Adana Demirspor'un; İstanbul göçmeni dedeleri nedeniyle Stambouli soy adına sahip olan Fransız oyuncusu Benjamin Stambouli'nin hayatını anlatan bir belgesel...
Demeyi çok isterdim ama değil. Zaten sinefiller filmi çok iyi biliyordur ve adına aşinadır. Bense öncesinde pek bilgi sahibi değildim. Oysa nereden baksan 70 senelik bir filmden bahsediyoruz. Hem de iyi bir filmden... Fakat benim gibi çok kişinin olduğunu düşünüyorum. Zira IMDB'de bu 70 yıllık filme sadece 7000 kişi oy kullanmış. Avrupa'nın en ünlü yönetmenlerinden birinin (Roberto Rosselini) ve sinema tarihinin en güzel kadınlarından birinin (Ingrid Bergman) yer aldığı bir film için oldukça az...
Stramboli, Sicilya civarındaki küçük adalardan biri. En tanınır özelliği ise, bünyesinde bulunan aktif yanardağ. Ben de filmi izlediğimde İspanya'nın Las Palmas adasındaki yanardağ (Cumbre Vieja) yeni patlamıştı. Daha doğrusu yanardağ 85 gün boyunca aktif kalmıştı, ben de hemen hemen tam o sürenin ortalarında (Kasım 2021) filmi izlemiştim.
Toplum olarak deprem gerçeğini çok fazla konuşuyoruz doğal olarak. Ülke fay hatları üzerinde. Fakat bir de işin yanardağ gerçeği var. Bizim bu taraflar sönmüş ama güney Avrupa bu açıdan şanssız...
Neyse; biz filme geçelim. Stromboli, Avrupa'nın gördüğü en büyük felaketlerden biriyle başlıyor; 2.Dünya Savaşı...
Savaş esnasında tanışan Litvanyalı eski bir hayat kadını ve genç bir asker; birbirlerini sever (sevdiklerini zanneder) ve evlenir. Sonrasında da yeni bir yaşam kurmak için damadın memleketi Stramboli'ye giderler.
Şu anda Türkiye'deki beyaz yakalıların en büyük hayali olan güneyde bir sahil kasabasına yerleşmeyi savaş sonrasında gerçekleştiren Litvanyalı Karen, sıcak denizlerde aradığını bulamaz. İlk günden itibaren bu kasvetli adada rahat edemez. Yönetmen Roberto Rosselini'nin en büyük başarısı da burada yatar. Her ne kadar şimdi izlediğimizde bizi tatmin etmeyecek siyah-beyaz görüntüler yer alsa da; yine de her haliyle muhteşem Akdeniz manzaraları kullanarak o gerginliği verir. Yani mekanı kötüleştirmez, havayı yağmurla-bulutla şekillendirmez. Bildiğimiz Akdeniz ortamı vardır ama Karen mutsuzdur. İşin ilginç kısmı, biz de o ada da rahat edemeyiz. Ayrıca sessiz sinema dönemini anımsatan uzun repliksiz sahneler ve gergin bir müzik de iş başındadır. Hatta bir balık avı sahnesinde, balıkçıların söylediği bir türkü vardır ki; gözlerimizi kapatsak İtalyan ultrasları kötü sonuç alan takımlarına destek oluyor sanabilirdik.
Karen mutlu değildir, evlendiği Antonio da asker kamuflajını çıkarıp sıradan bir balıkçıya dönüşünce cazibesini kaybeder. Artık karizmatik bir "kurtarıcı" değil, kurtulmaya çalışan bir yoksuldur. Karen, birkaç sene önce lavlarla yanan yıkılan, heder olan adadan kaçıp; birkaç sene önce savaşla yanan yıkılan, heder olan ana karaya geri dönmek ister.
Aslında Karen'in öyküsü; genel hatlarıyla Bergman'ın kariyerine çok benzer. Bergman, Hollywood'da yıldız statüsüne erişen bir Avrupalı'ydı. Orada hem başarısıyla hem de düzenli aile hayatıyla rol modeline dönüştü. Fakat ahlakçı ABD'yi tam da bu filmin çekimleri esnasında şaşırttı ve kızdırdı. Rossellini ile ilk kez bu filmde çalışan Bergman; oynadığı filmin yönetmeniyle evlilik dışı bir ilişki yaşar. Bu nedenle de Hollywood'dan aforoz edilir. Tabi dönemin Avrupa'sı da çok iyi karşılamaz bu durumu ama en azından Bergman'ın işini yapmasına müsaade eder. Bergman da Avrupa'da kalır ve en çok da Rossellini ile film çekmeye devam eder.
Karen'de de benzer durumlar vardır. Adaya gelir ama kaçmak ister. İtalyan maço erkek sınıfından eşi ile anlaşamaz. Zaten aralarında dil bariyeri de vardır. Derdini anlatabileceği, içini açabileceği tek insan adadaki pederdir. Fakat ona da bir 'yanlış' yapar. Ayrıca ataerkil bir toplum olan ada halkı, yanardağın eteklerinde Karen'i ayıplamakla meşguldür. Üstelik Karen kaçış planları yaparken, bir başka erkeğe sığınır ve ondan yardım ister.
Aslında kafa karıştıran bir film. İnsana çok fazla soru sordurur. Karen kocasına bağlı olmak zorunda mıydı? Zira kocası da kadının isteklerine ve duygularına hiç tepki vermiyordu. Diğer yandan Karen'in istekleri de parasız bir çift için çok fazlaydı. Savaştan çıkmışlardı, paraları yoktu ve gidecekleri tek yer bu adaydı. Bununla barışık olması gerekmez miydi?. Peki buna zorlanabilir miydi? İzleyiciyi bile boğan bu adadan başka bir yere gidemezler miydi?
Karen bunu denemek istedi. Filmin son sahnesinde, kaçış planı istediği gibi gitmez ve yanardağın gazabına uğrar. O zaman Karen Tanrı'ya yakarır ve pişmanlık dolu sözleri ağzından çıkar. Filmin verdiği mesaj ister istemez "Ailenize sadık kalın, eşinizin yanından ayrılmayın; yoksa taş olursunuz"a dönüşür. Üstelik bu mesajı veren çift (yönetmen ve star); popüler kültürde çizginin diğer tarafına geçenlerdir.
İnsan bu sorulara kolay kolay cevap bulamaz... Ben halen bulamadım.
Yine de tüm çelişkileri ve karakterleri ile saygıyı hak eden bir filmdir. Ben beğendim. Zaten 1950'ler İtalyan sinemasının da ayağa kalktığı dönemdir. Yeni gerçekçilik beyaz perdeyi sürklase eder. Buna rağmen, bu filmin biraz geri planda kalması şaşırtıcı. Neyse ki, gözden kaçma riski olmasına rağmen ömrümüzün bir gününe sığdırdık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder