Salı, Şubat 6

Kavaklar



Yazar: Refet

"Mecidiyeköy'de o tarafa bakamayanlar..." ve "Seni yıkacak dozerin..." bir döneme damgasını vurmuş mottolardı. Ali Kırca'nın son şiirine fon müzikliği yapan Unutamadım'da dediği gibi "Unutmak kolay, alışırsın" demişlerdi ama bir nesil unutamadı. Ne olur anlayın bizi...

Kentsel dönüşüm çılgınlığı sonrası sadece futbol değil, yıkılan ve yerine yapılan her bina aslında tüm anıları ve kişisel tarihi siliyor. Ortaya çıkan lüks ama mekanik yapı o "dadı" vermiyor işte.

Binlerce Ali Sami Yen Stadı yazısı yazılmıştır ve yazılacaktır. Stad renovasyonlarıyla ilgili Mehmet Demirkol'un bir tezi vardı. Ona göre bu tarz dönüşümlerden aslında tüm futbolseverler etkileniyordu. Doğruydu. Galatasaraylı olmamama rağmen nereden baksan bir sürü anım vardı Mecidiyeköy'de. Sadece izlenen maç değil, metrobüs daha şehre gelmeden önce katlı otopark önünden bindiğimiz karşı otobüsleri, maç günleri viyadükten geçerken dışarıya gelen beyaz ışık, sigara-meşale dumanlarının oluşturduğu puslu hava, açığın önünde bulunan kavak ağaçlarına basıp içeri girilir aslında diye konuşmalar, likör fabrikası nostaljisi...



Yıkılıp yapılan yere bir otel açıldı. Açılışı esnasında büyük umutlarla farklı otellerden transferler yapılmıştı. Bir nevi zamanının İstanbulspor'u gibi. Açılışı ve büyümesi malum İstanbul patlamaları zamanına denk geldiği için istenen tad yakalanamadı. Büyük umutlarla transfer olan çalışanların çoğu yer değiştirdi. Kalanların ise kaçma peşinde olduğu da sızan haberler arasında.

İşleri arttırma kapsamında, maç günleri Galatasaraylılara yönelik PR yaptılar.  "Digitürk vardır" sıcaklığında değil, yayınladığı maça göre dışarıya bayrak asan esnaf mekanikliğindeydi.



Yan tarafta bulunan evlerde ve ofislerde de ışıklar yanmıyor. Burası Anadolu, hemen "Galatasaraylıların ahı, inşaat sırasında ölen işçilerin ahı" diyerek düşünmeye başladık bile.

Geçen yine "o" tarafa bakarken , kentsel dönüşürlerken yol ile stadyum arasında kalan o ağaçların kesilmeyip kaldığını gördüm. Görmek isteyene çok şey anlatıyor gibilerdi. Hemen Sezen Aksu-Kavaklar açıldı. 

Ah kavaklar ah kavaklar
Bedenim üşür yüreğim sızlar

Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hala hala durmadan kanar

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime

Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

Ortadan yırtılacak ve makasla yırtılacak siyah kazaklı resimler yok artık. Elimizde telefonlar yüzlerce resim çekiyoruz, akıbetleri meçhul. Binlerce ıslığın kapalı tavanına vurup beton etkisi yaptığı yıllar geçti, şimdi telefon ışıkları var onun yerine. Yeni nesil tribüncüler ondan da rahatsız "şarjı yiyor abi , powerbankte almıyorlar stada, yapmayın şu ışık showu..."

Ali Kırca yok, Sezen Aksu yok, Rumeli Hisarı yok, Onno Tunç yok, Şener Şen'in filmleri tutmuyor, Altan'ın barı hâlâ açılamadı, sadece 15 günde bir değil 7/24 yaşayacak canlı stadyumlar hani?

2005 yılında Ali Kırca, Sabah'ın laik yıllarında kurgusal bir yazmıştı Sezen Aksu ile ilgili  "öldüğünü yazdı okumadın mı beni manşetlerden" tarzında.

Fanları "Ağzını hayra, götünü bayıra aç" diyerek önce kızmış, sonra da "Adam haklı lan galiba" olmuşlardı. 

Son zamanlarda girdiğimiz nostaljı tünellerinin ucu bombok yerlere çıkıyor ve nedense finali hep "Yahu zaten hepimiz öleceğiz, neyin peşindeyiz" muhabbetine bağlanıyor.  Ha; bir de kimseye can-ı gönülden "Peşindeyiz" diyemiyoruz körü körüne. Bu bir sanatçı olsun, takım olsun, siyasi parti olsun. "Peşindeyiz" den "Kredi kartındayız" a döndüğümüzden beri böyle bu. Üzerimizde hep o Veresiye Satan tedirginliği.

Hiç yorum yok: