Pazartesi, Haziran 12

The Man in the Machine / Steve Jobs



Bu postta iki filmi beraber değerlendireceğiz ama gerçekten de böyle olması gerekiyor. Steve Jobs’un ölümünden sonra çekilen ikinci önemli film iki sene önce çok tartışma yaratarak vizyona girmişti. Beklenti çok büyüktü ama ardından gelen yorumlar çok kötüydü. İzledikten sonra yaşanan sıkıntıyı çok bariz şekilde anladım.

Filmin gerçekten de zorlayıcı yanları var. Birincisi alıştığımız tarzda bir biyografi değil. Yani doğumdan ölüme kadar uzanan veya ona yakın geniş bir zaman aralığından bahsetmiyoruz. Hatta sadece üç gün var. Üç ayrı senede geçen üç ayrı günde geçen olayları anlatıyor film. Sadece 1984, 1988 ve 1998 yıllarına ait bir günde geçen diyalogları dinliyoruz. O konuşmalardan Steve Jobs’un hayatını, kariyeri boyunca verdiği kararları ve karakterini çözmeye çalışıyoruz.  Bu yüzden çok fazla replik barındırıyor. Konuşmaların çok hızlı bir şekilde devam etmesinden dolayı izleyici de zorlanıyor. Takibi zor bir film. Öte yandan Steve Jobs, ABD’de çok popüler bir isim. Hayatının her ayrıntısı yıllardır biliniyordu ve göz önündeydi. Onlar için biraz daha kolay olmuştur. Fakat Türkiye izleyicisi, adamın kendisine o kadar hakim değidi. Bu da bizim için filme girmeyi zorlaştırmış olabilir.

Yine de her şeye rağmen, ben filmi kötü bulmadım. Tiyatro geleneklerine uygun sinema filmlerinden ki bu tarzı zaman zaman izlemek keyif veriyor. Fakat tempo vermesi zor olur, o açığı kapatmak için karakterlerin girdiği diyaloglar tartışma modundaydı. Bu da yorucuydu.

Fassbander, bu filmde ilk düşünülen isim değilmiş. Daha önce Bale ve Di Caprio isimleri geçmiş. Hatta yapım şirketi Tom Cruise’u bile istemiş. Uzun adamı, Cruise’a bırakmak tarihi bir hata olurdu. Jobs, tip olarak çok net bir şekilde Ashton Kutcher’a benziyor. Fakat bu durum da sıkıntı yarattı. 2013 yılında vizyona giren Jobs filminde başrol Kutcher’ındı. İyi not alamamıştı. Ben de henüz izlemedim. Fakat Steve Jobs’un hikayesi ilgimi çekiyor ve o nedenle o filme bir ara bakmayı planlıyorum. Fassbander’a geri dönersem, kendisini yetersiz buldum. Karakterin içine giremediğini; hatta başka bir karakter yarattığını söylemek durumundayım. Biyografilerin oyuncular için zorlukları… Fakat rol arkadaşı Kate Winslet şahaneydi. Gerçi onun canlandırdığı karakter hakkında çok fazla bilgimizin olmaması, onun işini kolaylaştırmış olabilir. Jobs’ın kızı Lisa’yı iç farklı dönemde canlandıran kızlardan ilkine bayıldım, ikincisine gıkım çıkmadı ama üçüncüsü şaşırttı. Biraz fazla büyümüş Lisa geçen sürede… Bir de filmin sonunda ABD sineması klasiği ile cıvık bir baba-kız ilişkisi vermelere çalışmaları kötü olmuş.

Filmin yönetmenliği için önce David Fincher düşünülmüş ama olmamış. Sonra Danny Boyle'a düşmüş proje. Aslında Jobs’un hayatını bir şekilde Fincher’dan izlemek ilginç olabilir. Tabi insan bazen “Daha ne kadar Jobs filmi çekilecek?” diye sormadan da edemiyor. Belki izleriz. Ne de olsa I-phone gibi her sene yeni bir film çıkıyor piyasaya. Öte yandan bazıları bu durumdan rahatsız. "Bu kadar pompalamayın kardeşim" diyenler çok. Ama bir yandan da, teknoloji dünyasına ve geleceğe ve dünyaya damga vuran bir adamın hayatına dair birden fazla film çekmek abes değil. Sinema sadece yüz yıllık bir olgu. 1000 yıllık olsaydı; acaba hayatlarını şimdi şimdi sinemada izlediğimiz önemli insanlar, o dönemlerde de sinemaya yansıtılır mıydı? Bence, ünlü bir şahsiyetin hayatını sinemaya aktarmak için elli sene beklemeye gerek yok, bu algı bizim yeni alıştığı. Fakat popüler kültürde izleyici ve müşteri benzer filmleri hemen izlemek istemez herhalde. Zaten Steve Jobs filmi de özellikle ABD’de gişe başarısızlığına uğramış ve hatta vizyondan erken kaldırılmış.


Ben filmi beğendim. Çok iyi değildi ama zorlanmadım. benim için de zordu ama neyse ki filmden birkaç gün önce tesadüfen The Man in the Machine adlı belgeseli izlemiştim. Şahane iş. Steve Jobs’un hayatına temas edenler insanlarla yapılan röportajlarla babalık testinden Çin’de yaşanan olaylara kadar Steve Jobs ile alakalı hemen her konuya değinmişler. Bu sayede benim için bilmeden filme çok iyi bir ön hazırlık oldu. Aksi durumda filmin kendisine ben de burada çok küfredebilirdim. 

Sonuç olarak karşımızda çok ilginç bir karakter var (Artık yok gerçi). Teknoloji dünyasına, belki de ekonomik sisteme, topluma yön veren ama bunu teknoloji alanında yapmasına rağmen kimilerine göre kod bile yazamayan bir adam… Yaptığı konuşmalarla birçok gence ilham veren ama diğer taraftan çevresindeki insanlar tarafından hiç sevilmeyen, kontrol manyağı, yüksek egolu bir insan.

Belli oldu; demek ki biraz daha okuyacağız, biraz daha izleyeceğiz. Günün sonunda adamımız Woz olabilir ama o da tekin bir adama benzemiyor. Bu tarz filmlerde ve belgesellerde arka planda yer alması, ona olan bakışımı da olumsuz olarak etkiliyor.

Sonuç olarak önce belgeseli, sonra filmi izlemek çok keyifli olabilir.

Hiç yorum yok: