Salı, Haziran 20

The Great Escape


2017 yılındayız. Bizim kuşak -henüz- evrensel bir savaş görmedi. Teknoloji ilerledi. İnsanlık her şeye rağmen ilerliyor. Fırsatlar, şanslar, 60 sene öncesine göre çok daha ileri düzeyde. Fakat toplumların ve bireylerin mutsuzluğu artıyor.

Birçok arkadaşımla konuştuğumda mutsuzluklarından dert yanıyorlar. Hemen hepsi yukarıdaki gerekçelerin de farkında olduklarından mutsuzluklarını bir kat daha arttırıyorlar. Kendilerini, elindeki imkanların değerini bilmeyen şımarık bir çocuk gibi hissediyorlar. Oysa psikoloji sanıldığı kadar net kazanımlara, varlıklara dayanmaz.

The Great Escape üzerinden yıllar geçen muhteşem bir film. İkinci Dünya Savaşı'ndaki bir esır kampında geçer. Kamptan kaçmayı konu alır, ki bu bağlamla birçok hapishane filmine öncü olmuştur. İçinde kadın bulundurmaz. Oyuncu kadrosu yıldızlar karması gibidir. Karakterler özenle yazılmıştır. Her şeyiyle muhteşem bir sinema filmidir. Peki buradan ne çıkar? Anlatalım...

Kahramanlarımız, zor şartlar altında olmalarına rağmen ilk günden beri esir kampından kaçmaya çalışırlar (spoiler), sonunda başarırlar ama en son noktada hüsrana uğrarlar. Gerçek bir hikayedir. Gerçek bir trajedidir. Film hakkında birçok yazı yazılabilir. Nazi siyasetinden kaçış temalı filmlere, Steve McQueen'in karizmasından Amerikan ideolojisine dair birçok konuda tartışmak mümkün. Fakat ben filmin en sonundan yola çıkarak, yukarıya bağlayacağım.

Filmin geçtiği esir kampında şartlar kötüdür. Kaynaklar kıttır. Zaten savaş dönemidir. İnsanların üzerinde çok geniş bir umutsuzluk hakimdir. Buna rağmen esirler, birlik olur ve tüm strese rağmen eğlence içinde kaçış planlarlar. En sonunda yakalanırlar ve karakterlerden Bix X şöyle der yanındaki arkadaşına;

 "Biliyor musun, Mac, tüm bunlar, organizasyon, tünel kazma, Tom ve Harry beni dinç tuttu. Bu durumda bile hiç bu kadar mutlu olmamıştım."

Bu replikten 10 saniye sonra, lafı söyleyen, lafı dinleyen ve civardaki onlarca kişi taramalı ile öldürülür. İkinci Dünya Savaşı'nda bir esir kampından kaçan ve sonunda yakalanan ve her an ölüm tehlikesini yanında hisseden bir insan nasıl hayatının en mutlu dönemimi yaşayabilir ki? Çok basit. Bazı değerler vardır; bizi mutlu eden esas onlardır. Maddiyat, huzur, rahatlık gibi kavramlar değildir. Bu kavramlar arasında; dayanışma, sosyalleşme, üretmek vardır. İnsan sosyal bir varlıktır ve her zaman bir amacı olmalıdır. Bu amacı çevresindekilerle beraber bir eyleme yönlendirebilirse mutlu olabilir. Bu bazen esir kampı olur, bazen bir futbol takımı olur, bazen kızlarını üniversite sınavına hazırlayan bir aile, bazen afetzede bir mahalle... Ne olduğu önemli değildir. Fakat mutluluk, o eylem ve amaç var oldukça canlı kalır. Sonsuz olmayacağı da bellidir. Bir kandırmaca da denilebilir. Fakat olan biten tamamen budur.

2017'de insanları, özellikle gençlerin bu kadar mutsuz olmasının sebebi budur. Sosyalleşemiyorlar. Ortak hareket edemiyorlar. Ortak hareket etmeyi sevmiyorlar. Eyleme geçmiyorlar. Ve en sonunda hayatta amaçsız kalıyorlar. Bu durumun oluşmasında hataları vardır. Kendi yetersizlikleri de muhakkak olan bitende pay sahibidir. Yine de düzelmeyecek bir mesele de değildir ama en kötüsü de "O kadar paran var, sevdiklerin yanında. Nasıl mutsuz olabiliyorsun?" tarzı cümlelerle ahkam kesenlerdir. 

The Great Escape; sonucu itibariyle muhteşem bir kaçış değildir, hatta olabilecek en dramatiğidir. Ama karakterlerin hisstikleri "Great" bir duygudur. Her insanın tıkıldığı bir esir kamp vardır, oradan kaçmak için çabalarsa kendini çok iyi hissetmeye başlayacaktır.

Her şeyiyle şahane bir filmden bahsediyoruz. Sonuçta bu sinema postu, filme hakkını vermeden bitirmeyelim. 

Hiç yorum yok: