Perşembe, Ekim 5

Sığınak #2



Serinin ikinci yazısı için yine Beşiktaş tribünündeyiz. Fakat bu sefer Kadıköy'deyiz...

Deplasmanlar; sığınakların en güzelidir; özellikle de derbiyse. Çünkü sığınan insan, sığınağa öylesine hislerle gelmez Üzüntülüdür, melankoliktir, huysuzdur, duygusaldır ve biraz da öfkelidir. Ve tüm duygularını olduğu gibi öfkesini de dışarıya vurmak ister. Deplasman, bu dışa vurum için en uygun yerdir.

Birincisi stadyum sizin değildir. İstediğiniz gibi hareket edebilirsiniz. Tamam bu videoda; en azından 1 dakika 10 saniyeye sığan bölümde vandallık yok; (belki kamera açılmadan önce veya kapandıktan sonra vardı) ama o taşkınlık potansiyeli çok açık bir şekilde ortada duruyor.

İkincisi önemli sebepse şudur; rakipleriniz sizin öfkenizi görürse, sizden korkabilir ve bu büyük bir karizma, güç ve üstünlük katar.

Bu giriş yanlış yönlendirmesin. Bu bir şiddet videosu veya şiddet yazısı değil. Şiddet övgüsü de olmayacak (umarım). Zaten bu da Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında oynanan hazırlık maçı. Hani Soma faciası için düzenlenen, Chelsea'nin de İstanbul'a geldiği, her takımın tek devrelik maçlar yaptığı turnuva. Turnuvanın amacı bir yana; futbol organizasyonu adına en saçma organizasyonlardan biriydi. Herhalde aradan geçen yılların ardından kimse maçlara dair bir şey hatırlamıyordur. 

Bir yaz gününde, durduk yere bir anda, kendilerine fazladan bir deplasman anısı çıkaran Beşiktaşlılar hariç...

Deplasman tribünlerinin sabıkası geniştir. Zamanında çok fazla olaya şahit olundu. Tuvaletler parçalandı, kapılar söküldü, camlar kırıldı. Videoya tekrar bakınca, bu işlerin ne kadar kolay olabileceğini görebiliyoruz. Bu olaysız, hedefsiz, yarım maçta bile o potansiyel tam ortada duruyor. Ter kokusu ekrandan dışarı çıkıyor resmen. Adrenalin, şiddet, Fight Clup özentiliği, mahalle savunması...

Yüzlerce erkek orada. Sığınaktalar. Canları ne isterse onu yapabilecekleri bir ortamdalar. Ve o an; yani bu videonun çekildiği an, şiddet namına hiçbir şey yapmıyorlar! Zira; tamamen yok olma halindeler. Artık hiçbir şeyi düşünmüyorlar. Öyle ki söyledikleri de günün anlamına, maçına önemine uygun bir tezahürat değil; bildiğimiz düz bir şarkı!

Bazı tribünlerin bazı şarkılarla ve şarkıcılarla arası iyidir. Özel bir bağ vardır. Beşiktaş için bir Hakan Peker vardır bir de Hakan Altun! 'Yerli Seal' Hakan Altun, zaten Beşiktaşlıdır. Geçmiş yıllarda kalan sezon açılışlarının müdavimidir. Geçmişte kalan bir de TSYD maçları vardır ki; bu Soma turnuvası da ne kadar kötü bir organizasyon olasa da o günleri hatırlatmıştı.

Nostaljiye gerek yok. Hakan Altun'u seviyoruz! Belki de Durmuş Saatler dizisine en uygun isimlerden biri ama Refet henüz sıraya almadı. Adamın suratında 'Dünyanın en iyi insanı' imajı var. Şarkıları da fena değil; dinliyoruz işte. Yine de burada, Hakan Altun'un çok sevdiğim bir şarkısının söyleniyor olmasından daha başka bir şey var, beni çeken şey daha başka! O da yüzlerce erkeğin aynı anda yok olma haline geçmesi. Yani düşünceleri bir kenara bırakarak bir şekilde eyleme geçme hali.

Bu zamandan ve mekandan ayrılarak yok olma halini herkes başka türlü yaşar. Kimi varoluşçuluk üzerinden süslü cümlelerle açıklar, kimi "Kopuyoruz aga" der.

Kimi evinde şarap eşliğinde cazz dinleyerek ulaşır, kimi kimyasallar sayesinde.

Kimi bir rock bardadır, kimi de tribünde...

Dikkatle izliyoruz. Videonun başında hiç bir abartı durum yok. Şarkı söyleniyor ve eller vuruluyor. Bu esnada videonun gelişimine de uygun olarak tek hoparlörden ses geliyor. Serinin ilk yazısında bahsettiğimiz "geçiş çocukları" burada da duyuluyor. Onlar sayesinde tempo her an bir tık daha artıyor. Zaten tam o esnada hoparlör de düzeliyor. Ve nasıl bir tesadüfse; ses düzelince ve tempo artınca; kitle de sanki o düzelmeyi bekliyormuş gibi eyleme geçiyor. Artık ritm sadece akışlarla tutulmuyor. O içte tutulan şiddet duygusunu vandallığa dökmeden, civarda buldukları her şeye vurarak şarkıya katkıda bulunuyorlar. Aynı zamanda ses dışında, hareketlenmeler de artıyor. Az önce yerlerinde durarak bağıran herkes bir anda zıplamaya, hatta belki de tam olarak ayine başlıyor. Sistemsiz, düşüncesiz, nereye gittiği belli olmadan, hatta yanındakini dahi tanımadan. Saniyeler içinde irili ufaklı birçok grup çıkıyor ortaya.

Bu arada videonun 22. saniyesinde Fenerbahçe formalı biri göze çarpıyor. Muhakkak kitle onu daha önce görmüştür. Ama ne olursa olsun; artık kopma ayini başlar. Çevredeki hiçbir şey umurlarında değil. Fren patladı. Zaten durmak isteyen de yok!

Sizce bu insanlar şampiyonluk mu kutluyor? Ya da bir gole mi seviniyor? Veya bir galibiyet? Birçok aydın, entelektüel, sosyolog, psikolog kitlelerin bu sevinç hallerini uzun yıllar boyunca anlamlandıramadı. Onları yeni yeni çözebilenler, bunu hiç anlayamazlar! Onlar için en zor davalardan biri olur bu video.

Bunların hepsi bir hazırlık turnuvasında oluyor. Yani saha, stadyum, maç önemli değil. Bu insanlar hiçbir şey kutlamıyor. Muazzam olan da bu. Bu bir kutlama değil; bu sığınakta olmanın coşkusu.

Muhakkak tribün, o kitle, o insanlar bu şarkıyı boşuna sahiplenmedi. Tesadüfen söylenmedi, tesadüfen anlam kazanmadı. Sözlerine bakmak lazım;

Anlamadın ki ona yanarım 
Sen benim gönlümde canım, yaralar açtın 

Unut demekle olmuyor 
Güneş doğmuyor günlere 
Kara bahtım çok yara aldı 
Zor günde vardın, hani nerde? 

Hani bekleyecektin bir ömür boyu 
Hani olmayacaktın başkalarının 
Sen yalancı çıktın vefasız çıktın 
Senin gibi biriyle işim olmaz ki.

Yaralar açan biri var. O yalancı ve vefasız yüzünden kara bahtlı adamın günlerine güneş doğmuyor. Felaket gibi bir durum. Ve 'bizim çocuklar' bu sözleri tekrarlayarak kutlama yapıyor! Çünkü sığınakta olmakta bunu gerektirir!

Bu şarkının Beşiktaş tribününe nasıl yerleştiğini bilmiyorum. Ama benzerlerini biliyorum. O nedenle tahminlerim var. Büyük ihtimalle ya bir deplasman yolunda, ya bir semtte gece otururken, ya bir maçın sonrasında yürürken birkaç çocuk söyledi. Ertesi hafta tribünde yine söylediler, onlar söylerken yanlarına 10 kişi daha geldi. Ertesi maç onlar söylerken bu sefer 30-40 kişi daha eşlik etti. Sonra başka bir grup basketbol maçında söyledi. Sonra maç öncesi yüzlerce kişi söyledi. Sonra birileri stadyum hoparlöründen çalmasını istedi. Ve sonuç....

Burada gördüğünüz hiçbir şey tesadüf değil. Videonun sonuna bakınca, insanların yüzlerindeki "Biz az önce yaptık ve neredeyiz" bakışlarını göreceksiniz. Yok olanlar ve kopanlar, hayatı unutanlar, sığınaktan çıkarak gerçek dünyaya geri dönüyor. Bu anlar vazgeçilmezdir ve her yerde her zaman yaşanmaz.

Temmuz ayındaki kavurucu sıcak nedeniyle üzerini çıkarmak zorunda kalan, o nedenle boxer'ı gözüken, dağıtmış, zıplamış ve yorulmuş adamın boynunda hâlâ atkısı duruyor.

Bu müthiş bir şey ve bunu açıklayamaz, sadece hissedebilirsiniz!!

Hiç yorum yok: