Cuma, Ekim 2

The Seagull


Anton Çehov'un meşhur oyununun sinema uyarlaması. Meşhur oyun diyorum ama ben oyunun ismi ve yazarı dışında bir bilgiye sahip değilim. En azından bu filmi izleyene kadar değildim. O nedenle sağlıklı bir değerlendirme yapamamış olabilirim ama yine de önümüzde izlediğimiz bir ürün var.

Oyuna ne kadar sadık kalındığı, yazarın anlatmak istediğinin ne kadar yansıtabildiği ayrı konular. Fakat sonuçta biz 90 dakikalık bir film izledik. Üstelik iyi bir oyundan esinlenmiş, yanı kaynağı güçlü bir yerden çıkan bir film. O yüzden kurgu ve öykü kısımlarını es geçeceğiz. Fakat repliklere, diyaloglara, kurulan cümlelere bir saygı duruşunda bulunmamız gerek. İzlerken heyecanımızı dinç tutan bunlardı. İlgi çekiciydi. Oyunun metnini okuma hevesini yukarılara çekti.

Fakat sinema açısından iyi bir film olduğunu söylemek zor. Bir Rus oyunu var. Özneler Rus. Borisler, Mashalar, Irinalar geçiyor önümüzden. Fakat izlediğimiz tam bir Britanya. Kültürler arasında sıkışıyoruz. Sanki Viktorya döneminde yaşayan burjuvaları izliyoruz. Teknik açıdan da gözümüzü açtıracak detaylar yok. Film fazla karanlık. Tabi filmleri sinema salonunda izlemek lazım ama yine de karanlık odalarda geçen bir film daha cazip hale getirilebilirdi.

Oyuncularımız fena değil. Kellerin gururu Corey Stoll, 2011 yapımı Midnight In Paris'te beni hem üzmüş hem şaşırtmıştı. Bu sefer artık üzmüyor. Oyunculuğu da yeterli düzeyde. Filmin güçlü isimlerinden. Annette Bening yaşlanıyor ama yaşlanırken ustalaşıyor. Öyle bir rol kabiliyeti ki; bu işi kolay gösteriyor. Fakat filmin en başarılı ismi Elisabeth Moss. Çok az filmini izledim ama birbirinden farklı her rolde de çok iyiydi. Filmin zayıf karnı ise Saoirse Ronan. Bu kız, ilk çıktığında çok başarılıydı. Fakat erken şöhret, tökezletir. 25 yaşına gelene kadar üç tane Oscar adaylığı kazanması takdir edilesiydi ama bu filmde kötü bir enerjisi yaydı. Filmin konusu ve dönemi ile alakalı olarak hazırlanan makyajı, kıyafeti etkilemiştir ama giderek bir 'Gelinim Mutfakta' yarışmacısına dönüştüğünü söylemek lazım.

Yine de filmdeki oyuncuların büyük bir kısmı başarılıydı. Fakat film, eksikleri barındırıyor. İzlerken sıkılmak, filmin içine girememek çok mümkün. Ayrıca bazı kaynaklarda oyunun komedi öğeleri taşıdığını okudum. Bu filmde buna dair bir şey görmek de mümkün değildi. Belki Rus mizahı bu kadardır! Diğer yandan Martı'nın üçüncü kez sinemaya uyarlanması da oyunun ne kadar güçlü olduğunun kanıtı. Sayısız ülkede sahnelenmesi zaten şaşırtmıyor.

Çehov, Martı'yı 1896'da yazmış. 2018'da oyun sinemaya bir kez daha uyarlanıyor. 122 sene sonra... Ölümsüzlük böyle bir şey olsa gerek...

Hiç yorum yok: