Cuma, Ağustos 24

The Thing


Bilimkurgu filmlerini eskiden hiç sevmezdim. Şimdi biraz daha göz ucuyla bakabiliyorum. Tabi türün klasiklerine göz attığım için olabilir. Blade Runner'a bayılmıştım. Alien'ı sevmemiştim ama felsefesi ve psikolojik referansları ilgi çekiciydi. 

The Thing daha çok Alien'a benziyor. Onun dünyada geçeni diyebiliriz. İkisi arasında üç yıl var zaten (1979-1982), belki de bizim dizi sektöründeki gibi tutunca benzerini yapmaya çalışmışlardır. Bu arada The Thing ne kadar bilimkurgu ne kadar korku bu da ayrı bir sorudur. Birçok kaynakta "Tüm zamanların en iyi korku filmleri" listesinde tepelerde yer buldu. Zaten yönetmen de John Carpenter. Efektlerle korkutmak, korku filmine girmemeli. Zaten beni de pek korkutmadı. O nedenle daha çok bilimkurguya yazıyorum.

Korkmadım ama beğendim. İzlendi, aktı bir şekilde. İnsanın sonunu merak ettiği filmlerden biri. Bu arada sonu da sorularla bitince puan yükseliyor. Karakterlerin güçlü ve sağlam bir temele oturtulması önemli bir unsur. Bunu yakalayamayan filmler, kurgu ne kadar heyecan verici gibi gözükse de ilerlemiyor. The Thing bu açıdan zengin. Her 'kafa'dan bir karakter var. Onları bazı ilkeler ve değerlerle bağdaştırınca film daha çok merak uyandırıyor.

Yine de klasik Hollywood şifreleri filme sokulmuş. Rahatsız edici mi emin değilim. Mesela ABD'lilerin Norveçlileri (baş karakter Mac onlara İsveç diyor) kurtarma hevesi bana klasik büyüklük gösterilerinden bir tanesi gibi geldi. O kadar da olsun belki de... Diğer yandan kolektivizm hakkında güzel mesajlar olduğunu hissettim. Bu da bir Holywood filmi içinde oldukça kıymetli. Filmin bana göre ana meselesi sonradan ortaya çıkan "Thing" değil, Thing ile uğraşmak zorunda kalan bir grup insan. "Düşmanı nasıl yakalayacağız?" sorusundan çok, "Bilinmeyen düşmana karşı hep birlikte nasıl tavır alacağız?" derdi benim için oldukça önemli. Öte yandan düşmanın bilinmemesi de ABD politikaları için mesajlar barındırıyor olsa gerek.

Başrolde Kurt Russel'ın olması önemli bir artı. Karizmatik bir adamın olması, filme hem kadınları hem de erkekleri çeker. O da bu talebi karşılıyor. Saçlar uzun olunca, beni de etkiledi. Filmin hayal kırıklığı ise Ennio Morricone oldu. Herhalde kariyerinin en kötü film müziklerini burada kullanmış. Canı sağolsun.

Hiç yorum yok: