Pazartesi, Nisan 28

Kötü Pazar

Pazar sabahına evde uyanıyorum. Aslında sabah denemez, öğlen olmuş. Ev arkadaşlarım kahvaltı etmişler ama yaptıkları sucuklu yumurtadan bana da ayırmışlar. Kahvaltı sofrası aynen duruyor. Çay hazır. Kahvaltımı ediyorum.

Müzik çalıyor, muhabbet ediyoruz. Hava güzel. Açık balkon kapısından çok tatlı bir hava giriyor evin içine. Birazdan işe gideceğim ama moralimi bozacak bir şey değil. Huzurlu bir an yaşıyorum, bunu da çalıştığım işe borçlu sayılırım. 

Balkonu yıkamaya karar veriyoruz. Bahar geldi, hatta yaz geliyor. İçimizi mutlu eden şeyler... Balkon yıkarken suyla haşır neşir oluyorsun. O da ayrı keyif. İşe gitme vakti geliyor. Çıkıyorum evden. Gayet huzurluyum, kulağımda kulaklık müzik dinleyerek otobüs durağına yürüyorum.

Evden çıkıp, Bağdat Caddesi'ne inmem üç dakika. Üç dakika içinde her şey değişiyor...

Güneş gidiyor, bulutlar geliyor. Kulağımdaki müzik bile değişiyor, Ahmet Kaya'a dönüyor. Karamsar bir tablo oluşuyor. Bir de Fenerbahçe bayrakları, Fenerbahçeliler.. Şampiyonluk kutluyorlar. 

Adamların şampiyon olması önemli değil de şampiyonluk kutlaması biraz rahatsızlık veriyor. Belki de böyle olması gerekiyor. Tam emin değilim. Ama başka zaman olsa, daha eskiden olsa daha farklı sinirlenirdim. Sinirimin, öfkemin nedeni tamamen bizim tarafla ilgili. 

Evden çıkarken sahip olduğum mutluluğun 3 dakika içinde kaybolmasının nedenlerini sıralıyorum; ne Fenerbahçe ne onlardan biri... Ünal Aysal, Mancini, hatta Fatih Terim, ama en başta Ünal Aysal, sonra yine Mancini, belki bazı futbolcular... Ulan bu nasıl iştir ya? Bizim kaygılarımızı, umutlarımızı, heyecanımızı taşımayan insanlar bizim hayatımıza yön veriyor. Büyük saçmalık.Tamam bu saçmalık da, ne olursa olsun bu tablonun oluşmasında da onların emeği büyük. Kendi hayatımı sorgulamak için biraz geç. Bunu Eskişehir'de kendimi yırtmadan önce düşünecektim. Şimdi bu duruma neden olanları hatırlama zamanı.

İşe gidene kadar gördüğüm her sarı-lacivert bayrak Ünal Aysal'a ah olarak geri dönüyor. Mancini ise güvensizliğin eş anlamlısı. Fark 11'ken "Bu takım şampiyon olabilir" diyen ben, seneye Mancini yönetimininde mart ayına 20 puan önde girsek heyecanlanmayacak durumda olacağım. Zaten seneye, ve bundan sonraki senelerde, şu ligden oyundan kopmak gerek. Ama dördüncü yıldız gazıyla yine kendimizi puan hesaplarken bulabiliriz. Peki bu futbolcular yine aynı şekilde mi davranacak?

Gerçekten şimdiden bunları düşünmek acınası durum. 

O değil de fark bir ara 4'e düşmüştü be... 

Bu takım hiç inanmadı. En çok o koyuyor. Bu modern futbol denilen zımbırtının en büyük handikapı transfer işleri. Keşke transfer diye bir şey olmasa. Bir futbolcu 15 sene aynı takımda kalacağını bilsin. Bilsin ki bizi bu durumlara düşürmesin. Bizim hissettiklermize benzer duygular yaşasın.

Ama öyle bir durum yok. O zaman bizim bir taktik değişikliğine gitmemiz gerek... E-bilet de var artık. Kendi kendilerine oynasınlar işte. Bizi de yormasınlar. Üç dakikada değişen halet-i ruhiye, bir dönemden sonra çok yorucu olmaya başlıyor.

Hiç yorum yok: