Vizontele, ruhumuzda öyle derin izler bırakmış ki; sonrasında karşımıza çıkan her Yılmaz Erdoğan filmini oradan yola çıkarak izliyoruz. Benzerlikler varsa seviniyoruz, mutlu oluyoruz. Filmin kalitesi düşük bile kalsa; bize yeniden o duyguları verdiği için bir başka hissediyoruz.
Ekşi Elmalar kötü bir film değil. Fakat hikayesi biraz zayıf. Buna rağmen, sırf yukarıda bahsettiğimiz benzerlikten dolayı hoşuma gitti. Yılmaz Erdoğan bir kez daha Emir Kusturica'nın eski dönemlerindeki filmleri andıran bir iş çıkarmış. Vizontele de böyleydi. Curcuna içinde geçen yıllar, hoş bir mizah, kalabalık karakterler ama en sonunda yüreği dağlama...
Üstelik Erdoğan'ın her üç filmde de tasvir ettiği 1980 öncesi Güneydoğu da, Kusturica'nın tasvir ettiği Yugoslavya gibi.
Vizontele'de hem Kıbrıs hem de 1980 darbesi gibi iki önemli mesele arka metinde olunca dikkatimden kaçmıştı ama Ekşi Elmalar'da şu daha belirgin, hatta filmin ilerleyen dakikalarında kafamıza da vuruyor. 1980'ten önce Güneydoğu'da sakinlik varmış, çatışma yokmuş... Bizim gibi çocuklar için akla hayale gelmeyecek bir gerçeklik. Hatta hikayede 1980 sonrasına geçtiğimizde de, Erdoğan o geçişten çok kısa ve net bir şekilde bahsediyor. Hem bölgedeki terörün yerel halkı ne hallere soktuğunu hem de ülkenin Özal dönemine geçişini bize kısa notlarla anlatıyor. Biz de alıyoruz mesajı.
Filmin büyük bir kısmında 1980 öncesindeki Güneydoğu ortamında, esas dertleri bölgedeki sert muhafazakarlıktan etkilenen babalarının otoriter tavrı olan üç kız kardeşin ilk aşklarını, hüzünlerini ayrılıklarını ve evliliklerini izliyoruz. Basit komedi filmlerinin ve korku filmlerinin arasına sıkışmış Türk sinemasında izleyiciye nefes aldırıyor bu tarz bir hikaye. Fakat diğer yandan acaba film; bu kızların hikayesi mi yoksa belediye reisinin hikayesi mi emin olamıyoruz. Biraz arada kalıyor ve ağırlık noktası kayıyor. Son tahlilde, ağırlık kızlarda buluşuyor ama bizim aklımız başkanda kalıyor. Özellikle hikayenin sonunu düşününce; acaba tamamen ona ait bir hikaye mi olsaydı diye düşünmeden edemiyoruz.
Bölgeyi çok iyi bilen Yılmaz Erdoğan, bize dönemin ve coğrafyanın tüm detayları sunuyor. Tabi ki bunu bir belgeselci havasında değil, kendine has kalemi ile yapıyor. Yine müthiş kelime oyunlarından kurulu bir mizah var karşımızda.
- Bu Türkan Hanım; dedikleri kadar şey midir?
+ Ney midir?
- Güzel midir?
+ Ne kadar dediler?
- Çok dediler.
+ Az demişler.
Mesela bu repliğe saygı duymamak mümkün değil. Bu kadar normal ve kolay bir diyaloga; aynı anda basit bir oyunla hem mizah hem duygu katmak herkesin harcı değil. Sırf bu nedenle; keşke Vizontele Tuba'da olduğu gibi; filmin sonunda yazılar akmaya başladığında ilk olarak yönetmen değil de yazan Yılmaz Erdoğan çıksaydı...
Övgülerin çoğunu Yılmaz Erdoğan'a vermek haksızlık olacak. Müthiş bir oyuncu kadrosu var. Yan rolleri geçtim; çok kısa gözüken Cezmi Baskın gibi oyuncuların varlığı bile anlam katıyor filme... Ben aslan payını Fatih Artman'a veriyorum. Hatta burada izlediğim Artman nedeniyle yakın zamanda Behzat Ç.'ye başlayabilirim. Diğer yandan Türk sinemasının en iyi görüntü yönetmenlerinden Gökhan Tiryaki de bu filmde çalışıyor. Haliyle de ortaya görsel bir kalite çıkıyor.
Hikayeye ilk başta biraz zayıf dedik ama o kadar da sorun değil. Özellikle Yılmaz Erdoğan'ın sonları bağlamasına bayılıyorum. Yine oradan kurtarıyor. Düşük giden filmi, bir anda başka bir noktaya taşıyor. Kısacası, bağlama çekmeyi iyi biliyor diyebiliriz.
Yine de Vizontele gibi başyapıt olamamasının da anlıyorum. Daha dorusu nedenini tahmin edebiliyorum. Zira biri 2000-2004 yapımı olan bir seriydi. Ekşi Elmalar ise 2016 çıkışlı. Aradan geçen 15 senede, Türkiye'de çok şey değişti. Tabi sanatçılar da bundan etkilendi. Yılmaz Erdoğan gibi cesaretini kaybedenler daha da etkilendi. 2000-2004 yıllarında politik meselelere eğilmekten çekinmeyen, sert mesajlar vermese de hikayesine iyi yedirebilen bir Erdoğan varken, 2016'da artık kafasında bir otosansür olduğunu hissettiğimiz bir üretici çıkıyor karşımızda. İlkinde solcuları anlatabilirken, ikincisinde sağcı bir belediye başkanının dramını anlatmak zorunda kalıyor. Yine de haksızlık etmeyelim "zorunda kaldı" abartı olabilir. Bu da onun, bir sağcının hikayesidir belki de... Fakat her ne olursa olsun; 2016 Türkiyesi, sanırım 1980'leri anlatan Erdoğan'ı etkilemiş.
Vizontele ile çok benzerlikler kurdum. Siti Ana'nın sık sık 'Sebep?' demesi gibi, belediye başkanımız Aziz Özay'da sert ifadesiyle sık sık 'Sebep?' diye soruyor. Hatip ile Şükran'ın Antalya'da tesadüfen bir araya gelip çay içmeleri ve o esnada Şükran'ın kocasının da evde olması; ister istemez Vizontele'deki o meşhur repliği anımsattı. Fakat bunların bir sebebi var sanırım. Vizontele'de Altan Erkekli'nin canlandırdığı belediye başkanı, Yılmaz'ın dedesiydi. Buradaki belediye başkanı da Yılmaz Erdoğan'ın dedesinin hikayesiymiş. Zaten Erdoğan, kendi yaşadıklarından yola çıkarak hazırlamış bu filmleri..
O yüzden daha çok benzerlik de bulmak isteseydik çıkarırdık ama gerek yok. Filmin genel havası zaten birbirlerine benziyor. Öte yandan Reis Bey'in elma bahçesindeki son halleri de torunuyla portakal yiyen Vito Corleone'yi hatırlattı ama onun Hakkari'den Antalya'ya uzanan hali ise sanki tam bir Züğürt Ağa'ydı.
Bu sene içinde izlediğim ikinci Yılmaz Erdoğan filmiydi. Diğeri de Kelebeğin Rüyası'ydı. Bence Ekşi Elmalar biraz daha güzeldi. Ve nedense ben ikisinde de zaman zaman duygusallaştım. Bu sene benim için oldukça zor geçti galiba. Nedenini bilmiyorum ama sık sık film izlerken gözlerimin dolduğunu fark ediyorum. Eskiden bu kadar olmazdı. Ya da Yılmaz Erdoğan etkisi diyelim.
Bu arada film 28 Ekim 2016'da vizyona girmiş. Ben bu senenin Temmuz ayında izledim. Fakat vizyona girdikten tam altı sene sonra blog'da kendine yer buldu. Güzel tesadüf...
3 yorum:
sinemada izlemiştim. güzel film beğenmiştim. "hayat kısa" isimli müziği de çok güzel youtube'da var. antalya'da artman, ovalı ve kocasının yan yana kanepede denk gelip sessizlik yaşadıkları an özellikle beni etkilemişti. neler hayal ederken kader ne yaşattı..
bu arada sinemada izlemenin de filmleri güzel bulmak adına evden çok daha etkili olduğunu düşünüyorum.
"sinemada izlemek" benim açımdan çelişkili bir konu. eskiden büyülenirdim ve filmi değerlendirmeyi, hissettirmeyi etkilediğine ben de inanırdım. fakat toplum ve sinema izleyicisi değişince; özellikle böylesine popüler gişe filmlerinde ortamın (genelde) artık filmi negatif etkilediğini düşünüyorum.
sinemada pop corn yemeyi dünyada ilk kim icat ettiyse cayır cayır yansın. bence su içmek dışında here türlü yiyecek ve içecek en faşizan şekilde yasak olmalı. ayrıca telefonuna bakmadan edemeyenler gibi sorunlar da yaşanıyor.
ama evde konsantrasyon bence çok daha fazla bozuluyor. bu sefer senin elin gidiyor telefona, ya da bir şey oluyor başka bir şeye bakıyorsun falan.. hatta uzanıyorsam uykum geliyor :) pür dikkat izleyemiyorum. en azından benim için böyle.
Yorum Gönder