...

Sonra yıllar geçti , sermaye el değiştirdi. Mahallede top sahibinin el değiştirmesi gibi... Artık emekli astsubay yönetici "keserim topunuzu" demiyor mesela. "Bırakın çocuklar oynasın , zaten oynayacak alan mı bıraktınız" deyip destek çıkıyor Sözcü gazetesini okurken.

Enes ile Sümeyye Nur ise sokağa çıkmıyor , Playstation'da evde, akşam ezanından sonra ise AVM'ye gidilecek. Ama ne garip hepsi Acun'da birleşiyor.

Bazen kendime kızıyorum. Ne güzel işte, dönüşüyor kent. Artık 1.kat patlıcan kızarttığı zaman , 4.kat duymuyor. Ki canı çeker diye ufakta olsa çıkarılırdı. 

Gerçi kimse patlıcan da kızartmıyor. Haberler kimi zaman "Sinsi kolestrol yapan patlıcana dikkat!!" haberleri yapıyor, kimse yemiyor, "Canan Hoca'dan nikotin deposu patlıcan uyarısı" gibi gündeme (!) dair uyarılar yapıyor. Ona göre şekilleniyor hayatımız.

Biz ilk nerede kutuplaştık diye soruyorum kendime. Bankamatik ve cep telefonu şifrelerinde! 1453 yapanlar milliyetçi , 1881/1923 yapanlar ulusalcı , 1234 yapanlar liberal...

Merkez sağ aslında Bodrum gibi...48 idi zamanında Muğla'nın bir ilçesi idi, şimdi Bodrum'un ilçesi Muğla oldu neredeyse. 

Resim manidar..Bunları hatırlattı napim...

Yazan: Refet