Yakın dönemde izlediğim Lerd adlı filmin yönetmeni ve senaristi Mohammad Rasoulof'un külliyatına bakmıştım. Kariyerinin ikinci filmi Jazireh Ahanı, konusuyla dikkatimi çekmişti.
Bizim topraklarımızdan çıkan Sarmaşık'ı andırıyordu. Filmi izlerken de aklımdan sık sık, "Acaba Tolga Karaçelik de bu filmi izlemiş miydi" sorusu geçti.
Tabi ki iki film arasındaki en büyük ortak nokta; hikayenin bir gemide geçmesi. Ayrıca metaforlara çok fazla sığınıyorlar. Gerçi Karaçelik, kamuoyundaki metafor açıklamalarına karşı çıkmıştı. Hikayenin Türkiye'nin mevcut durumundan daha geniş olduğunu, evrensel bir meseleye dikkat çekmek istediğini söylemişti. Fakat Jazireh Ahanı, bu noktada ayrılıyor gibi. Yönetmenin bir açıklamasını bulamasam da mevcut İran'ı ve toplumunu anlama konusunda daha etkili olduğunu düşünüyorum. Hatta bu durumu gözümüze sokuyor.
Evet elimizde iki gemi var ama Rasoulof'un gemisi biraz daha sürrealist yapıya sahip. Sarmaşık'ta denizin ortasında, borçlarını ödeyemediği için mahsur kalan bir gemi vardı. Benzer örnekleri olan, hatta benzer bir örneği haber olduğu için Karaçelik'in kalemine giren bir gemiydi bu.
İran'daki gemi ise bambaşka. Gemi, ana karanın güneyindeki denizde (İran Körfezi) bulunuyor. Geminin neden orada olduğunu bilmiyoruz. Zaten gemi hareket etmiyor. Hatta yavaş yavaş batıyor. Çirkin, paslı bir demir yığını. Ayrıca üzerinde sadece 4-5 mürettebat yok. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç onlarca insan yaşıyor. Bildiğimiz gibi yaşıyorlar, mahsur değiller. Bir mahalle gibi, bir memleket gibi. Hatta çok ilginç bir şekilde hayvancılıkla veya tarımla uğraşıyorlar ama denizin ortasında olmalarına rağmen denizden geçinmiyorlar. Denizi sadece ana karaya gitmek için kullanıyorlar.
Aslında bu hafif sürrealist bakış açısı, zaman zaman bize Emir Kusturica'yı hatırlatıyor. Yine de bu kadar benzetmeye rağmen Rasoluof'un kendine has bir anlatım tarzı olduğunu ifade etmek gerek. Öte yandan 2005 yapımı filmi çekerken 32 yaşında olduğunu eklemeli. Bu da bazı eksikleri anlamlandırmamızı sağlıyor. Çok iyi sahnelerimiz var ama görsel açıdan biraz 'soluk' bir film. Belki de öyle olması gerekiyordur, bilmiyorum. Ayrıca metafor kullanımı fazlasıyla baskın. Bu da "mesaj kaygılı film" olarak görülmesine yol açabilir. Oyuncuların da önemli bir kısmının çok başarılı olmadığını kabul etmek gerek.
Fakat kaptan rolündeki Ali Nassirian çok başarılı iş çıkarıyor ve filmi sırtlıyor. Zaten hikayede onun sertliği, zalimliği ve kuralları kendii isteğine göre gevşetmesi önemli bir yer ediniyor. Bu anlarda altı çizilesi replikler bize ışık tutuyor. Kaptan'ın geminin battığını iddia eden öğretmenle diyalogu gibi anlarda yönetmen bize mesajını ve kaygısını yağdırıyor.
Çok daha iyi bir film olabilirdi ama bunun için bir şikayette bulunmayacağız. Güçlü, başarılı, derdi olan bir film. Avrupa'da festival festival gezmesi boşuna değil. Mohammad Rasoulof' ikinci kez bize konuk olduğunda da sınıfı geçiyor. Umarım izlemeye devam ederim...
Öte yandan filmdeki bir sahnede, insanlar televizyon izler ve televizyonda Cengiz İmren'in "Bir tanem" şarkısı çalar.
Türkiye ve İran; birbirine çok uzak değil...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder