Pazartesi, Haziran 9

İtirazım Var


 
Onur Ünlü'nün eserleriyle kurduğum ilişki çok başka. Bir kız arkadaşımın bana "Resulullahla benim aramdaki farklar" şiirini okutmasıyla başladı herşey. Ah Muhsin Ünlü kim ki? Afili Filintalar ile devam etti. Orayı çok kişi önceden sezmişti. Çok yazarı vardı. Okuyuculardan bir kesim vardı, bazı yazarları daha çok seviyordu. Onur Ünlü o kesim için daha dışarıdaydı. Polis de o yüzden tutmadı. Onur Ünlü gibi sevdiğim birkaç kişi daha vardı. Mesela Murat Menteş. O da sevildi, okundu ama biraz da hor görüldü. Ben kendimi onlara yakın hissettim. Yeteneklerinin yanında, verdikleri bir duygu vardı. Arada kalmış olmanın güzelliği...

Anlatması zor durum. Aslında zor da değil, cesaret gerektiriyor sadece. Çünkü anlaşılması zor. Karşı taraf(lar) her daim ellerinde sopayla bekliyor. Ülkedeki çoğunluğun, hiçbir fikrinden kıl aldırmadığı, kendisi gibi olmayana linci hazırda beklettiği düşünülünce şaşılacak bir durum yok. Aranızda şaşıran varsa, çok güzel bir yerde yaşıyor demektir.

Onur Ünlü gibileri, cesur adamlar benim için. TRT'de dizi yapmaları veya Yeni Şafak'ta yazmaları sorun olmadı hiçbir zaman. Hatta hoşlarına gidecek iki cümle yakalayınca onlar sayesinde ukalalık yapanların ezberlerini hemen ardından bozdukları için de memnundum. Hala daha memnum. Ama İtirazım Var'a itirazım var...

Belki de benim hatam. Bir yerde ben de aynı yanılgıya düşmüş olabilirim. Filme bakınca sıkıntılı bir durum yok. Yine de bir Polis değil benim için ama olsun. Hikaye, senaryo, karakterler, daha teknik konular kotarılmış. Ama biz bu adamların eserlerinde alt metin arıyoruz. Hatta alt metinin de altını... Bir kitabın tamamı değil, iki satırı bile yetiyor. İşte bu filmin "iki satırları" sanki biraz tek taraflıydı.

Anlatması zor. Ülkede yaşananlar ortada. Onur Ünlü'nün kayıtsız kalmaması sevindirici ve normal. Sırrı Abe'yi de seviyorum. İkisi bir arada, güzel. Ama ikisi birleşince ortaya İhsan Eliaçık çıkmış sanki. Benim baktığım pencere o tarafta değildi. Eliaçık da eskiden benim hoşuma giderdi gerçi. O da her tarafı rahatsız ederdi. "İslam" kelimesini duyunca rahatsız olan bir kitle vardı zaten. Hem onların hem de diğer tarafın ezberlerini bozuyordu. Güzeldi. Sonradan kendini ilk gruba ait hissetmeye başladı. Onlara bir şeyler vermek yerine, onların hoşuna gidecek şeyler söylemeyi tercih etti son bir yılda. İşte sanki bu filmde de Onur Ünlü benzer bir duruma düştü.

Eleştirmek istemiyorum. Ona haddim de yok. Film de çok güzel. Hem her insanın kendi hayatıyla ve çevresiyle yaşadığı çatışmalar var, bunlar ürettiklerine yansıyabilir. TRT'den kovulan, yaptığı işleri engellenen, hatta bu filmde bile sansüre uğrayan bir adamın kılıcını tek yönlü çekmesini nasıl eleştirebilirsin. Ama endişeleniyorum işte. İçinde olduğumuz o görünmez birliktelik kaybolacakmış gibi hissediyorum.

İki taraftan birine dahil olma zorunluluğu olunca seçeceğimiz taraf belli. Fakat o zaman da algılarımız kapanıyor. İlişkiler kısıtlanıyor. Bizi de ezberci reflekslere yönlendiriyor. Herkes gibi olma korkusu... Alışkanlık işte, sürekli çizgilerin dışında kalmayı tercih etmek, dışlanmış olmayı sevmek, ve bunun övgüsünü yapan adamları görmek, o adamları bulmak çok güzeldi. Hem başka bir yöntem de bilmiyorduk. Sanki alıştığımızın dışında bir şeyler yapmak zorundaymışız gibi hissediyorum.

Neyse işte, film çok güzel. Serkan Keskin harika. Hazal Kaya ilk defa sempatik. Umut Kurt ve Serdar Orçin şaşırtmadı. İzlemediğimiz ama fragmanıyla hasta olduğumuz tiyatro oyunu Aut'un Zehir'i Erkan Kolçak Köstendil en az Serkan Keskin kadar başarılı ama gölgede kalmış...

Herşey güzel, herkes başarılı. Ama bir eksik var sanki... Bu sanki biraz Leyla ve Mecnun filmiydi...

O yüzden ben bitmesine rağmen göden kaçırdığınız Şubat'ı izlemeye devam edeceğim


Hiç yorum yok: