Cuma, Kasım 17

Durmuş Saat Yazı Dizisi #4




Yazar: Refet

"Bittiğimi yazdı, okumadın mı beni manşetlerden...?"

Yazmaya niyetlendiğimizde izlediğimiz yol belli. Genelde hesapsız ve kitapsız girişilir, semt yürüyüşü şarttır ve akabinde ilham otomatikman gelir. Çelik yazısına hazırlanmak oldukça zor oldu. Ya biz kim köpeğiz gerçi, 'Çelik yazısı için havaya girmek' diyelim.

Önce klipler izlendi, sonra külliyet, sonra web sitesi... Hatıralar güncellendi. Bu sefer değişik bir şey oldu. Çelik'in son 15 senedir "ne şarkıydı be" dediğim bir eseri olmamış. Dongi Dongi - Okan Bayülgen Klip Arkası'nda başlayan algı operasyonları, Kadir İnanır ile motive olayı, "Çelik naber Atatürk nasıl?" geyiği, şarkıları uzatarak söyleme taklitleri, tarikat olayları, şarkılarını başka biri yazıyor muhabbeti,"Tehdit ediliyorum" diyerek Bakü'ye gitmesi, tutmayan albümler, semtte açtığı kulübün tutmaması, agresif bir tavır, populist söylemler, çıplak pozları, kadın kılığına girmesi...

Kendisinin kliplerinden çok son dönem katıldığı haber ağırlıklı talk-showları izledim. Her telden kanala konuk olmuştu. Algı operasyonlarından bahsediyordu."Televizyonda biz bir kuş gösterirsek o kuş vardır.." diyen CNN yöneticisini gösteriyordu "90'larda Kuveyt-Irak petrol savaşlarının simgesi petrole bulanmış karabatak, aslında farklı bir ülkede çekilmiş bir resimdi" diyerek olayı farklı bir yöne taşıyordu. Söylediklerinde haklıydı ama futbolcu/popçu bu konulara girince bir garip duruyor. Sanki popülerlik gidince "buradan yürürüm" gibi gözüküyor.

Son dönem katıldığı programlarda bu soru defalarca kendisine yöneltiliyor, "Aşklar, ilişkiler sağlıklı değil, boşanmalar arttı. Daha sonra insanlar benden aşk şarkısı bekliyor. Ben onların hızına yetişemem" diyerek teoride haklı ama pratikte kekremsi bir tad bırakan açıklamasını yapıyor.

O zaman bozuk saatin doğruyu gösterdiği "o" anlar :


1) Meyhaneci - 1993



Blogların ilk çıktığı zamanlara benziyor. 'Sık kullanılanlar' da 20938 tane blog vardı. Birinden çıkıp , birine akılırdı. Okay Karacan'ın, "Ben gençlere çok önem veriyorum. Dinazorların köşelerini okumuyorum. Artık gençler var, blogları okuyorum " deyişi üzerinden 5 sene falan geçmiştir ama sanki yıllar geçmiş gibi. Oysa bu şarkının çıkışı daha dün gibi. Bu biraz kabullenemeyiş sanki. Manşetlerden bittiğini okuduğumuz Yaşar'ın 50 yaşına gelişine inanamamam gibi mesela.

O sene tam bir Şampiyonlar Ligi D Grubu tadında bir sene olmuş Türk popu için. Aşkın Nur Yengi , Bendeniz, Deniz Arcak, Fatih Erkoç, Harun Kolçak, Sibel Tüzün, Suat Suna... Bunlar ilk 11... Yedek/sakat/cezalı/kadro dışı ve lisansı yetişmeyenleri saymıyorum bile. Albümler çıkıp , hazmedildikten sonra da goygoyunun Grup Vitamin tarafından yapılması... Hatta bu şarkı için de "İçiyorum her gece, her gece başka bir işkembe" diyerek goygoy yapmışlardı.

Futbolda ise Galatasaray; değil şımaykıl, tüm maykılların gelip çıkartamayacağı gollerle Manchester United'ı eleyip, Şampiyonlar Ligi'ne kalıyordu.

Üç sene üst üste şampiyon olunduktan sonra, babayla ilk kez gidilen bir maçtan boynu büyük dönüyorsun ve yeni sezonda da efsane Gordon Milne gidiyor. "Keşke başka takım mı tutsaydık" diye itiraf edilemeyen korkular yaşarken, mor forma uğursuzluğuna bağlanıyorduk.

Keşke bu Ölüm Grubu sadece müzik ve futbolla kalsaydı. Suikastler, zehirlenmeler, faili meçhuller, bombalamalar, yangınlar..

O senede her gün bir şeyin patladığı gibi (şehirlere bombalar/skandal) şarkının patlaması 1993. Kafamdaki meyhaneci figürünün hep böyle kalender, dert dinleyen, adam oğlu adam, kadın oğlu kadın gibi biri olarak doğması ve o figürü/mekanı o gün bu gündür hiç bulamamam bu dönemlere rastlar.

"Her şeyi boş ver , çal bu gece" 

Ülke yavaş yavaş dizayn edilmeye çalışılıyordu ve sütten ağzı yananlar "aman boş ver her şeyi, sen müzik/futbol ilgilen" diyerek pek haber izlettirmiyorlardı sanki. 92 sonunda akdeniz(kısmetim1) ve Ocak 93'te boğazdan geçen bir gemide (lucky-s) tonlarca uyuşturucu yakalanıyordu. Bu uyuşturucular notalar ve futbol toplarıydı sanki. "İmha edilmedi, piyasaya sürüldü onlar" denmişti o zaman. Gerçekten de uyuşturuluyorduk.

Hayalimizdeki meyhaneciler Kör Agop, Madam Despina tarzı figürler yerine "Adım Nedim mekanın sahibiyim" diyen adamlara dönüşüyordu.

"Şanslı bir nesilsiniz, poster itisiniz" diyenler, ne kadar kısmetsiz olduğumuzu bilmiyorlardı. 90'lar limandı, bizse bir gemi. Bir daha gelirsek...

Her şeyi boş vermiştik ve o "çal" komutunu yanlış anlamıştık. Kukalı saklambaç ya da istop için değil, köşe dönmek için birbirimizi kovalıyorduk artık. Dershaneler giriyordu hayatımıza; sınavlar, çoktan seçmelilere karışıyorduk.

Christoph Daum bile "Skrm böyle aşkın ıstırabını" diyerek huzuru maddede buluyordu. Alpay'ı 80'den sonra gizli forvet olarak ileri gönderiyor, Kuntz'u stopere falan alıyordu. Şampiyonluk kutlamasını "Civelek civelek" ile değil Asena ile yapıyordu. 


2) Hercai -1995



İZEL, ERCAN, ÇELİK... Üçü de ayrı ayrı albümlerini çıkartırken , üçünün albümü de güzel gidiyor. Hani şey gibi; iki sevgilinin ayrılıp daha sonra güzel ilişkilerde yol bulması gibi. Helallikler alınmış, çifte kurbanlar kesilmiş, kesilen kurbanların dağıtılan etleri sofralara gelmiş, susatan kavurmaların üzerine soğuk sular içilmiş falan filan...

Mirkelam'ın bir gecede hayatımıza girmesinden dolayı şüphelenmeliydik aslında "Bu ülkede pop müzikte güzel işler oluyor, Beşiktaş Sergen'le şampiyonluğa koşuyor, Türkiye Avrupa Şampiyonası'na gidiyor..." Ahmet Kaya; Arka Mahalle, Beni Vur, Beni Bul Anne diyerek mesajını vermiş ama biz hercai menekşe gibi yine gözü bok rengi kızlara "Ya gözlerin? cezayir menekşesi rengi değil mi bu?" diyerek yürüyorduk ve gereksiz bir şekilde kaba et kaldırıyorduk.

Ocak ayına vira bismillah diyerek girip daha ilk haftasında İSKİGATE skandalı patlıyordu. Levent Kırca ile ski muhabbetlerine gülerken, aynı kanalda Güner Ümit ağız ishali oluyordu. Bir ay sonra kahveler taranıyordu. Toplum mühendisleri "Ya yeter aq, bunlar iç savaş yapmıyor işte. Biz yine Yunanistan muhabbetini koyalım, o seviliyor" diyerek Kardak krizleri patlıyordu. Oysa biz "Denizleri aş da gel kurbanın olam" klibini izlerken bundan bahsetmemiştik.

Windows 95 yüklü bilgisayarlar hayatımıza girmeye başlıyor , Halk aralık ayında yapılan seçimlerde yine bombanın pimini çekip bırakıyordu. "Bu kış da efkarlıyız, 96'ya Allah kerim / Fatih Terim" hayallerimiz suya düşüyor, Tarkan-Kış Güneşi'ne inat "yamalı Sevdalardan bıkmadık" diyerek Refah-Ana-Yol-Baba tarzı bombaları bırakıyordu önümüze.

Şarkının klibi 2000 yılında çekilen Memento'nın ilham kaynağıydı. Sürekli flashbackler... Klipte oynayan Tuğba Altıntop, klipteki muhabbet gibi daha sonra katıldığı güzellik yarışmasında Rafet El Roman'la tanışıp evlenecekti.

Klipleri, şarkıları oluşturan senaristler gibi birileri de ülkelerin tarihlerini yazıyor galiba. Bu yıllarda İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına katılmak yerine müzikle ilgilense Zülfü Livaneli, belki şu an ben 1994 İstanbul Yerel Seçimler sonuçlarına bakmak için Wikipedia linkini tıkladığımda "engelli" uyarısını almayacaktım.

Neyse; şarkıdan, şiirden, doğadan, pastorelden uzaklaştık biraz. İki tane çiçek varmış, kır çiçeği. Bunlar böyle dağda, bayırda, ovada ortak bir arkadaş vasıtasıyla tanışmışlar. Aileler falan duysa kökünden falan söküp atarlar ya da saksıya fesleğen misali oturturlar. Başlamışlar gizli gizli görüşmeye. Karda marda yürüyorlar, izlerini belli etmiyorlar. Ama vuslat hiç gelmiyor. Baharda herkes açtığından, ortalık Şampiyonlar Ligi. Güller, dikenler, peygamber çiçekleri, zehirli sarmaşıklar, devetabanları, mor menekşeler... Siz kim köpeksiniz de vuslata 5 kala tutuşacaksınız hainler!

Bunlar "Bu bahar açmıyoruz" diye anlaşıyorlar. Mail grupları ve trend topikler, bildiriler... Kışın açacaklar gizli gizli, herkes ölü gibi osura osura uyurken açacaklar, sokaklar ikisinin dünya tatlısı bir ortam.

Bir tanesi anlaşmayı bozuyor ve yazın dayanamayıp açıyor. Deniz, kum, güneş, karpuz, dondurma aklını alıyor ve açıyor. Bu uçkur düşkünü, cemiyet düşmanı, halk arasında "amın oğlu" diye tabir edilen çiçek Hercai... 

Kışı bekleyen ve boynu bükük çiçek ise Kardelen...



3) Dilberim - 1995


Cep telefonları ufak ufak peydah olmaya başlamış, isim kaydetmeler... Yaşıtlar manita yapmaya başlamış, heves ediyoruz. Kanımız kaynıyor. Etrafta hercai menekşeler dolu, biz kardelenimizi arıyoruz açmak için "Manitalar gece güzelleşir" misali yeşil ekrana beliren "ARIYOR" yazısına heves ediyoruz. Manitası olanlar "CANISI" diye kaydediyor. "Ulan nasıl oluyor acaba" diyerek cuma son ders çıkışı "Sana da iyi tatiller, pazartesi görüşürüz" diyen platoniğin ev telefonunu "DİLBERİM" diye kaydediyorum. O yazı o ekranda hiç belirmedi ama onun olduğu ülkede kar yağmazmış meğer, o kar tatili yapmak için uzak ülkeleri tercih edermiş. 

Hercailik yukarıdaki hikayeden biraz farklı bir hal aldı aslında yıllar sonra. "Ne kırık, ne çıkık, ne fıtık, bıkık hocam bıkık" fıkrasında anlatıldığı bıkıklıktan, biraz iş görüşmesi tadında geçen tanışma hikayelerinden. İlişkiler artık futbol gibi gelmemeye başladı yaş ilerledikçe. Sürprizlere, mucizelere, Tanrıların ellerine ihtiyaç duyulmuyor. Basketbollaştı, bollaştı. Daha taktik, daha satranç, daha bilgi, daha birikim, daha kuvvet... Harlem her türlü ezer geçer hâlâ. "White Man Can't Jump" dedikleri olay misali "Efendi Adam Can't Jump" her zaman yürürlüktedir.

Dil-berimizde söyleyemediklerimizi, seneye 10.yılını kutlayacak bir blog köşesinde Çelik-Dilberim'le anlatıyoruz. Allah bizim  belamızı zaten vermiş.

Harlem'in Muğla Ormanspor basketbol takımı ile maç yaptığını düşünün (yani imkansızdır bir araya gelmeleri de işte, Bodrum'a kampa gelecekler falan).

Sabaha kadar üst ve 1/1. Basketbol budur, günümüz gerçek aşkları da bu . İSTATİSTİK-TEKNİK- İRADE-HIRS-AZİM-KONSANTRASYON-DENGE- ZAMANLAMA-BİLGİ-DENEYİM-DİSİPLİN-İSTEK-DİRAYET...

Oysa Barcelona ve Anadolu Üsküdar, 100 kere oynansa 1 kere falan belki 0-0 biter. Bir şey olur ve tarih yazılır. En kötü 0'dan 1 olabilir. Lodos olur falan, kötü Beylerbeyi zemini... Ve Harem'de takım otobüsü bekleyen yüzlerce militan, çiçekler içinde bir pankart taşırlar: Gönlüme taht kuran dilberim

Bir ilişkinin giriş-gelişme-sonuç döneminin şarkısıdır bu parça. Notalar aynı, sözler farklı.

Buyurun Futbol Mündial tadında, belgesel tadında, Müzik (UN - Dİ - AL )

Gelişme : Çelik - Dilberim
Sonuç: Yaşar - Aldanırım


4) Afedersin - 1995


Bu şarkılar hakkında bir ara bir söylenti çıkmıştı. Bir bayan tarafından yazılmış, aslında Çelik'e ait değilmiş. Tarikat şeyhine yazılmış, Tuzla'da da ölü bulunmuştu falan. O değil de bana sanki uzun bir inziva döneminden sonra çıkmış gibi.

Hani bazı zamanlar olur. Bir diziye takarsın, bir haftada bir sezon biter ya da bir sinemacının tüm filmlerini arka arkaya izlersin, külliyatı hatm edersin.

"Her gün yeni bir şeylerden vazgeçiyorum"

Yukarda gömdüğümüz ağzımızı bozduğumuz hercai çiçeğinin kendini anlatma çabasıdır. Onun da bizim seri gibi "Ben kötü biri değilim, bakın doğru saati gösteriyorum işte" diyerek bir özeleştirisidir aslında.

Trompet solosu zaten saygı duruşu tadındadır. Matemdir, yastır, hatırlamaktadır. 

"Şimdi bir tek şey kalmış becerebildiğim"

Günün ikinci yarısında gösterdiği doğru zamandır gamın oğlu hercai menekşenin. "Biz de böyleyiz napalım" demek bile perşembe veya özel kandil geceleri müslümanlığı tadındadır. Olsun, iyidir!

Afedersin... Telefondaydım da.. Dur anlatayım:

Yıl 1996
Bodrum'a ilk geldiğimiz yıl
Eve hırsız girmiş
20 küsür yıllık ev, yazlık hayali
"Ne olursa olsun evde kalacağım, gitmeyeceğim" demeler, dile kolay o evde yaşamanın hayali ile geçen, nefes almadan çalışılan, belki de hayattaki en büyük motivasyon kaynağı olan o ev...
Ev yarı harabe. Her taraf cam kırığı, kapılar zorlanmış. Evde aylarca yaşayan bir hırsız
Bir küçük kız, 9 yaşında
Buzdolabının üzerine tutturulmuş, o günün koşullarında panaromikleştirilmiş 3 fotoğrafın birleşmesinden oluşan bir manzara fotoğrafı
Şimdi o manzaraya bakıyor, ortalık toz duman
Yine de hayallerinden vazgeçmeyen insanlar var bu dünyada
Vazgeçilmiyor, ev yeniden hayat buluyor
Yalıkavak köy
Evin olduğu yerdeki plaja inmek imkansıza yakın. Toprak yol, otlar dikenler zaten beline kadar uzanıyor bahçede
Sahilse denize girilebilir küçük bir alandan ibaret
Şantiye her yer, in cin top bile oynamıyor
Walkmen'de Çelik'in 2. albümü donuyor
Tüm şarkılar döne döne dinleniyor ama bu şarkı farklı
Yere uzandığında deniz kenarındaki okaliptus ağaçları rüzgarda salınırken
Sürekli kulağından düşen kulaklığı ile müziğe kaptırıp kendini hayallere dalıyor
Bu şarkı farklı sebebi belli değil
Belki de frekansı farklı
İşte o yazın, o günlerin albümü olarak kaldı bende hep. Bu şarkıysa beni hala o okaliptus yapraklarını seyreden 9 yaşında bir kız çocuğuna çeviriyor, saydamlaştırıyor.
Değişmedi ve değişmeyecek.
Artık her yer bina. Ne o ağaclar orada, ne denize oradan giriliyor. Hepsi kafamın içinde birer anı olarak aklım yettiği kadar durmaya devam edecek...

 
5) Kim Daha Çok Seviyor - 1996


Klibinin semtte çekilmesinden dolayı ekstra bir saygı duruşunu hak eder. Nostalji severliğimizi , 90'lar dilenciliğimizi de sorgular aynı zamanda. O sahil yolu doldurulup aslında şu anda olsa karşı çıkacağımız bir iş yapılmıştır baktığında. Biz durumu kabullenip o beton yığınını sevmiş ve alışmışız zamanla. Sonra bir gün gelip betona asfalt döktüler, İBB yazdılar, renkli tartan pistler falan... Arnavut kaldırımı tarzı taşlara bastılar asfaltı. Ona da alıştık. Şimdi biri bir şey dese semt sahiline, derhal panterleşiyoruz.

Artık efsunlu olduğumuzdan 1996 yılının nasıl boktan geçeceğini çıkan albümlerin güzelliğinden ve sporda gelen başarıdan anlıyoruz (Koraç Kupası). Hepsi kendi dalında şaheser. Ayna, Ezginin Günlüğü, Feridun Düzağaç, Candan Erçetin, Ayşegül Aldinç, Levent Yüksel, Teoman, Yeni Türkü, Yaşar, Umay Umay, Ümit Sayın... Şu kadroyu bir araya toplamak milyon dolar...

Yeni yılın ilk haftası Sabancı Center'da cinayet haberiyle başlıyordu. Susurluk'ta kaza, Vehbi Koç'un ölümü..

Türk siyaseti, ilişkisi boka saran ama ayrılmayı beceremeyen uzatmalı iki sevgili gibiydi. "Kim daha çok seviyor? UYUDUN MU? " tadında  mesajlaşılıyordu. Krizlere gebeydik...

Bu furyadan Çelik de nasibini alıyor, artık şarkıları yerine "Tarikatçı mı yoksa Atatürkçü mü?" konusu tartışılıyordu. Albümlerde Atatürk şarkıları yer alıyor, talk-show'larda sert söylemlerle yer alıyordu. 

Mühendisler mi söylüyordu yoksa halk mı talep ediyordu bilinmez rock furyası başlamıştı. Yeni çıkan albümlerde popçular rock düzenlemeleri ile çıkıyordu.

6) Sevdan Gözümün Bebeği - 1997



Sanki birileri "her yıl çilek" der gibi transfer sözü vermişti. Her yıl bir Çelik albümü çıkıyordu. O sene çıkan biraz farklıydı. Hitleri azdı, güzel şarkı yoktu. Slowlar özellikle... O senelerin Mustafa Ceceli, düğünde ilk dans şarkısı tadında bir şarkıydı bu... Klibi efsane güzellikteydi. Bence Çelik bizim totemi anlamış, bu sene kötü albüm yapayım da sene iyi geçsin demişti. Sincan'da tanklar yürüyor, darbe oluyordu.

Eurovision'da üçüncü oluyorduk. Buram buram laiklik kokuyordu. Kenan Doğulu 10.yıl Marşı'nı remixliyor, biz de ufak ufak dünyaya adapte oluyorduk. Çelik-Ayna dinleyerek olmazdı bu işler , Televole kasetlerinden Samba Tijanni ile Brezilyalara taşınıyorduk. Magazin bizi ikiye bölmüştü. Kanal D'nin güzellik yarışması birincisi Çağla Şikel mi yoksa Star'ın ikincisi ve üçüncüsü Nefise Karatay ve Ceyda Düvenci miydi en güzeli?


7) Kızımız Olacaktı - 1998



Eski Dost İzel ortalığı bu şarkı ile kavuruyordu. Çöküş başlamıştı ve "Madem şarkının sahibi benim, ben söyleyeyim" diyerek toplama bir albümde sunulmuştu. 90238 yıldır uzattığı saçlarını da kesti.

Aman Aman şarkısında "Artık devir değişti, e tabi Çelik de değişti" diyordu ve konu kilitleniyordu.
Dünyanın en büyük müzik şirketi Universal, Türkiye pazarına giriyordu. Her şey çok güzel olacaktı. Zaten çok güzel albümler vardı. Dünya evimize gelecekti. Ricky Martin'ler, Macarena'lar.... Derken başındaki genel müdür sanatçılara yürümeye başladı. Şebnem Ferah için "bütün kötü huyları, hatta güzel dostları" bıraktı. Sonra onu da bıraktı, fırtınalar koparsa kopsundu.

Sonra piyasa mahvoldu. Sanatçılar mahkemelik oldular ve CD'ler basılmadı...

Bence Çelik de o günden sonra iflah olmadı.

Türkiye'nin karanlık yılları misali o yıllar aydınlatılmalıdır. İzel-Çelik-Ercan niye dağıldı, ilk eşinden niye ayrıldı, şarkıları yazdığı iddia edilen kadın kim, Kızımız Olacaktı kime yazıldı?

8) Çelik Dert Yakamdan Düşmüyor - 2003



Biz bunları köşelerimizde yazdık demek istemiyorum ama işte özeleştiri gibi özeleştiri... 2003'te çıkan albümde yeni bir tarz yakalanmış ve temiz bir sayfa açılmıştı. Neşet Ertaş türküleri , parçalarda saz kullanılması gibi detaylarla küçük bir sahil kasabasına yerleşilmişti sanki.

Ama eski tad yoktu ve eski tadlara yaklaşılamıyordu. Mazhar Alanson'un Yandım şarkısına özenilmişti sanki. Zaten kulislerde Mazhar Alanson'un ona "Çelik naber iyi misin, Atatürk nasıl?" dediği dönüyordu. Daha sonra bu yalanlandı gerçi.


Sanki 1-2 şarkısı daha vardı ama yazasım gelmedi. Kendisinin kaleme aldığı biyografisinde şu cümleler de dokundu. 

"İşçi bir babanın evladıyım. Babamın mesleği terzilik iken, işleri kötü gitmiş, o zaman Sütlüce’de olan Arçelik fabrikasında iş bulmuş. Fabrikanın bize uğur getirdiğine inandıkları için adımı “Çelik” koymuşlar.

Ne yazık ki babam emekli olduktan sonra bir gün Arçelik Çayırova tesislerine gitti ve orada vefat eti. Cenazesini oradan aldık. O yüzden “İyi ki baban AEG’de iş bulmamış yoksa adın AEG olurdu” tarzındaki soğuk esprileri sevemiyorum."


Bu tarz espri yapanların sevildiği, değer gördüğü bir dünya haline geldi. Daha da kötüye gidiyor ama bizim bozuk saatlerimizin alarmları hep bu şarkılarla çalışıyor..ERTELE'ye basıyoruz ve bir sonraki sanatçı için beklemeye başlıyoruz.



3 yorum:

Adsız dedi ki...

millet hercai gazıyla konuşur durur. oysa yaman sevda çok daha iyi bir albümdür (benimle kal'dan). "gidişin olmasa" şarkısındaki şebnem ferah vokali bile başkadır.. "en sevdiğim olur musun"un introsunu metallica yapsa ekşi'de başlık açarlardı :)

Adsız dedi ki...

yorum attık yayınlasana amk..

kutay dedi ki...

pardon kardeş, çok yorum gelmeyince bakmadık oraya. sıkıntı yapma