Cumartesi, Ekim 9

The Help

2011 yapımı The Help'i izlemeyi uzun zaman boyunca erteledim. Ne zaman baksam IMDB'nin en iyi 250 film listesinde yer alıyordu. Ciddi referansları sayesinde filmi hem merak ettim hem de öteledim. Ötelemenin iki nedeni vardı. Birincisi korkutucu süresi. 2.5 saatlik filmlere sorunum yok. Sıkılmaktan korkmam. İzlemeye başlarsam sonuna kadar giderim. Fakat gün içinde bomboş bir 2.5 saat bulmak hiç kolay değildi.  O nedenle karantina dönemi, beklenen fırsatı getirdi. 

Ötelememin ikinci nedeni ise filmin afişiydi. Genelde izleyeceğim filmlerin konularını, eğer izleyen birileri bana fısıldamazsa, bilmem, bilmek de istemem. The Help'in de konusunu bilmiyordum. Sarı tonların ağırlıklı olduğu ve dört kadının yer aldığı afişine bakınca aklımda başka bir hikaye belirmişti. The Stepford Wives veya çok sevdiğim Plesantville gibi Amerikan toplumuna eleştiri getiren bir 60'lar filmi olacağını düşünmüştüm. Öyle olması da dert değildi ama benzerlerini çok gördüğüm için önceliğim olmakta zorlanıyordu. Aslında nispeten içeriği doğru da tahmin etmişim. Eleştiriler ve ve 60'larda geçiyor. Ama esas konusunu anlamak afişe bakınca mümkün olmuyordu. Irkçılık karşıtı filmlerden biri olan ve dikkate değere bir hikayeye sahip olan The Help, bunu seyirciye vadetmekte zorlanıyor.

Bir roman uyarlaması olan filmin ilginç bir konusu var. Güneyde yetişip büyüyen Skeeter (Emma Stone), bir gazetede ufak ufak bir köşe doldurmaya başlar. Zamanla bu köşesinden gerçek hikayelere yer verir. Gerçek hikayeleri, hayatının en başından beri yanında olan, hatta onu büyüten Afro-Amerikalı kadınların dertlerini dinleyerek oluşturur. Tabi sadece hikaye toplamak mümkün değildir. Anlatılanlar beyaz kadınları, yani ev sahibelerini rahatsız eder. Anıları anlatmak, gerçeklerden bahsetmek mağdurlar için çok zor bir hale gelir. Böylece hikayemiz derinleşir...

Obama'nın başkalığı dönemine denk gelen The Help, kesinlikle Hollywood tarihinin en güçlü ırkçılık karşıtı filmlerinden değil. Hatta böyle bir listede ilk 10'a girmesi bile zor. Fakat toplumun tüm katmanlarının neden aynı tarafta buluşması gerektiğini güzel anlatıyor. Böylece ırkçılık sorunun dışına da çıkarak, tüm haksızlıklarla ve ayrımcılıkla mücadele yoluna önemli katkılar sunuyor.

Skeeter, beyaz bir ailenin kızı olmasına rağmen aslında ailenin emektarı Aibileen (Viola Clark) tarafından büyütülüyor. Onu belki de annesinden daha çok seviyor. Onun aile işleri bizim için (mücadele için) önemli değil. Fakat bu çocuklar büyüdükleri, şehre gittikleri, üniversite okudukları ve politikleştiği zamanlarda; (Skeeter için bu dönem 60'ların sonlarına denk geliyor) siyah hareketinin en büyük destekçileri oluyor. Aslında filmde Skeeter'ı bir eylemci olarak görmüyoruz. Meydanlara çıkmıyor. Pankart taşımıyor, slogan atmıyor. Fakat işini ve elindeki, imkanları ulvi bir amaç için kullanıyor. 

Filmin çıkış noktası olan kitabın Türkçe'ye çevrilen adı da bu anlamda değer kazanıyor: Yardımcı. Ailenin gündelik işlerini yapan 'yardımcı' Aibileen'in hayatından yola çıkıyoruz. Sonradan 'yardımcı'ya dönüşen Skeeter oluyor. Film isimlerinin Türkçe'ye çevrilirken çıkan örnekler, yıllardır tartışma konusu oluyordu. Bu sefer karşımızda "Duyguların Rengi" çıktı. Bence kitaptaki başarının yanına bile yaklaşamıyor.

Öyleyse kısaca filmin iyi noktalarına vurgu yapalım. Hikaye kesinlikle gereksiz ajitasyonlara girmiyor. Oysa Türkçe isim bu konuda bizi biraz korkutmuştu. Ayrıca çok iyi bir mizah dengesi var. Hikayeye renk katıyor ve sulandırmıyor. Oyuncular çok başarılı. Hayranı olmadığım Emma Stone bu sefer benden geçer not alıyor. Fakat filmin yıldızı tabi ki Viola Davis. Fakat kötü karakter Bryce Dallas Howard'ı da atlamak lazım. Öte yandan uzun ve korkutucu süresi, kesinlikle bir dezavantaja dönüşmüyor.  Fakat zaman zaman durağan bir tempoya girebiliyor ki, bu tip agresif konuya sahip filmlerde temponun biraz düşmesi, filmin geneline olmasa da hafızalarda kalacak "sert duruş''a zarar verebiliyor.

En büyük eksisi ise iyilerin çok iyi, kötülerin çok kötü olarak tasvir edilmesi. Sinemada bir dönem karakterler çok net bir şekilde belli ederdi kendini. İyiler ve kötüler, bir hikayenin ana unsuru olan çatışmayı çok rahat bir şekilde oluştururdu. Sonra anti-kahramanlar geldi. Çok da sevildiler. Fakat her filmde anti-kahraman olamazdı. Bir zamandan sonra artık iyilerin tamamen iyi, kötülerin tamamen kötü olmadığını gördüğümüz filmler izlemeye başladık. Artık her karakter sevabıyla ve günahıyla karşımızda. 21. yüzyılın hikayeleri bu şekilde oluşturuluyor. Bu nedenden dolayı The Help'in karakterleri gözümüze biraz karikatür gibi göründü. 

Yine de her şeye rağmen ortalama üstü bir film. Hatta çekildiği yılın en iyilerinden. Her ne kadar Oscar'da eli boş kalsa da... Benim gibi daha fazla ötelemeyin. Korkutucu bir durum yokmuş.

Hiç yorum yok: