Perşembe, Şubat 23

Sigorta Planı


6 Şubat'ın ilk şokunu atlattıktan sonra gözler İstanbul'a çevrildi. 20 milyon insanın yaşadığı şehirde, herkes kendi evinin, kendi mahallesinin depreme karşı durumunu merak etti. Bir yandan da bugüne kadar yapılmış olan hataları, ihmalleri, boş vermişlikleri düşündü. Ve böylece daha da korkmaya başladı.

Normal bunlar. Önemli olan bundan sonra nasıl bir yol haritası izleneceği. Herkes akıl veriyor. Bizim neyimiz eksik? 100-200 kişinin okuduğu bir blog olsak da yazılarımız üst noktalara ulaşır belki.

Şu anki durum


Önce fotoğrafı çekelim. Türkiye'de (İstanbul'da) evler; 2000 öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılıyor. 2000 sonrası binalar sağlam kabul ediliyor. Bunun nedeni 1999 depreminden sonra çıkarılan yasalar. Fakat o yasalar da üç kez değişti. Yani 2007'de yapılan bir bina, 2018 yönetmeliğine göre sınıfta kalabilir.  Fakat denetimden geçip ruhsatını aldığı için bir şey de denemez.

Öte yandan deprem yönetmeliğinin devamlı değişmesi de ilginç. Sonuçta beklenen deprem değişmiyor! Bu yasadaki değişiklikler nedir, bu değişikliklerin kriterlerine kim, nasıl, hangi koşullarda karar veriyor emin değilim. Haliyle benim mantığım da kabullenmekte zorlanıyor. Zira, bir deprem olacaksa; bunun zamanı bilinmese de hangi şiddette olacağı, hangi ilçenin ne tür zemine sahip olduğu gibi parametreler biliniyor. Hatta bilinmekten ziyade bunlar 5-10 senede değişecek bilgiler de değil. Haliyle "2007'den 2018'e ne değişti " sorusu kafa kurcalamaya devam edecek.

Neyse, sonuçta bir bina yapılıyor. Bu bina yapı denetim firmalarının kontrolünden geçmek zorunda. Fakat birçok yapı denetim firmasının, sadece imza atmakla görevli ve şantiyenin yolunu bilmeyen mühendisler çalıştırdığını da biliyoruz. Belediye de bu raporlara göre ruhsatı veriyor. Bunlar, çok sağlam olduğu düşünülen binalarda yaşanıyor.

2000 öncesinde, bugünün inşaat teknolojisinin kullanılmadığı aşikar. Fakat o binaların tamamının da çürük olduğunu kabul etmek bir rant kapısına hizmet ediyor. Aynı zamanda "Aman tadımız kaçmasın" düşüncesinde olan bir belediye veya "Yeni bina olsun da işimizi görelim" diyen bir belediye 2000 yapımı öncesi bir binanın kontrolünü yaparsa büyük ihtimalle "riskli" raporunu dayar ve önüne bakar. 

Öte yandan bir de DASK adı altında amacına hizmet etmeyen bir saçmalık var. Mülk sahipleri her sene devlete belli bir miktarda para ödüyor. Bu çok düşük bir miktar. Hele son dönemde artan enflasyonla, hiç bir değeri kalmadı. Yani dairenizin bulunduğu bina hasarlı hale gelirse; size ödenecek para bir gecekondu almanıza bile yetmeyecek.

O zaman ne yapalım


Esas soru burası. Şu anda sarf edilen cümleler, bu sistemin devam etmesini ama daha kontrollü hale gelmesini veya sistemin ufak değişikliklere yola devamını içeriyor. Oysa biz bu yolun yol olmadığını anladık. Hatta 6 Şubat'ı görmeden de belliydi. Özellikle 2002'den sonra İstanbul'un şantiyeye dönen semtlerinden birinde yaşıyorsanız, sistemin bir işe yaramadığını idrak etmiş olmalısınız.

Zaten insanların devlete ve belediyelere güveni kalmadı. Lütfü Savaş sağ olsun, son güven kırıntısını da çöpe attı. Devletin, 2016'dan sonra giderek hantallaşan yapısı da bu tip toplara girmesini engelliyor. Organize edebilecek bir manevra kabiliyeti de yok.

Halkımız da daha çok rant ve kâr odaklı düşünüyor. İnşaat firmaları ve yapı denetimcilere girmiyorum bile.

O zaman bu işi kim çözer? Tabi ki hiç sevmediğimiz sigorta şirketleri...

Bireysel sağlık sigortaları hepimizin malumu. Her yıl yüklü miktarda paralar öderiz. Üstelik 15 sene önce geçirdiğiniz ben aldırma ameliyatını bile risk kapsamında değerlendirip priminizi yüksek yatırmanız için kullanabilirler. Hastaneye gittiğiniz zaman da her şeyi kolay kolay karşılamazlar ama olsun. Parası olan birey ne olursa olsun buna güvenmeye devam eder, zira devlet hastanesinde tedavi görmektense işi düştüğünde özel hastanede olmayı tercih eder. 

Kısacası bu firmalar olaya risk odaklı bakarlar. Riskin en yüksek olduğu seçenek üzerinden değerlendirme yaparlar. Eşeği sağlam kazığa bağlarlar. 

O zaman; öncelikle DASK'ı kaldıralım. Bunu ödeyene bir faydası olmadığı gibi, devlete de gelir getirdiği yok.

Fakat binaların bir sigortası olmalı. Bu iş sigorta şirketlerine ait olsun. Dairelere veya binalara (buna karar verilir) bir ruhsat zorunluluğu getirilsin. Bu bilgiler halka açık olsun. Ve bu ruhsatı sigorta şirketleri versin. Her yıl veya en azından 4-5 yılda bir yenilensin.

Söz gelimi bir bina var. Sigorta şirketi, bu binanın bulunduğu ilçeyi, zeminini, binanın kendisini incelesin. Tahmini en kötü deprem senaryosu için uygunluğunu çıkarsın. Buna göre bir sigorta primi belirlesin. Mülk sahibi bunu ödesin. Devlet de burada devreye girsin ve primin saçma seviyelere çıkmasını engellesin. Öte yandan yüksek miktarda olsun. Yüksek miktarda olunca 40 tane ev sahibi olmak da zorlaşacak. O primi çarpı 40 ödemek biraz can yakacak. Haliyle uzun vadede;  boşa çıkan ev sayısını arttıracak, ev fiyatları düşecek ve ev sahibi insan sayısı biraz daha fazla olacak.

Ayrıca bu bina güvenliği-senaryo kısmına göre uygun olan ve olmayan binalar sınıflandırılmış olacak. Bu da halka açılacak. Yani biz ev kiraladığımızda veya satın aldığımızda "Bu binanın sigortası yok (ruhsatı yok)" veya "Bu bina sağlam"  gibi somut ifadeleri anında görebileceğiz.

Öte yandan sigorta şirketlerinin de sırtlanlık yapması engellensin. Şirketler yapılan binaların uyumunu yani inşaat şirketlerini ve mülk sahiplerini; halk binaların gücünü zayıflığını, devlet de sigorta şirketlerini denetlesin.

Üstelik her sene inşaat mühendisi bölümleri binlerce mezun çıkarıyor. Bunların bir kısmı inşaat şirketlerine ve yapı denetim firmalarında iş buluyor, diğerleri ise işsiz kalıyor. Bu sayede dışarıda kalanlar sigorta şirketlerinde istihdam edilmeye başlar. İşin bu kısmına bile çözüm bulduk işte! 

Tabi ki bu sadece fikrin ana planı ve geliştirilmeye müsait. Yani daha detaylı bir hale dönüşmesi gerek. Fakat çıkış noktamız burası olsun. Bu iş devletten ve belediyelerden alınıp, sigorta şirketlerine bırakılmalı.

Bu işin uzmanı olmadığım için, gerçekleşirse nasıl sonuçlanacağını da kestiremiyorum. Fakat esas önemli olan husus şu; halk sağlamlıktan önce şeffaflık istiyor. Hangi evin sağlam hangi evin riskli olduğunu şu an yetkili olan birimlerden duymak çözüm getirmiyor. Zira karşıdan gelen cevapta hep bir bit yeniği aranıyor.

Sigorta şirketleri en azından bu konuda yalana dolana kaçmaz; zira aksi halde olası bir depremde onlar da çökerler... İşin çamura saplandığı yerde herkesin aynı anda kaybedeceği, iyi işlediği zaman işini yapanların sorun yaşamayacağı bir sistem... Hiç fena değil sanki.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Ant Man