Çarşamba, Temmuz 30

Perde açılıyor

Sezon ciddi olarak bugün başlıyor Fenerbahçe için. Çünkü bundan sonra hazırlık maçı yapacak aralık bulabileceğini sanmıyorum. MTK serisi lehimize biterse bir hafta sonra zaten 3.önelemeyi oynayacağız.
***
5 senedir bu takımda olup da bir tane taraftara bile güven vermeyen, oyununun üzerine bir tuğla ekleyemeyen Selçuk diye bir adam var Fenerbahçe'de. Yönetim fellik fellik önlibero aradığına göre Volkan Babacan'a duydukları güveni Selçuk'a duymuyorlar burası kesin. E pek de haksız sayılmazlar. Ağır, durağan, sık pas hatası yapan ve bence bu mevki için fazla tembel bir oyuncu Selçuk. Ama işte şu anda takımın en kilit ismi. Maldonado'nun hiç düşünülmediğini göz önüne alırsak ki bence Aragones fazla çabuk sildi bu oyuncuyu, Selçuk iyice alternatifsiz. Kaldı ki çift forvet, üstüne Alex, üstüne bir de Uğur ve Kazım orta sahanın gardını fazla düşüren bir oyun yapısı içinde olmasını sağlıyor takımın. MTK'yı hayatımda iki kere izledim sadece o da 1999 senesindeydi, oyun yapılarını hiç bilmiyorum ama muhakkak kalabalık olacaklardır orta alanda.
***
Bütün bunları üstüste koyduğumuzda bu maçı çantada keklik görmüyorum. Emre'nin oynamasını isterim çünkü takımın savunma gücünü artıracaktır orta alanda ve pas trafiği de daha efektif olacaktır, ancak hazır mı oynar mı muamma. Fenerbahçe savunması geçen sene çok parlak maçlar çıkardı, bunu sezonun açılış maçı olarak görürsek nispeten daha yumuşak bir ortasaha arkasında işleri pek de kolay değil. Az gollü, 1-0 ya da 2-0 bitecek bir maç bekliyorum.

Cumartesi, Temmuz 26

Perfect Storm

Önce sanırım yarış kariyerinden bahsetmek lazım bu güzide aygırımızın. Taylığında Grup II Sakarya ve Tay Deneme Koşuları'nı kazanmış, büyük favori olarak girdiği Gazi'de 4. olup arızalanmış ve o tarihten sonra da bir daha koşamamış, gördüğüm en karizmatik atlardan biriydi Perfect Storm. Doru at karizmatik olur ekolündendi o da, tıpkı gelmiş geçmiş en büyük kumcu at Velociraptor gibi.
***
Aygır olarak hizmet vermeye başladıktan bir kaç sene sonra tayları piyasaya düştü Hennesy-Sence of Urgency orijinli bu atın ve yarış hayatlarına başlamalarıyla birlikte görülmemiş bir başarı yakaladılar. Çankaya, Perfect Circle, Perfect Match, Emreson ve bugün ilk ayakta küçük kuponların tamamını yatırdığını düşündüğüm Sipse ile adı gibi esmeye devam ediyor Perfect Storm.

Perşembe, Temmuz 24

Baklava-Pasta


Türk futbolunda futbolcuyla tribünün ve basının en içiçe olduğu dönem herhalde 80lerdir. Biz o günlerin ucuna yetiştik ama yaşadığımız kadarıyla tav olduk o günlere. O günlerin en önemli özelliği birçok rituelin olmasıydı. Zamanla ortaya çıkan endüstriyel futbol kavramı bu rituelleri, gelenekleri yedi bitirdi. Mesela eskiden transfer döneminde transferin gözde futbolcusu zengin yöneticilerin şehirden uzak evlerine kaçırılır, orada saklanırdı. Artık bunun yerine resmi site günde 50 defa tıklanır, transfer var mı diye bakılır, transfer varsa topçunun havaalanına ineceği gün beklenilir.

Bir diğer geleneği en güzel Emre Atasoy yazmıştı. " O zamanlarda "çarşamba idman bas, perşembe baklava dağıt" şampiyonluk reçetesiydi." Son yılların en tatlı geleneği ise Samandıra kökenli olmasına rağmen tüm ülkenin hoşuna gitmişti. Doğumgünu olan topçunun arkadaşları tarafından un ve yumurta saldırısına uğraması gazetelerden neşeyle takip ediliyordu. Fakat bu gelenek de "dede" Aragones tarafından son buldu. Dünkü kutlamada Wederson pastasının üzerindeki mumları üfleyerek arkadaşlarına pasta servisi yaptı.

Şimdi bu gelenek belki İngiltere'de devam eder. Her deplasmana gidişte otobüsü memleketinde durudurup köfte dağıtan "gelenekçi" Tuncay, belki bu sene Middlesbrough idmanında Gareth Southgate'in şaşkın bakışları önünde Afonso Alves'i kovalarken görebiliriz. Görmek isteriz.

Grup I 57. Başbakanlık Koşusu

2002'de yaptığı derece ile rekor Grand Ekinoks'ta. 3 kere üst üste kazanma başarısını gösteren iki tane at var, bir tanesi Karayel yavrusu efsane Seren I diğeri ise benim de şahit olabildiğim şampiyon Trapper. Gelmiş geçmiş Başbakanlık Koşuları içindeki en zevkli mücadele ise hem Mary Ellen'ı hem de Grand Ekinoks'u dış kulvardan yaptığı olağanüstü sprintle geçen Wolf's Son'un 2004 yılında kazandığı koşu olsa gerek. Pazar günü koşulacak bu büyük koşuya katılacak 8 safkan ve şanslarını değerlendirmek gerekirse:
***
1)Kurtiniadis: Ribella'nın 9 yaşına geldiğini düşünürsek koşunun favorisi diyebiliriz. Karataş faktörünü de eklersek ağırlığını koyacaktır ancak bence bu at uzun mesafeleri biraz eksik koşuyor ve Karataş'a rağmen ilk şansı ona vermeyeceğim. Üstelik Ankara çimini daha çok sevmesi de bir başka dezavantajı.
**
2)Prince of Eulleup: Büyük yarışların sürpriz atı. Geçen sene büyüklerin uyuduğu yarışı kolay kazanmıştı, sonra yine zor gruplarda istikrarlı koştu ama bu sefer şansı çok az.
**
3)Cadillac Jack: Onun bu yarışı kazanma ihtimali, benim Adriana Lima ile çıkma ihtimalim kadardır.
**
4)Inspector: 2007 Gazi şampiyonu, önde sert tempo kurduğu zaman neler yapabildiğini çoktan ispatladı aslında. Geçen sene ki kopuk yarıştan sonra ben bu sene de böyle 40-50 metre avans verileceğini zannetmiyorum. Önde birilerinin onu oyalaması halinde düzlüğe girilirken fark az ise iyi ihtimalle 3. olur.
**
5)Salvatore: Yeni nesilde en sevdiğim atlardan biri. Düzgün bir sprinti var. Zor rakiplerle zor bir mücadeleye girecek ama bu sene İsmet İnönü Koşusu'nda Sabırlı ve Kurtiniadis'i bu mesafede geçmişti. Yine şanslı olacaktır.
**
6)Evreka: 1400 metre rekortmeni aynı zamanda Ribella'nın ekürisi. İşte Inspector'u rahatsız edecek olan at bu. Onun görevi koşu başlar başlamaz önde sert tempo kuran Inspector'a yapışıp düzlüğe kadar yormak. Yok bunu yapamazsa Inspector'un şansı yine artar.
**
7)Ribella: Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük dişi atı. Ufak tefek yapısına rağmen attığı müthiş sprinte karşılık verebilmek çok güç. Mesafe ona göre biraz uzun, yaşı da ilerledi ancak benim bu yarış için favorim yine Ribella'dır. Selim Kaya ile uyumunu da göz önüne alırsak bir büyük yarıştan daha zaferle çıkacaktır yarış hayatının son baharında.
**
8)Led Zeppelin: Gazi Koşusu'na katılmıştı bu sene ve 10. oldu. 10.'luk Gazi için bence çok kötü bir derece değil ama bu grup için yetersiz. Kazanması gerçekten büyük sürpriz olur.

Çarşamba, Temmuz 23

Glasgow Rangers'ın enine çubuklusu

Fenerbahçe'nin yeni sezonda giyeceği formalar bunlar. Enine çubuklunun bu sezon için tasarlandığını aylar öncesinde duymuştum. Bence en güzeli beyaz forma. Bu işin başka bir boyutu.
***
Tamam belki çok takıyorum böyle şeylere ama takmamak da elde değil ki... Enine çubuklunun Celtic modeli olduğunu bilmeyen var mı, kıyısından köşesinden futbol izleyip de. İzlemeyip Radikal okuyan, jazz dinleyen son dönem futbolseveri(!) ile Fenerbahçe-Galatasaray tartışmasını sığ bulup Federer-Nadal üzerinden birbirine sövenler bile bilir bunu. Bugün ki Fanatik gazetesinde yazılanı aynen aktarıyorum:
"4 yeni üretim içinde her zamanki gibi klasik çubuklu forma yer alıyor. Çubuklunun öncekilerden farkı, sarı rengin omuzdan dümdüz aşağı değil, kollara inmesi. Chelsea’den esinlenen fosforlu sarı, Glasgow Rangers’inkine benzeyen enlemesine çubuklu ve Almanya Milli Takımı’nın formasının benzeri düz beyaz formalar bu sezonun yeni ürünleri olacak."

Pazar, Temmuz 20

Grup II Kosova Koşusu

Yarış hayatı, kariyeri tek bir post konusu olamaz Kafkaslı'nın. 50 milyara satın alınıp da sahibine 3 yılda 5 trilyon kazandıran bir attan bahsediyoruz, kolay değil. Nispeten kolay bir jenerasyon yakalasa da, şampiyon işte, ama'lara girmek istemiyorum.
***
Kosova Koşusu'nda onu favori kılan şey yarış karakterinden sonra mesafenin 1900 metre olması. Uzun mesafeleri bence çok daha iyi koşuyor, daha kolay kazanıyor. Dayıbey gibi büyük bir kaliteye rağmen bugün de yarışın en büyük favorisi konumunda. Ama bu harikulade yerel kariyerine bir Enternasyonel Malazgirt zaferi eklemeli. 1600 metrenin 1.43 lere indiği yarışta oldukça zor görünüyor şimdilik.

Cumartesi, Temmuz 19

66

MTK maçı biletleri 66ytl imiş. Tamam stad konforlu, harika maç izleniyor, tam bir futbol stadyumu. Ama 66ytl nedir kardeşim? Millet zaten yazlıkta, kime satacaksın sen 66 ytl'den biletleri? Bu kadar da olmaz ki... Bu resmen kombine al, almıyorsan maça gelme demek.
Kaldı ki kim için 66ytl? Selçuk ve Deniz'li bir orta saha için mi? Shevchenko'yu aldık da benim mi haberim olmadı? Eto'o falan deniyor o gelse demek ki 100 olur kale arkası. Ayıp...

Cuma, Temmuz 18

Grup III Saim Önhon Koşusu

Bir süredir post düşemedik bloga. Toplasan bir ilk 11 bir de yedek kulübesi çıkar okurlardan en fazla o kadar kişi okuyor, o yüzden fazla girmeyeceğim bu mevzuya. Ben izindeydim, biraz tatil yaptım. Salı günü işbaşı gene. Kutay desek o biraz farklı bir alemde bu aralar. Kah çıkıyor gökyüzüne seyrediyor alemi, kah iniyor yeryüzüne seyrediyor alem onu...
***
Saim Önhon Koşusu yılın özellikle kumda parlak koşan taylarını bir araya getiriyor. Nursevil, kaba kumda mükemmel koştuğunu düşündüğüm Hızlıtay ve tayı bir kaç kez izleyip hiç beğenmesem de mükemmel insan Selim Kaya ile Yertan benim düşündüğüm isimler bu koşuda. Nursevil aslında pek tutmadığım bir tay, büyük ihtimalle de yazmayacağım kuponuma ama bu sene kumda iyi işler yaptı. Hızlıtay daha önce geçmişti Nursevil'i, Nursevil post fotosundaki koşuda aldı rövanşı. Favorim Hızlıtay.

Çarşamba, Temmuz 9

Guiza

İlk bakışta taraftarın büyük beklentisini karşılamayan bir forvet Guiza. Gol kralı olarak geliyor Türkiye'ye ama bunu Fenerbahçe taraftarına anlatamazsınız. Onlar Eto'o, Shevchenko bekliyordu biraz da Fotomaç'ın gazıyla. Tabi bu isimlerin Fenerbahçe'ye gelmesinin tatlı bir hayal olduğunu futboldan biraz anlayan herkes biliyordu. Guiza geldi, konu kapandı. Transferde Aurelio biraz sorun yaratacağa benziyor. Kulüp kalacak, muhterem menejeri gidecek diyor. Bilemiyorum...
***
Fenerbahçe'nin önümüzdeki sezon oynayacağı sistem/diziliş hakkında pek fikir sahibi değilim. Guiza geldiğine göre oynar. Alex'in kesin oynayacağını düşünürsek kabaca söylemeliyim ki, çift forvet üstüne Alex'li orta saha Şampiyonlar Ligi'nde zorlanır. Hele bir de Marco giderse, Maldonado gibi durağan ve Emre gibi sizi her an yarıyolda bırakabilecek bir oyuncu ile Alex'in arkasında ne kadar sağlam bir blok oluşturulabilir bu da soru işareti. Bekleyip göreceğiz...

Pazartesi, Temmuz 7

Hay fibula kemiğine!

Deivid gibi çok yönlü bir adamın daha Avusturya kampının ilk gününde sezonun ilk yarısını kapaması çok kötü oldu. Bu sakatlık Zico döneminde olsaydı burası için ilk alternatif kuşkusuz Colin'di. Ama Aragones'in kimi nerede oynatacağını, nasıl bir dizilişle sahada olacağını henüz bilmiyoruz. Kaldı ki Colin bu şekilde laubali olmaya devam ederse zor girer ya Aragones'in takımına... Yavaş tempoda düz koşu yapıyor diye Gökhan Gönül'ü kovalayan bir teknik direktörü var Fenerbahçe'nin artık. Disiplin zamanı yani.

Pazar, Temmuz 6

Herşey çok güzel olacak

Genelde yeni transfer edilen topçu veya hoca basına verdiği ilk röportajdan sonra o takımın renklerine boyanarak atılan başlık olarak görürüz bu cümleyi. Ama bizim için, daha özele inelim, benim için en güzel Türk filminin adıdır bu. Cem Yılmaz denince akla gelen ilk film bu olmaz nedense. Türk filmi denince de akla hemen gelmez. Kemal Sunal filmleri, Cem Yılmaz'ın her fırsatta hayranı olduğunu açıkladığı Sadri Alışık filmleri, Hababam Sınıfı serileri, veya yakın dönemdeki Sinan Çetin veya Yılmaz Erdoğan filmleri daha çok akıllara kazınmıştır. Hepsine saygım sonsuz ama bu bu film kadar samimi ve gerçek bir film yoktur bence. Herkes "lisede bizim sınıfa Hababam Sınıfı diyorlardı" der ama bu doğru değildir, gerçek değildir. İşte hayatın bütün gerçekleri, doğruları Herşey Çok Güzel Olacak filmindedir. Yani doğru-yanlış yoktur...
****
Önce filmin kısa künyesi. Cem Yılmaz... Kendisinin ilk sinema filmi. Daha önce Juan Sebastian Veron kılığıyla arz-ı endam eden sanatçı bu film sayesinde saçlı bir hale bürünüyordu. Yılışık adam sıfatından da"modern meddah" demeler başlıyor hakkında. Filmde emeği çok. Oynuyor, yazıyor. Yazarken ona yardım edenler Hakan Haksun ve Ömer Vargı. Haksun'u Kolay Para filminden de hatırlarız, keza bu iki filmin ortak bir özelliği vardır. Cem Yılmaz doğma büyüme İstanbul'lu. Bu filmde oynadığı karakter bu açıdan ona çok benziyor. O da İstanbul sokaklarını arşınlarken çok para kazanmayı hedefliyor. Cem Yılmaz yeteneği sayesinde köşeyi dönerken, Altan Çamlı baya didiniyor bu uğurda. Kolay Para filminde de bu tema işleniyor. Yani kısa yoldan paraya ulaşmak.
****
Altan Çamlı aslında çok önemli bir karakter. Bence Türk sinemasının unutumaz karakterlerinden biridir. Muhsin Bey, Şaban, Tatar Ramazan, Malkoçoğlu nasıl unutulmazsa Altan Çamlı da unutulmamalıdır. Altan 90ların gencidir. Turgut Özal çocuklarıyla beraber büyümüştür. Özal'ın çocukları özel liselerde, Boğaziçi'nde, yurtdışlarında okurken, o mahalledeki okullara devam etmiştir. Üniversite gibi bir hayali olduğunu sanmıyoruz, bir an önce iş hayatına atılıp para kazanmayı düşünmüştür herhalde. Girişkendir, uyanıktır, ağzı laf yapar yani istenilen herşeye sahiptir sözde ama işte hayat herkese adil davranmamıştır. Çünkü sermayesi yoktur. Her mahalleden bir zengin çıkacaksa o Altan olmamıştır. Herhalde o semtin zengini Ayvalık'ta babalarına yazlık alan kardeşlerdir. Yani kısacası Altan, Özal üretiminin defolarından biri. Geçmişte halıcıda çalışıyor olmuyor, tekne işi yapıyor deniz tutuyor bahanesiyle çıkıyor, rehberlik bile deniyor ama olmuyor. Ve filmin konusu olan projesi bir bar açmak. O kadar hevesli ki bu konuda, kimin göre "götü boklu", kimine göre "bir barın belkemiği" olan tabureler evinde duruyor. Barın yeri bile hazır. Bir gece abisi Nuri Çamlı'ya barın yerini gösteriyor. Herkesin gördüğü virane yer onun gözünde bambaşka bir dünya oluyor. Barın müzik sistemini bile "kral çocuk" Suat ayarlıyor ona. Tek eksik paradır. Bu parasızlık o kadar uzamıştır ki dünyalar güzeli karısı Ayla artık nemrut suratıyla gezinmektedir. İkisi sürekli tartışma halindedir. Taksici arkadaşı Haluk 'a dediğine göre Ayla onu boşamak üzeredir. Mahallede herkes de ona götüyle gülüyordur. Zaten gülmeyenler de ondan pek hoşlanmazlar. Ya berberden kovarlar, ya barda kimse suratına bakmaz. Suat hariç.
****
Hayallerin adamıdır Altan. En ufak sorunda, hemen kaçar ve hayalini kurar, kurdurur. Nuri'yi Bodrum'a kaçırmak için Tolga bahanesini sürer, dönüşte Tolga korkusu bu sefer kendi içini kaplar, Yunanistan'a efsanevi bir kaçış planı düzenler kafasında: "Kaçalım Yunanistan'a yalvaralım bir tankere götürsün". Bu hayallerin, planlarının çoğu ise hep barıdır. Ölümünü bile barında silahlı bir saldırı olarak hayal eder.Nuri Çamlı ise çocukluktan beri sürdürdüğü mütevazi hayata aynen devam ediyor. Pırıl pırıl bir dükkanda, insanlar dinamik, işler tıkırındadır. Patron kral adamdır, işi de kraldır. Hiçbir şeyin rahatını, huzurunu bozmasını istemez. Ama onun o kör merhameti yok mu? Birbirlerini gördükleri yerde kavga eden, tartışan, bağırıp çağıran 2 kardeş ve 1 baba bu aile. Ama hepsi birbirini çok sevmekte. Keza filmin en duygulu sahneleri 3 farklı mekanda aynı resmin gözükmesidir. (Türk sinemasının en acıklı sahnelerinden biri de babalarının öldüğü haberini aldıkları esnadır. Altan, Nuri'nin omuzunda" benim babam nasıl ölür" der.)
****
Birbirlerine oldukça bağlıdır. En çok da Nuri bağlıdır, babasını sık sık ziyaret eder. Çalışkan da bir adamdır. Kardeşine göre ottur, ama onun da bir zaafı veya tutkusu vardır, arabalar... O yüzden dondurmayı beğenmeyen bu insana getirilse getirilse Carrera S4 getirilmelidir.Filmin ilk sahnesi ise aileye verdikleri önemi açıkça gösterir. Taksim'de maydandaki cafelerden birinde gece vakti aynı anda bişeyler atıştırırılar. Nuri, Altan'ı görmez, Altan görmezlikten gelir. Ama hayat tesadüflerle dolu. Eğer Nuri ketçap bulanan orta paramağını ağzını götürmese, hayatları aynı şekilde devam edecekti. Ne Nusret Baba İstanbul' a gelirdi, ne patron ölürdü, Altan muhtemelen birkaç ay sonra bar işinden vazgeçerdi. Ama büyükler konuşmaya başlayınca dayanamayıp araya dalan Altan dayak yer, Nuri ile beraber kaçarlar. Dayak yiyip ayrılırlar, 2 yıl sonra dayak yiyip biraraya gelirler. Bu biraraya gelişleri, filmi oluşturur. Önce Tolga'yı döverler, sonra Bodrum'a kaçarlar. Sonra geri dönerler, İstanbul'da saklanırlar.
****
Filmi anlatmaya gerek yok, izleyen izlemiştir, izlemeyen belki izler tadını kaçırmayalım..Ama film haksız eleştiriler alır. Güya çok amatör, çok hatalı bir film olduğu söylenir. Mesela diyaloglar aynı anda söyleniyor diye pek beğenilmez. Şu da bir gerçektir ki, hiçbir zaman insanlar birbirlerinin sözleri bitsin diye beklemez, bu sadece filmlerde olur. Herşey çok güzel olacak ise bildiğimiz filmlere benzemez. Bu ayrı bir samimiyet katar filme. Zaten böyle çok durum vardır. Mesela oto sanayide bir anda arkadan lastik yuvarlayan bir çocuk geçer. Tıpkı Hokkabaz filminde herkes sahneye, gelin kıza bakarken sahnenin önünden geçen köpek gibi. Veya az rastlanan bir şekilde bir filmde bir telefon numarası tamamen söylenir. Nusret Baba'nın telefonu 0542 425 16 07 dir. Filme sponsor olan Telsim'i anmak için 542 iki defa söylenir. Üç örnek daha verelim bu duruma. Filmin samimi ve sıcak, ne kadar basit bir film olduğunu göstermek için. Haluk ile Altan Firuzağa Taksi Durağı'nda çay içerken gitmeye karar verirler, Altan boş bardakları yanlarındaki taksinin üzerine koyar ve seslenir" Savaş bunları bırakıyorum buraya,alırsın." Her taksi durağında olan ama hiçbir filmde görmediğimiz bir sahne. Bir de ecza deposunda Altan'ın uyuyor numarası yapma sahnesi vardır ki ne desek boştur."uyumadın mı sen hala" narası çok hoştur. Bir başka örnek ise filmin sonunda çiçekçiden çiçek alınırken yaşanan konuşma. Derbeder vaziyette gelen iki adamın çiçeklerini aldıktan sonra sorduğu "Kaç para?" sorusuna çiçekçinin verdiği "koy cebine biz başkasından alırız" cevabı candır. Akabinde onları Taksim'e atmaları ise çiçekçiyi gönül adamı mertebesine yükseltir. Nurgül Yeşilçay ilk kez bu filmde hemşire rolüyle karşımıza çıkar. İlk repliği "Tolga Bey taburcu oldu" olur.
****
Filmin yıldızlarından biri Ayumi Takano' dur. Japon olmasına rağmen filmde bir Çinli kadını canlandırır. Bu önemlidir çünkü Çin Lokantası muhabbeti filme ayri bir kat tatar. Bu muhabbet boş ve ıslak İstiklal Caddesi'nde iki kardeş yürürken duyulur.Bir diğer kadın oyunucu Ceyda Düvenci'dir, bu filmi izleyip ona aşık olmamak zordur. Ta ki acı sona kadar...
****
Fimde her konuya değinilir. Aile, suç dünyası, iş dünyası, evlilik, hatta otele elele girdikleri sahnede eşcinsellik. Her konudan ucundan da olsa bahsedilir, ve değişik atmosferlere girilir bütün film boyunca. O yüzden filmi tanımlarken nereye sokacağımızı bilemeyiz. Komedi filmi demek büyük haksızlık, aile filmi dersek yetersiz, yol filmi hiç değil. Bu filmin konusu ne denirse verilecek en doğru cevap "Türk filmi-Yeşilçam filmi" olmalı belki de. Filmin başrol oyuncularından biri ünlü bir müzisyen olunca filmin müzikleri de ayrı bir önem kazanıyor. Zaten izlenen her filmde akılda kalan bir parça olur. Bu filmde duyulan sözleri olan 3 tane şarkı var. Bu Ne Biçim Hikaye Böyle adıyla filmde yer alan şarkının klibi de filmin görüntülerinden oluşur. Mazhar Alanson ve Sami Özer beraber seslendirir. Ama bu şarkı ilk olarak 1974 yılında Mazhar ve Fuat"ın Türküz Türkü Çağırırız albümünde yer alır. Daha yavaş bir haldedir, daha güzeldir. Ama filme de tam oturmuştur. Klibinde şarkı girmeden önce Altan ve Nuri arabada giderler, Altan kağıtla acayip sesler çıkarır, Nuri "ne işim var ulan benim Bodrum'da" der, sonra şarkı girer, "gel gidelim güneylere" der.. Şarkının sözleri hem Altan için hem Nuri için cuk oturur.
****
Bir diğer şarkı filmin sonunda çıkan Benim Hala Umudum Var şarkısıdır. Bu şarkı da iki karakter için, film için çok güzeldir. Şarkı filmde, yukarıda bahsedilen çiçekçi sahnesinden hemen önce duyulur. Paraları yanmış, bütün çabaları boşa gitmiş, babalarını kaybetmış iki kardeşin yaşadıkları korku dolu bir geceden sonra beraber sabahın ilk ışıklarına geçişi esnasında yani. Bu şarkı daha sonra Mazhar Alanson'un solo albümü Türk Lokumuyla Tatlı Rüyalar'da yer alır.
****
Ve son şarkı... Bilerek sona bıraktım çünkü bu film kadar güzeldir ve hakettiği yeri kazanamamıştır. Kimi yerde Superman kimi yerde Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim adıyla karşımıza çıkar. Sami Özer yine eşsiz sesini duyururur, bu sefer yanlarına Cem Yılmaz da girer. Sonlara doğru başlayan gitar solosundan, içinde süperman adının geçtiği sözlerine kadar tam anlamıyla muhteşem bir şarkı. Şarkıyı filmde 2 kere duyarız. Birinde Bodrum'a giderken, diğerinde dönerken. Giderken, Nuri şarkıdan daha doğrusu Bodrum seyahatinden rahatsız olur ve müziği kapatır. Dönüşte ise bu sefer içini dolduran aşkın etkisiyle de "güzel söylüyor çocuk" der ve sesini açar. Söyleyen çocuğun kendilerinin olması bu sahnede bile gülmemizi sağlar.Hep güleriz dedik ama hiçbir zaman GORA filmindeki gibi yerlere düşmeyiz, katıla katıla kahkahalar atmayız. Ama sürekli kendi yaşadığımız olaylar sırasında aklımıza bir sahne gelir ve yüzümüzde bir tebessüm beliririr. Kime sorsalar gösterecekleri bir mahallede yaşamışlığımız var en azından, kimse de uzaya kaçırmadı bizi.

Açık İstiklal Savaşı Koşusu

Ayabakan uzunda gider mi sorusunun yanıtı bugün. Kısa mesafeyi kusursuz koşuyor burası kesin. Şimdi mesafe 2100 metre. 2100 metreyi çıktığı gibi bitirmeyecek bence. Bekleme yarışı yaptığı zaman da etkili olabildiğini gördük son yarışında ki o yarıştaki stili bana biraz Özgünhan'ı anımsatmıştı.
***
Karataş, Berraksu gibi uzun mesafe özürlü bir tayı bile her ne kadar grubu zayıf olsa da 2400 metreyi kısaltarak tabelaya sokmayı bildi. Ayabakan ile bu daha kolay olacaktır. Irkları farklı olsa da karşılaştırma mantıklı. Benim bu yarış için Ayabakan'dan başka dikkat çekmek istediğim at ise Güntay. Annesi Odin ve Odinhan'ın öz ablası Öztay. Babası ise Haberbatur gibi bir efsane. Çok kuvvetli kan hattıyla son 400'de şayet Ayabakan'ın temposu düşerse devreye girmesini beklediğim at Güntay'dır.

Cuma, Temmuz 4

Dünyanın en haklı adamı 2

''2000 yılında kazanılan UEFA Kupası'ndan dolayı bana göre başı hala göklerde, bulutların arasında geziyordu. Ama şunu söyleyebilirim ki, çok mükemmel bir antrenör değildi. Kendisi futboldan çok dış görünüşüyle meşguldü. Benim hiçbir yerde görmediğim bir şeydi. Yarım sezonluk bir dönemde aynı kıyafetle diğer antrenmana çıktığını görmedim. Her seferinde başka kıyafet giyerdi. Bu gerçekten inanılmazdı. Tam anlamıyla gerçek bir megalomandı''

Frank De Boer hislerimize tercüman olmuş. Türkiye'nin kariyer olarak açık ara en iyi Türk teknik direktöründen bu kadar nefret edilmesinin nedeni bu. Bizim memlekette kibri sevmezler, istersen padişah ol.

Amiral battı

Post başlığı, Türk basının amiral gemisi denen 60 yıllık gazeteye belden aşağı vurmak mıdır bilmiyorum. Ama Hürriyet'in de fotoğraflı haberleri hep bir tuhaf. Tık almak için her türlü absürd başlığı atabiliyorlar. Sene içinde eteği kısa diye bacaklarına kezzap atılan kızın resimleri için tıklayınız diye haber vardı, fazla söze gerek yok belki de. Kaçrımamaya çalışıyorum. Bu sefer ki de yuh dedirtiyor. Bastian Schweinsteiger'in karısı Sarah Brandner'in adını Freundin Sarah şeklinde yazmış gazete. Freundin almanca kız arkadaş demek. Üstelik 7-8 resimde bu böyle. Hani çok mu zordur bunun doğrusunu yazmak diye insan merak ediyor. Bu arada benim koyduğum foto da bir acayip. O bıçak ne birader? Tamam yan bakmıyoruz manitaya.

Perşembe, Temmuz 3

Harry Kewell


Galatasaray yeni sezonun ilk yabancı transferini gerçekleştirdi. İmzayı görmeden inanmayan bir nesil olmamıza rağmen resmi siteye güvenmek durumundayız.
1965 doğumlu genç bir yıldız 1989 yılında Galatasaray'a rakip olmuştu bir yarı final eşleşmesinde. 1996 yılında ise imzayı atmıştı.Sonraki 4 yıl dillere destandı.

1978 doğumlu Kewell, 2000 yılında yine bir yarı finalde rakip olmuştu, 2008 yılında ise transfer oldu.

Yeri gelmişken Leeds United tribünlerinin zamanında bestelediği bir tezahüratı hatırlatalım.

Posh Spice is a whore
She rings a big fat jewell
When she's shagging Beckham
She thinks of Harry Kewell

Salı, Temmuz 1

9 yıl öncesi

Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turunda MTK ile eşleşti Fenerbahçe. Rakip tanıdık maalesef. Kuradan önce çıkmasını istediğim en son takımdı açıkçası, o çıktı, hayırlısı olsun. 15-0 yensek bile tatsız hatıralar canlanacak. Bari biz yapalım o işi.
***
9 yıl önce o sezona Proton forma reklamı ile başlamıştık. Kadroda Sergen falan vardı bir önceki sezondan kalma. Benim her fırsatta savunduğum ama ligde yanılmıyorsam sadece İstanbulspor, Antalyaspor ve Trabzonspor'a gol atan Suleyman Oulare, senenin en değerli golünü atacak Johnson'un yanında eşantiyon bardak misali verilen Preko ve Abdullah ile Ogün transfer edilmiş, teknik direktörlüğe de Rıdvan Dilmen getirilmişti. Depremden kafayı üşüten Murat Yakın da kadroda idi. Hastası olduğum, derbilerin sessiz sedasız golcüsü Viorel Moldovan da takımda en güvendiğim isimdi.
***
Macaristan'daki ilk maça dair hatırladığım gereksiz detaylar var. İlki Alpay Özalan'ın (bir de onu transfer etmiştik doğru ya) formasının arkasına Alpay yerine Aplay yazılmış olmasıydı. O zamanlar sadece avrupa kupası maçlarında forma arkasına isim yazılıyordu. O sene de zaten forma sırtlarında sadece numaraların olduğu son seneydi. Ayrıca Preko'nun bir şutu da direkten dönmüştü.
***
Kadıköy'de baskılı oynamıştık ama ikinci yarıda yine yanılmıyorsam Kenesei ya da Henesei'nin attığı iki golle elenmiştik MTK'ya. Rüştü bir avrupa kupası maçını daha boş geçmemişti. 2-0'dan sonra çok net gol pozisyonları bulmuştuk ama nafileydi artık.
***
Rıdvan Dilmen istifa etmişti maçtan sonra. Bu istifanın MTK'ya elenmemizle bir ilgisi yok demişti bir de. Neyle ilgiliydi acep?