iskoçya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iskoçya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı, Kasım 15

Türkiye ve İskoçlar

Herkes gider Katar'a biz gideriz Diyarbakır'a...

A Milli Takım, Dünya Kupası arası nedeniyle toplanıyor ama sadece hazırlık maçı yapabiliyor. İskoçya ile oynayacağımız karşılaşma kağıt üzerinde formaliteden bir maç gibi duruyor. Zaten öyle... Büyük ihtimalle açıp izlemem. Fakat son bir haftanın gündemi ile ilginç olaylara gebe olabilir.

Şimdilik oralara girmeyelim. Esas dikkatimi çeken; rakibimiz İskoçya ile ilginç istatistiğimiz. Futbol tarihinin ilk milli takımlarından biri olan İskoçya ile daha önce bir kez karşılaşmışız. O da bir hazırlık maçı. 62 sene önce... 

1960 yılında Ankara'da oynanan maçtan bu yana hiç oynamamışız. Koca bir kuşak ve hatta daha fazlası hiç İskoçya maçı görmemiş. Onca alakasız takımla maçımız var, mesela 1990'larda kurulan Letonya, Hırvatistan gibi takımlarla çok sayıda maç yaptık ama İskoçya ile onca ıvır zıvır turnuvada bile eşleşmemişiz. Bana çok ilginç geldi bu bilgi.

62 sene önceki maçı ise 4-2 kazanmışız. İki gol atan Lefter, tarihimizde İskoçlara en çok gol atan milli oyuncumuz konumunda. Yarın hat-trick yapan çıkmaz ise bu unvanı korumaya devam edecek. Herhalde bir 60 sene daha da sürer...

Bu arada İskoçlara gol atan ilk oyuncumuzun Metin Oktay olduğunu es geçmeyelim. Diğer gol de Şenol Birol'den gelmiş... Aynı anda Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş oyuncusunun gol attığı kaç milli maç var acaba? Bir ara ona da bakmak lazım.

Milli takımlar arasında ilişki kısa sürdüğüne göre, biraz da ligimize bakalım. Yabancı cenneti Türkiye'de, İskoç oyuncu sayısı da az gözüküyor. 

İlk gelen İskoç 1989'daki Ian Wilson'du. Beşiktaş'ın altın döneminde "Gordon Milne'in asker arkadaşı" olarak lanse edilen 31 yaşındaki kenar oyuncusu, benim hatırladığım kadarıyla fena topçu değildi ama çok eleştirilmişti. Tek golünü de Fenerbahçe'ye atmıştı.

Wilson'dan sonraki diğer İskoç için 20 sene bekledik. 2008'de Maurice Ross gelmiş. Geçmiş zaman kullanıyorum, zira ben bu adamı hiç hatırlamıyorum. O sezon lige yükselen Kocaelispor'a devre arasında transfer olmuş. Oysa 5-2'lik Galatasaray maçında da canlı izlemişim. Yine de aklımda yeri yok.

Ardından 2010-11 sezonunda Kenny Miller... Bu adamın olayı çok fırtınalıydı. Önce şampiyon Bursaspor'un Şampiyonlar Ligi'ndeki rakibiydi. Rangers-Bursaspor maçlarında mavi-beyazlı takımda oynadıktan sonra devre arasında Celtic'in renkdaşına transfer olmuştu. Gollerle başladı, henüz ikinci maçında Galatasaray'a gol atmıştı, sezon sona erince ülkeden ayrıldı. Sonrasında bazı açıklamaları da oldu. 15 maçta attığı 5 golle lig tarihinin en golcü İskoç'u olmaya devam ediyor.

Asıl fırtına ise ondan hemen sonra geldi. Kris Boyd... Sadece iki maça çıkabildi. Topla 90 dakikası bile yok. Eskişehirspor'un büyük umutlarla getirdiği adam bir anda ortadan kayboldu. Daha doğrusu ortaya da çıkamadı. İki sezon sonra İskoç liginde 36 maçta 22 gol kaydetti. Boş adam değildi ama bir hayrını göremedik.

Beşiktaş'ın 2012-13 sezonunda kalesine transfer ettiği Allan McGregor herhalde lige en çok damga vuran İskoçtu. Çok tartışıldı. Galatasaray onun oynadığı maçta derbiyi 2-1 kazanmıştı. Hala Rangers'ta oynuyor. Hatta Rangers'ın Galatasaray'ı elediği maçta (2020) ve UEFA Avrupa Ligi finalinde (2022) kadrodaydı.

2015'te Barry Douglas geldi. Konyaspor'da 1.5 sezon geçirdi. Herhalde bu listenin en verimli oyuncusudur. Konyaspor'un Türkiye Kupası kazanan kadrosunda yer aldı. UEFA Avrupa Ligi maçlarında oynadı.

Son olarak da Yeni Malatyaspor'un  getirdiği Stevie Mallan vardı. 2021-22 sezonunda yarım devre oynadı. İyi oyuncu mu kötü oyuncu mu bir türlü anlayamadık. Fakat vücut dilinden Malatya'da mutsuz olduğu belliydi.

Tabi bu oyuncuların hiçbirini yarın izlemeyeceğiz. Zaten bir kısmı futbolu bıraktı. Diğerlerini de milli takım bıraktı. Ayrıca Celticli, futbolcuları da izleyemeyeceğiz, zira kulüp, oyuncuların milli takıma gitmesine izin vermedi. Aslında Diyarbakır'daki bir milli maçta Celtic oyuncularının varlığı değişik bir hava katabilirdi. Bundan mahrum kalacağız. Gerçi gelselerdi de maçı açıp izlemezdik ama olsun... Biz notumuzu düşelim...


Cumartesi, Mayıs 7

Futbolun Tadını Çıkaran Futbolcu

Hangi futbolcunun kariyeri heyecan vericidir?

Böyle bir soru sorunca cevaplar tabi ki kupalar kazananlara, unutulmaz maçlar oynayanlara kayar. Fakat ben biraz daha şehir-kulüp odaklı soruyorum.

Yani 12 sene Bayern Münih'te oynayan Frank Ribery, Barcelona'dan ilk kez 2021'de çıkan Lionel Messi'yi koymuyorum buraya. Lizbon gibi bir şehirde ergenlik yaşadıktan sonra Manchester, Madrid ve Torino gibi soğuk ve (hadi Madrid neyse de) sıkıcı şehirlerde zaman geçiren şöhretin hayatı biraz eksik kalmıştır...

Veya güzel şehirlerde yaşayan ama tutkusu düşük tribünlerin önünde oynayan futbolcu da kariyerinin hakkını tam verememiştir.

Bu açıdan benim favorilerimden biri Claudio Caniggia... Herhalde birçok kişi ondan, "yeteneğini heba etmiş adam" diye bahseder. Doğrudur da. Hızı ve tekniğiyle, 90'ların Messi'si olarak damga vurabilirdi. Fakat o eğlenmeyi (ve kokaini) futboldan daha çok seviyordu. Kulüp tercihleri de bununla bağlantılı gibi.

Kısaca değinelim ve soralım; böyle bir gezintiyi kim istemezdi?

Buenos Aires'te doğuyorsun ve River Plate'de futbola başlıyorsun. Yabancı sınırının yaygın olduğu yıllarda İtalya'ya transfer oluyorsun. Önce bir sezon Verona, sonra üç sezon Bergamo (Atalanta), en nihayetinde başkent Roma'da iki sene...İtalya'yı özümsemek bu olsa gerek.

Sonra bir sezon Lizbon macerası ve Benfica...

Ardından Buenos Aires'e dönüyorsun. Fakat River Plate değil, ezeli rakip Boca Juniors. Maradona seni dudağından öpüyor. Herkes tercih etmez bunu tabi ama yine de iyi anı...

Ardından yeniden Bergamo ile Avrupa'ya dönüş. Fakat bu sefer alt ligde, Serie B'de...

Sonrasında İskoçya. Bu heba edilmiş yetenek ve şöhret; gocunmadan bir sezon Dundee sıkıştırıyor araya... Bu nasıl bir deneyim? Yazının fotoğrafı da o günlerden. Aslında yazının çıkış noktası da burası. Caniggia gibi bir yıldızın üzerinde Dundee forması. Küçük yerel kulüplerde zaman geçirmenin tadını da alıyor. Rangers ve Celtic galibiyetleri yaşıyor, Dundee United derbilerinde goller atıyor. Sonra da ülkenin en büyük iki kulübünden biri; Rangers'a transfer oluyor.

Maalesef en sonda bir Doha tercihi var. Bu sayede Körfez'e de gidiyor, hiç gitmemesinden iyidir belki ama onun yerine Brezilya, Türkiye, Meksika gibi bir 'son nokta ülkesi' olsaydı daha iyiydi.

Yine de muazzam bir hayat gibi geliyor bana. Bunun üzerine 2012 yılında, yani 45 yaşında İngiltere'de Wembley FC isimli bir takıma transfer olmasını ve FA Cup maçında gol atmasını da eklersek... Daha ne olsun...

Bu arada Caniggia Türkiye'ye transfer olamadı ama yolu Türkiye ile çok kesişti. 1990-91 sezonunda Atalanta forması giyerken, takımı UEFA Kupası'nda Fenerbahçe ile eşleşti. Gerçi maçlarda Caniggia oynamadı ama olsun.

1992-93 sezonunda Galatasaray'ın Roma'yı 3-2 yendiği maçta sahadaydı. Adını Ali Sami Yen Stadı'nda gol atan futbolcular listesine yazdırdı.

2001-02'de ise Şampiyonlar Ligi ön eleme maçında Rangers formasıyla Fenerbahçe'nin karşısına çıktı. Okul Açık'ın tamamlandığı, Maraton'un inşaat halinde olduğu dönemde Kadıköy'e ayak bastı.

Bunun yanında üç farklı kıtada Dünya Kupası deneyimi yaşadı. Biri Avrupa'da (İtalya), diğeri Amerika'da (ABD), sonraki Asya'da (Güney Kore-Japonya)... İkisinde gol attı ki, biri ezeli rakip Brezilya'ya karşıydı. 2002'de sahaya çıkamadı ama yedek kulübesinde kırmızı kart gördü.

Caniggia'nın futbolculuğu başka bir yazının konusu. Yeteneğin karşılığını alamaması da bir yana; ama böyle bir kariyer isterdim...Gez, dolaş, yaşa, bitir. Olması gerektiği gibi...

Çarşamba, Şubat 16

Yolun Devamı İstanbul Olur Mu?

Avrupa Ligi'nin son 16 turundaki eşleşmelerden biri Borussia Dortmund - Rangers...

Kağıt üzerinde sıradan bir eşleşme gibi duruyor. Mesela Barcelona - Napoli gibi ışıltılı değil. Lazio -Porto gibi dengeli de durmuyor. B.Dortmund biraz daha ağır basıyor. Yine de belli olmaz tabi. Fakat  bültende, izlenecek daha iyi eşleşmeler olabilir. 

Fakat nostalji bakımından zengin bir eşleşme. Hatta belki de diğer eşleşmelerin yanında en 'tarihi' eşleşme olabilir. Bir arka planı var. Bu iki takım Avrupa kupalarında sık sık eşleştiler. Daha önce üç farklı turnuvada dört kere rakip oldular, sekiz kez maç yaptılar.  İlk iki eşleşmede Rangers turladı, üçüncüsü 1995 Şampiyonlar Ligi gruplarına denk geldi. İki maç berabere bitti, Rangers elendi, Borussia Dortmund tur atladı.

Sonuncusu ise 1999'da...Bizim için önemli olan kısmı da burası.

Kasım ayında oynanan ilk maçı Rangers kendi sahasında 2-0 kazanıyor. İki takımda da tanıdık isimler var. Rangers'ta; daha sonra Beşiktaş'a gelecek Norveçli kaleci Thomas Myhre, Borussia'da ise daha sonra Fenerbahçe'ye gelecek Miroslav Stevic oynuyor. Ayrıca iki takımın teknik direktörleri de Dick Advocaat ve Michael Skibbe...

Şu an Rangers'ın başında olan Gio van Bronckhorst, o gün takımın sol beki. Bugün Dortmund'da parlayan Reyna'nın babası Claudio; bu sefer Rangers'ta...

Dortmund Aralık ayına sarkan rövanşta, Victor Ikpeba ve son dakikada Fredi Bobic'in golleriyle aynı sonucu, 2-0'ı yakalıyor. Haliyle önce uzatmalar, arından penaltılar geliyor. Ev sahibi avantajı böyle seri penaltı anlarında çok işe yarıyor. Son dakika golünde kalesinden çıkıp golde katkısı olan Lehmann, bu sefer üç penaltı birden kurtarıyor ve Dortmund, Westfallen'da turluyor...

İşte bizim için dikkat çekisi kısım burası. O akşam çıkan sonuç sayesinde, B.Dortmund Galatasaray'ın rakibi oluyor. Bahsettiğimiz organizasyon 1999-2000 sezonu UEFA Kupası. Bugünlerde Galatasaray için hayaller kurmak pek mümkün değil. Yani bu yolun sonu kupa finaline gitmez. Fakat ilginç bir tesadüfün ortasında da olabiliriz.

Galatasaray bu turda yok. Bir sonraki turda rakibini çekecek. Yine bir Dortmund - Rangers mücadelesinden sağ çıkan takım Galatasaray ile eşleşirse hoş bir durum oluşur. En azından bu yazı biraz daha değerlenir. Aksi halde pek bir önemi de kalmaz.


Pazartesi, Ağustos 9

Zorunluluk

Son iki-üç senede orta seviyeden takip ettiğim İskoçya Ligi sayesinde Galatasaray - St.Johnstone eşleşmesine dair bazı beklentilerim vardı.

İskoç ekibinin fizik gücü ve savunma dirayeti sayesinde maçlarda zorluk çıkarabileceğini ama Galatasaray'ın kalitesiyle üstünlük kurma şansı olduğunu düşünmüştüm. Mesela İstanbul'daki maç için iki ayrı senaryom vardı. St.Johnstone gol atamaz. Bu her iki senaryoda da sabitti. Galatasaray ise ya güç bela bir tane atar, ya da erken bulacağı golle farka gider... St. Johnstone gol attı ama gerekten bunun için Galatasaray çok yardım etti. 0-1'den hemen sonra gelen gol yenilgiyi önlese de erken değildi. Haliyle farklı sonuç çıkmadı.

İkinci maç daha da zor geçecek. Böyle eşleşmelerde zayıf gözüken rakibin direnci kırılmazsa, tura tutunma ihtimalleri daha da artar. Rövanşın İskoçya'da olması da bir dezavantaj. Her ne kadar ilk maçta daha çok pozisyona giren Galatasaray olsa da, ikinci maçta aynı fırsatlar gelmeyebilir. Muslera'nın olmaması da bir problem. Gerçi eksikliği sorun mu artık ondan da emin değiliz.

Neyse zaten amacımız, tur tahmini yapmak değil. Esas meselemiz bir tehlikenin varlığıyla ilgili. Galatasaray, St.Johnstone'a da elenmesin artık! Tamam turun zor geçeceğini biliyorduk, rakip hafife alınamazdı ama aklımızdan geçen kötü düşünceler de gerçekleşme ihtimaline sahip.

Tabi ki elenmek dünyanın sonu değil. Sezonun sonu da değil. Hatta Rio Ave'ye elenen Beşiktaş'ın, Östersunds'a elenen Galatasaray'ın şampiyonluklarını hatırladıkça Avrupa'dan erken elenmek sezon sonunda kazanılan başarının habercisi olabilir. O yerel başarı da maalesef bütün uluslararası yenilgilerin üstünü örtebilir.

Fakat günlük başarılar önemli değil. Bazı kulüplerin değeri, misyonu ve yeri vardır. 137 yaşındaki St.Johnstone, tarihinde sadece 25 Avrupa Kupası maçı oynadı. Bu sezon sekizinci kez katılım hakkı elde etti. Dört sezon önce bir Litvanya takımına, beş sezon önce bir Ermenistan temsilcisine elendi. İskoçya'da Lig Kupası ve FA Cup'ı toplam üç kez kazandı. Bunlardan ikisi geçen sezondu. Bu sayede kendini yeniden Avrupa'da buldu.

Yani ülkesinde çıkışa geçen bir takım değil. Bu sezondan sonra da sık sık Avrupa'da görmeyiz. Bu sezonu bitirecek ve evine dönünce yeniden sırasını bekleyecek. Ne Galatasaray ile ne de diğer Süper Lig takımları ile mukayese edilemez. 2012-13 sezonunda (Türk futbolunun son muhteşem sezonu) Eskişehirspor çok rahat elemişti mesela. Gerçi şimdi Eskişehirspor da kalmadı...

Türk takımlarının da artık böyle kazalar yaşamaya tahammülü kalmadı. Ülke puanı denilen hadisenin çok daha değerli olduğu yıllarda böyle savurganlıklara izin verilmemeli.

Türkiye UEFA sıralamasında 18. sıraya düştü. En son 1991 yılında bu noktadaydı. O dönemde çok güçlü SSCB, Yugoslavya, Çekoslovakya gibi ülkeler vardı. Şimdi bunların mirasçıları zaten o kadar güçlü değil, ek olarak da bize yenebileceğimiz (geçebileceğimiz) kalibrede ülkeler sundular. Zaten biz de uzun süre boyunca bu fırsatı değerlendirdik. Fakat şimdi geldiğimiz nokta bir mirasyedinin çöküşünden hallice...

Bunların hepsini biliyoruz, peki St.Johnstone eşleşmesini farklı kılan ne? Burası biraz kişisel eşikle alakalı. Ben tükendim. Kötü gidişi kabullendim ama bu tip elenmeler fazlasıyla yoruyor. Galatasaray'ın St.Johnstone'a elenmesi artık bir kaza olarak görülemez.

Kaza o sezon taş gibi top oynayan Östersund karşısında veya bozuk zeminli soğuk deplasman Tromsö karşısında olur. Yılların sistemli takımı PSV'ye elenmek artık gayet normaldir ve futbol açısından sorun değildir. Hatta güç dengesinin eşit olduğu Rangers'a tek maç sonunda elenmek bile kabul edilebilir. 

Fakat St.Johnstone artık güçsüzlükle veya kazalarla açıklanacak bir durum olmaz. Bu bir boşvermişliğin mesajı, beyaz bayrağın sembolü olur. Avrupa  kupasına ve Edirne'nin ötesine bakışı tekrar düşündürecek bir kırılma olarak tarihteki yerini alır.

Zor geçeceğini biliyoruz. Rakibi tanıyoruz. Fark beklemiyoruz, rahatlık beklemiyoruz. Başka zaman yaşansa, olası  bir elenmeyi daha metanetli karşılayabiliriz. Fakat o maç, bu maç değil artık...

Umarım yaşanmaz, yaşanırsa da "Önemli olan lig zaten" diyen çıkmaz.

Çarşamba, Eylül 30

Ibrox Deplasmanı


Avrupa'da grup aşamalarına doğrudan katılan iki Süper Lig takımı vardı. Başakşehir ve Sivasspor'un yanına sadece bir takım ekleme ihtimalimiz kaldı. O da Galatasaray'ın İskoçya deplasmanında Glasgow Rangers'ı yenmesine bağlı. Hatta bu seneki statü nedeniyle gerçekten de yenmesine bağlı. Yani beraberlik falan kurtarmaz, en fazla uzatır. Gerçi bu da biraz sıkıntılı bir konu. Pandemi nedeniyle bu aşamaların tek maç üzerinden oynanması anlaşılır. Fakat neden tarafsız saha değil? Hadi aynı gün oynanacak onlarca maç için tarafsız saha ayarlamak kolay değil diyelim. Neden beraberlikte deplasmanda oynayan tur atlamıyor? Hani deplasman golü kuralı?

Artık bunları tartışacak konumda değiliz. O yüzden  rakibimizi tanıyalım. Rakibimiz Rangers, uzun zamandır eski günlerinden uzaktaydı. Maddi sorunları nedeniyle 2012'de 3.lige düşürülmüştü. Çabuk toparladı, 2016'da lige geri döndü ama henüz şampiyon olamadı. Yakın tarihte yaşanan bu sorunlar, İskoçya Ligi'ne fazla aşina olmayan Türk futbolseverler için bir yanılgıya sebep olabilir ve Rangers nispeten kolay bir takım gibi gözükebilir. Fakat kesinlikle değil. Hatta Celtic'e biraz daha sempati duysam da son dönemde Rangers'ın daha dikkat ekici bir takım olduğunu belirtebilirim.

En basitinden Rangers'ın güncel durumu bile zorluk çıkarmak için yeterli. Nedir o durum? Mart ayında İskoçya Ligi sona erdi. Yani Covid nedeniyle lig kapandı. Bu da yazın Rangers'ın sahalara dönmesini engelledi. Şöyle anlatalım; Galatasaray Haziran ve Temmuz aylarında sahaya çıkıp maç yaparken, Rangers dinlendi, yavaş yavaş idmanlara başladı ve düzgün bir şekilde yarışmaya geri döndü. Galatasaray ise önce uzun bir araya girdi, ardından kısa sürede idmanlara başlayarak tekrar sezona döndü, sezon bittikten sonra da hem sağlıklı bir kamp dönemi geçirmeden hem de transferlerin uyumunu sağlayacak kadar resmi maç yapmadan bugüne geldi. Rangers ise Ağustos'tan beri maç yapıyor.

Rangers'ı geçen sezon çok izledim ama bu sezon çok verimli bir şekilde bakamadım. Fakat özetlerden anlaşıldığı kadarıyla oyun karakterleri pek değişmemiş gibi. Steven Gerrard, Rangers'ta beklediğimden daha iyi bir teknik direktörlük başlangıcı yaptı. İskoçya'da üçüncü sezonuna başlıyor. Üç sezondur takımın aşama kaydettiği aşikar. İlk sezon dört eleme turu geçip Avrupa Ligi'nde gruplara kalmıştı. Devamında gruplardan çıkamamıştı. Geçen sezon yine dört eleme turu geçti, sonra gruptan çıkmayı başardı ve bir tur geçip çeyrek finalin kapısından döndü. Bu sezon ise çıtayı aşmak isteyecektir. Tabi lig daha öncelikli hedef ve oraya da hiç de uzak değiller.

Rangers geçen sezon savunmasıyla dikkat çekiyordu. İskoçya Lig sona erene kadar 19 gol yemişti. Belki orası ölçü sayılmaz ama Avrupa Ligi'nde de sezon boyunca oynadıkları 18 karşılaşmanın  9'unu gol yemeden bitirdiler.  Bu sezon da iki eleme maçında (ikisi de deplasman) 9 gol atıp gol yemediler. Tamam rakipler belki çok güçlü değildi ama mesela Galatasaray benzer rakiplere karşı aynı performansı gösteremedi.

Az gol yiyen savunma hatlarının en çok öne çıkan yeri tandemleridir. Fakat ben Rangers'ın en çok beklerini beğeniyorum. Sağda James Tavernier, solda Borna Barisic çok etkililer. Özellikle Barisic'in hem duran topları hem de akan oyunda asistleri çok takım içinde fark yaratıyor. Rangers'ın kalesinde ise tanıdık bir isim var. Eski Beşiktaşlı Allan McGregor, ülkemizde eleştiri yağmuruna tutulmuştu ama İskoçya'da oldukça başarılı bir dönem geçiriyor. Şu an 38 yaşında ve takımın en yaşlı iki isminden biri. Diğeri de Premier Lig tarihinin önemli golcülerinden Jermain Defoe

Defoe, kankası sayılacak Gerrard'ın teklifini kabul ederek İskoçya'ya geldi. Çok korkmaya gerek yok. Genelde yedekten geliyor. Eskisi gibi değil. Geçen sezon 20 maçta 13 gol attı. 6 tanesi iki maça denk geldi. Fakat Kolombiyalı golcü Alfredo Morelos çok tehlikeli. Geçen sezon lig ve Avrupa'da 26 gol attı. Henüz 24 yaşında. Ben bu yaz transfer yapacağını tahmin etmiştim ama Rangers'ta kaldı. Böylece iki farklı kuşaktan iki Kolombiyalı Falcao ve Morelos'u karşı karşıya izleyeceğiz. Gerçi Morelos milli takımda çok tercih edilmiyor ama olsun. Onun için de ayrı bir hırs nedeni olabilir bu eşleşme...

Öte yandan Gerrard'ın Liverpool altyapısından getirdiği Ryan Kent de her geçen gün üzerine koyarak ilerliyor. O da bu sezona iyi girdi. Aslında Rangers iki senedir savunmayı sağlam tutan, orta sahada iyi basan hücumda ise işi rakiplerinin maç içinde pes etmesine bağlayan (ve Morelos'un gol yeteneğine) bir takım. Bunun nedenlerinden biri yaratıcı oyuncu konusunda eksik olmalarıydı. Belki de o noktayı kapamak adına Ianis Hagi'yi transfer ettiler. Geçen sezon lig devam etseydi Ianis, takımına daha çok uyum sağlar ve belki oyun liderliğini de alabilirdi. Henüz bu konuma gelemedi.

Peki bizi nasıl bir maç bekliyor? Galatasaray kesinlikle Rangers'tan daha yetenekli bir takım. Belhanda, Feghouli gibi isimleri bile bir kenara bıraksak, Rangers'ın Taylan kadar ayağı kadar düzgün oyuncusu çok yok. Fakat tempo, fizik gibi faktörler devreye girdiğinde Rangers büyük üstünlük sağlayabilir. Bu noktada Etebo'nun kendini kanıtlama, kendi gösterme veya kendini tanıştırma maçı olabilir. Rangers orta sahasında Kamara, Davis, Arfield gibi hiç durmayan oyuncular var. Bu üç oyuncu için, teknik açıdan değil ama ciğer olarak üç tane Gerrard diyebiliriz. Galatasaray'ın bu bölgede üstünlük kurması zor olacak. Fakat imkansız değil. Top oynaması yeterli. olur. Yani oyunu bir kavga ortamından çıkarıp; ki Rangers bunu isteyebilir, top oyununa çekmesi gerekiyor. Bunun için de 90 dakika dinç kalması önemli. Bu aradan kavgadan kastımız çirkeflik değil, sert bir mücadele...

Benim tahminim az gollü bir maç olacağı yönünde. Hatta normal sürede bir 0-0 hissediyorum. Fenerbahçe maçının bu düşüncemle alakası yok. Geçen perşembe eşleşme ortaya çıkınca kafamda beliren bu oldu. Belki 2000 yılındaki maçtan aklımda kalmıştır. Şampiyonlar Ligi'ndeki eşleşmede de iki takım benzer tarzlara sahipti. Her iki takımın da kalitesi daha yüksekti ama Rangers daha savaşçı, Galatasaray daha yetenekli bir takımdı. Mücadele de 0-0 sona ermişti. Yine benzer bir skor çıkabilir. Hatta faullü, çok sert bir maç da olabilir. Daha doğrusu Rangers'ın sert oyununa adapte olamayan Galatasaraylı futbolcular ayarı kaçırabilir. Bu konuda da özellikle Belhanda'dan yana endişelerim var. Yine de Galatasaray sakin kalırsa, 90 dakika içinde bir gol bularak işi uzatmadan eve dönebilir. Hajduk maçının gidişatı gibi bir karşılaşma ortaya çıkabilir.

Sonuç olarak sert, kıran kırana, bana göre keyifli ama çoğu kişiyi tatmin etmeyecek bir maç bizi bekliyor. Ibrox deplasmanları zor ve serttir ama o zorluğun en büyük sebebi olan taraftarın olmaması da bir avantaj. Ama televizyondan izleyenler gerçek bir 'tamam-devam' maçı izleyecek. Gruplar belli olmadan hemen önce turun hakkını verecek bir eşleşme...

Kısmetse, Ekim ayında da Galatasaray'ın gruptaki rakiplerini analiz edeceğimiz bir yazıyı buraya ekleriz.

Pazar, Ocak 12

Gerrad Hoca'nın Sevinci


Güncel bir video değil ama blogda yerini alsın. 

2019'un son günlerinde Celtic ile Rangers karşılaştı. Tarihin en eski derbilerinden. Gönlümüz Celtic'e biraz daha yakındır. Tamam; bu günlerde Türkiye'de Celtic sevmek pek hoş karşılanan bir durum değil ama olsun. Rengimizi belli edelim. 

Son derbide istediğimiz ve hatta beklediğimiz sonuç çıkmadı. Rangers, dokuz sene aradan sonra deplasmanda Celtic'i yendi. Bunu başaran kadronun başında da Steven Gerrard var. Gerrard'ın galibiyet sevinci görülmeye değerdi. Genelde böyle 'karizma' futbolcular teknik direktör olduklarında daha ağır başlı görüntü çizerler. Gerrard pek öyle değil. Maçın son düdüğü geldikten sonra kopuyor adeta. Büyük bir boşalma. O maçın atmosferine uygun olan da bu zaten. Ezeli rakibini dokuz sene aradan sonra deplasmanda yeniyorsun. Üstelik o dokuz sene içinde ne badireler var... Gerrard gibi 'yeni' bir teknik direktör için de oldukça değerli bir galibiyet. Belki de kısa kariyerinin en önemli anıydı...

Aslında Celtic favoriydi. Ligde lider, bu sezon Avrupa Ligi'nde de iyi işler çıkarıyorlar. Kendi sahalarında Rangers'ı yeneceklerini düşünüyordum. Bu maçtan yaklaşık 3 hafta önce oynadıkları Lig Kupası finalinde de kazanan Celtic olmuştu. Gerçi o maça hakem kararları ve Rangers'ın kaçırdığı penaltı damga vurmuştu. Hatta Rangers'ın o gün daha iyi oynadığını bile söyleyebilirdik. Fakat Celtic'in sahasında oynanacak lig maçında ev sahibi galibiyete daha yakındı.

Fakat Rangers gerçekten iyi oynadı. Gerçi bu sefer de Celtic penaltı kaçırdı. Daha doğrusu Beşiktaş'tan tanıdığımız Allan McGregor kurtardı. Steven Davis'in de çizgiden çıkardığı bir top var. Sonuç olarak kazanan Rangers oldu. İki Hırvat (yani büyük ihtimalle Katolik) Katic ve Barisic maçı Rangers'a getirdiler.

Steven Gerrard taş gibi bir takım kurdu. Şu an maç eksiğiyle ikinci sıradalar. Son şampiyonluğunu 2011'de yaşayan Rangers, son 10 yılda çok zor zamanlar geçirdi. 2011'den beri ciddi bir kupa kazanamadı. Mali nedenler nedeniyle küme düşürüldü. Bütün ligleri tek tek yeniden tırmanmak zorunda kaldı. Yeniden en yukarıya döndü. Ve şimdi şampiyonluk ateşini yakmış durumda. Aslan payı Gerrard'ın. Liverpool taraftarlarının Celtic ile arası iyidir ve Rangers'ı da pek sevmez ama....

Bu arada videoya güncel değil dedik ama bu maçtan bu yana iki takım da sahaya çıkmadı. İskoçya Ligi'de tatilde. Ligler 10 gün sonra başlayacak. Yani tam olarak bu noktadan. Sonu merakla bekliyoruz.

Çarşamba, Ağustos 24

Glasgow - Ramallah


Celtic taraftarının Hapoel Beer maçında Filistin bayrağı açması, sonrasında ceza alması ve sonrasında taraftarların cezayı ödemek için para toplaması gündeme damga vurdu. Filistin halkı da teşekkür icabında bir girişim yaparak Ramallah'taki bir binaya Celtic logosunu yansıttı. Olay giderek ilerliyor; son hamleyi merak ediyorum.

Çarşamba, Temmuz 3

The Angels's Share



Ken Loach'un yumuşak bir filmi... Bizim eski çalışmalarından bildiğimiz Ken Loach, sert, dokunaklı, acıtan filmler yapardı, bu sefere biraz değişik olmuş. Looking for Eric de böyleydi. Acaba yaşlanınca insan değişiyor mu?

Güzel zaman geçirmek ideal bir film. Hatta İskoçya'nın Her Şey Çok Güzel Olacak'ı olabilir. Aslında olamaz da biz her boku oralara sardığımız için benzerlik kurmak kolay oluyor. İlaç yerine viski satışı, depodan içeri alan ağabey yerine evini açan devlet görevlisi, yeni evlenmiş ve sıkıntılı genç bir eş,.. Aslında dünyanın, yırtmaya çalışan, tırmalayan her kesimi için ortak özellikler.

Kilit adamlar, böyle insanların hayatını değiştiren ufak dokunuşlara imza atanlar. Gerçekte de filmde de... O nedenle Harry karakteri muhteşemdir. Böyle adamları seviyoruz işte.

Çok ufak Alex Ferguson selamına da kahkaha atmadık değil...


Perşembe, Mayıs 30

İlginç Olaylar Serisi 1 (2'yi Görmez)



Ball moved

Bu olayın kilit noktasındaki isim McAllister değil Uri Geller denen bir şahsiyet. Kendisini Sigmund Freud'un akrabası olarak tanıtan bu şahıs bir ilizyonist. Eşyaları, cisimleri hareket ettirebileceğini söylüyor. Tabi ki insanlar bu tarz şeylere kolay kolay inanmıyor. Ama bir çok ilginç olay sayesinde kendini kanıtlama uğraşı içinde.

Euro 96'da oynanan İngiltere -İskoçya maçı esnasında helikopterle stadyumun üzerinde olduğunu söylüyor. İddiası, İskoçların kazandığı penaltıda topu hareket ettirmiş olduğu. İnandırıcı değil. Ama pozisyona tekrar tekrar bakınca topun hareket ettiğini görüyoruz.

Basit bir rüzgardan da olabilir. Eğimden de kaynaklanabilir. Çok basit açıklamaları olabilir. Ama insanlar (ben de dahil) bu tarz şeylere kolay kolay inanmasak da, olayların bu tip olağanüstü durumlardan kaynaklanmasını arzu ediyoruz. Keşke öyle olsa. Nedeni bu olmasa olmasa bile böyle bilinmesi çok daha iyi ve eğlenceli.

Çarşamba, Şubat 13

Pazartesi, Nisan 25

Oğlan Bizim Kız Bizim


İnsan niye böyle bir atkı yapar anlamak mümkün değil. Size ne Prens'ten, Kate'den. Bu Rangers tribünü de ilgin bir kalabalık.

Pazartesi, Ocak 3

Ibrox Faciası


İskoçya futboluna ilgim yok. Celtic-Rangers rekabeti bile çok az ilgimi çeker. Dün iki takım karşılaştı, maçın sonucuna bugün baktım.

Maçtan öte, Rangers'ın bundan 40 sene evvel yaşadığı acı bir trajidinin dün yıldönümü olması daha çok ilgimi dikkatimi çekti. Ayrıntılar burada.

Ranger takımı eski tarz formalarıyla, kenetlenerek sahaya çıkmış. Celtic tribünü yine atkı şovuyla maça başlamış.

Rangers, yine 2 Ocak günü acı yaşadı. Orada derbi atmosferi yoğun. Ibrox'da Celtic'e yenilmek büyük şok. Golleri Yunan Samaras atmış. Manken topçu ekolünden, kansız olarak itham eden çoktur.

Çarşamba, Kasım 25

Sıçtın Mavisi


G.Rangers destan yazmaya devam ediyor. Facebook'ta çok popüler olan bir grup ismi, sıçtın mavisi. Resmen Rangers için söylenmiş. Bu sezon gerçekten sıçtı maviler. En çok da kaleci Allan McGregor. Duruşundan belli zaten.