Salı, Nisan 15

Özür




O kadar uzun bir hikaye ki aslında bu, sadece bu sezona veya sekizli finale bağlanacak bir şey değil.

Kulübün bu şubesini kendi gönül sıralamasında birinci sıraya çıkartanlara çok büyük saygı duyuyoruz. Onların yeri ayrı. Ama bir de bizim gibiler var. Futboldan beslenip Galatasaray'ın her tarafına kanalize olan bir kitle. Onlardan biri olmaktan her zaman memnundum.

İşte o hikayenin seneler önceki kısmında ben de vardım. Bunu "ben de vardım" demek için yazmıyorum, çok iyi hatırladığım için söylüyorum. Kahramanlık destanı yazmak veya "nereden geldik" demek içimn de değil. 2005'te Fenerbahçe'ye yenilerek küme düşen takım da çok enteresandı, 2008 TKBL final serisi de... 2009'da Euro Cup kazanan kadro... Değişik insalar vardı, değişik sporcular, ilginç anlar, ilginç anılar...

Biz küme düştüğümüzde lig böyle iki takımlı değildi. Bir sürü iyi takım vardı. Erdemir, Mersin, Fenerbahçe, Beşiktaş. Bir tek biz iyi değildik herhalde. O sezon Işıl İstanbul Üniversitesi'nde, Birsel Migros'ta oynuyordu. Bağıra bağıra geliyorlardı. Sanırım aynı hafta kendi maçlarında trible-double yapmışlardı, forumlarda "vay be" demiştik. O zaman Işıl'ın Galatasaraylı olduğu çok bilinmiyordu, ama sonradan öğrendik ki Birsel GS Basket'e yazıyormuş.

Biz Fenerbahçe'ye yenildiğimizde Esra, Şaziye, Nevriye orada oynuyordu. Bak Nevriye'den emin olamadım şu an, belki WNBA'de de olabilirdi o dönem. Bizim Ahmet Cömert, onların Caferağa günleri. Yatırım yapan kulüp yok, maçı veren kulüp kanalı yok, sosyal medya yok, haliyle biz bizeyiz. Şubeye önem gösteren eli yüzü düzgün basketbolseverler arasında birkça "futbol taraftarı"... 

Küme düştüğümüz maçı hatırlıyorum. Gitmemiştim. Param yoktu her zamanki gibi, üniversite öğrencisiydim. Dedim ya biz önceliği futbol olanlarız. Cepte para varsa öncelik futbola... O yüzden şubenin kahrını tam olarak biz çekmedik. Basketbol maçına 20 lira veremezdik. Eh aslında herkes biliyordu, oraya kadar giden kimse dışarıda kalmazdı ama yavaş yavaş bizde de aydınlanma yaşanıyor. Tamam biraz da üşenmiş olabiliriz. Ama yine de bugün bile bakınca şaka gibi bir fiyat. Takım ligde kalmak için Fenerbahçe'yi yenmek zorunda, kritik bir maç ama biletler 20 lira. O dönemin Galatasaray'ı inanılmazdı. Her kötü olay (ki bu neredeyse her hafta oluyordu) bizi, en azından beni, takıma biraz daha bağlıyordu.

Takım küme düştü, sonra çabucak geri döndü. Işıl bize, Birsel Fener'e geçti. Fenerbahçe, Beşiktaş, Mersin kendi aralarında oynuyorlardı, biz sanki hiç oraya giremeyecektik. Girdik. 2008'de final oynadık. Caferağa'daki ilk maçta Esra 20 küsür sayı atıp efsane oldu. Kariyerinin geri kalanında o günün ekmeğini yedi. Seriyi kaybettik. Caferağa'da kazanmak yetmedi. Ben askerdeydim, hafiften sevindim. "İyi" dedim, "Ben döndüğümde şampiyon oluruz"

Hala olamadık. Ama araya dünkü hariç bir Avrupa Kupası sıkıştırdık.2009'da artık ne öğrenci ne askerdim. Çalışıyordum. Cebimde para vardı. Ama bütün sezon 5 lira olan biletler o gün yine 20 lira olmuştu. Hamburg maçının üzerinden 1 ay geçmemişti. Hala daha şoktaydım. Tarihi atmosferi evde arkadaşlarla izledik. Işıl,Esra,Yasemin ve tabi ki Seimone. Kötü sezonun (çünkü bizim için öncelik futbol) tek güzel günü.. En güzel günü...

Fenerbahçe ile rekabet her alanda kızıştı. Eskiden böyle değildi. Twitter ve Facebook etkisi mi acaba? Bilemiyorum ama kadın basketboluna çok büyük anlamlar yüklemek zorunda kaldık. Bunun üzerine kafa patlattık, maçlara daha sık gittik. Ve her sene Fenerbahçe'nin kupa kaldırışını izlemek zorunda kaldık. Son 3 sezon baya üzüldüm. Baya soğudum. O eski günleri, kadın sporcuların erkek takımının formasıyla maçlara çıktığını gördükten sonra, bolluk dönemlerine alışamadım. Seimone yerine Taurasi'nin gelmesine anlam veremedim. Ekrem Memnun ve Cem Akdağ gibilerini gördükten sonra Zafer Kalaycıoğlu'na ve Ceyhun Yıldızoğlu'na alışamadım. Takımın, şubenin içinde olan bitenlerle daha çok alakalı olup Ahmet Dedehayır'ı görünce dayanamadım. Zaten futboldan geleniz, işin tekniğinden hiç anlamıyoruz. Bir de sevdiğimiz insanlar tercih edilmeyince zorlanıyoruz.

Küslük senesi bu sezona denk geldi. Artık taraftarlık algımla da hesaplaşırken gözden çıkardığım bir şube oldu. Biraz futbol, biraz erkek basketbol yeterdi diye düşündüm.Aslında buna benzer bir şeyi erkek basketbolda da yaşadım. İşgüzar insanlar yüzünden bir skandala karışıp ceza alınca, "Ulan tek salak biz miyiz, herkes yolunu arıyor biz maça gidiyoruz, gitmiyorum lan artık" demiştim ve Cem Akdağ'ın Jasaitisli efsane kadrosunun direnişine uzak kalmıştım. Belki de Top 8'e kalmaktan daha büyük başarıydı. Bu sezon da benzeri oldu. Bazen oluyor. Birilerinin hataları yüzünden çok alakasaız ve hak etmeyen insalara tavır alıyorsun. Gerçi bizimki insanlara da tavır eğildi. Ekrem Memnun'a kim neden tavır alsın. 

Gerçi şimdi düşündüm de, Işıl'a da az sallamadım. O Galatasaraylılık şovları, üçlüleri, "Sürünsem bile Fenerbahçe'ye gitmem" açılamaları ve ardından gelen başarısız maçları. Üzüyordu. Üzmekten öte sinirleniyordu. Kariyerinin en iyi maçlarından birinde Ayhan Şahenk'te kendi ribaundunu almaya çalışırken sakatlanmasaydı belki böyle konuşmayacaktık. Bir daha eskisi gibi olamaz dendi, uzun süre de olamadı. Ekrem Memnun onu baştan yarattı. Her iyi maçından sonra "Acaba bugünü bizi ne yaparak kandırdı" diye düşünmekten helak oldum. Şaka lan, helak da olmadım. O kadar izlemedim işte maçları. Salona hiç gitmedim bu sene. Televizyondan da iki Fenerbahçe maçı izledim sadece. Ben nereden bileyim Euroleague'de şampiyon olacağımızı.

2011'de şampiyon olacağımıza çok inanmıştım. Ev sahibiydik. Fenerbahçe ile aynı gruptaydık yine. Ve tabi ki yine onlar yendi. Bu sefer tribünde de ezildik. Biletler yine çok pahalıydı. Son yıllardaki derbi maçlarındaki en farklı tribün yenilgisi. Sahada da kazandılar. Gruptan çıkamadık. Fenerbahçe final oynamasın, kupa almasın diye dualar ettik. Alamadı. Bir sonraki sene (geçen sene) final oynadı. Artık kapanmaz bir fark oluştuğuna inacım yerleşmişti. O kadar para harca, o kadar isim getir, olmadı yeniden kur, sonra Fenerbahçe şampiyonluğu izle. Neyse ki Ekaterinburg diye bir takım var.

Aslında bizim dediğimiz oldu. O kadar para harcamaya, plansız, günü kurtarmalık hamlelere gerek yokmuş işte. Ekrem Memnun gibi birisi yeterdi. Yetti.

Yetti de o kadar kötü günden sonra bugünkü iyi güne sevinemiyorum. Hakkım yokmuş gibi geliyor. Bugün Ekrem Memnun NTV Spor'da çıkıp "Tarsus maçında 7 biletli seyirciyi görünce, buralardan gitmek istedim" dediği anda utandım.  Belki başka zaman olsa o Tarsus maçında da olmazdım da biraz yüklenirdik işte.

Ulan bu taraftarlık işi çok sakat. İnsan neye üzüleceğini neye sevineceğini şaşırıyor. Her olayda bir muhasebe yapıyor. Geçmiş, gelecek birbirine giriyor. Anlamlar, değerler kayboluyor. Bir de kendinle çelişiyorsun defalarca, o koyuyor. Yarın yine bir olay olacak birbirimize gireceğiz. Şube kapansın, yatırım yapılsın, şu olsun, bu olsun...

Ekrem Memnun'u kupa töreninde kızıyla beraber görünce iş değişiyor. Onu da nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Bu şubelerde taraftara gerek yok. Bu spor tamamen sporcuların, antrenörlerin, emek verenlerin. Bütün başarı yüzde yüz sporcuların ve antrenörlerin. Gereğinden fazla konuşup yük bindiriyoruz.  Haksızlık yapıyoruz. Sonunu bağlayamadım ve tam olarak anlatamadım ama öyle işte




2 yorum:

ygtylmz dedi ki...

Şampiyonluk için Tebrikler, Fenerbahçe'nin Caferağa günlerinde başarı olarak taraftarların da katkısı var. En gidilmeyecek maça bile sağlam bir kitle gidiyordu. Bu sezon yine özellikle euroleague maçları o dandik salon bile doluyor, boş kalmıyordu. Sizin nasıl bilmiyorum. Kadın basketboluna bu kadar uzağım. Tekrar tebrikler.

kutay dedi ki...

teşekürler yiğit...

2005'te 2006'da 2007'de caferağada salonun dolduğunu hatırlamıyorum. zaten gs zayıftı, kadın bsketboluna ilgi yoktu, avrupada da bu kadar güçlü değildiniz