Bir gün televizyonda kanal değiştirirken ilk bölümünün tekrarını yakalamış ve izlemiştim. Sanırım en iyi bölümlerinden biriydi. Nasıl başlarsan öyle devam eder. Gözümü ayıramamıştım. Ama o dönem televizyonda yayınlanan bir diziyi düzenli olarak takip edebilme motivasyonum olmadığı için dizinin bitmesini bekledim.
Tek sezon sürdü. Ara ara baktığımda bile ekrana kitliyordu. Ama nedense bir türlü tanıtımı yapılmadı, reklamı dönmedi. Eflatun Film'in Leyla ile Mecnun'a gösterdiği ilgiyi Şubat'ta göremedik. Durum böyle olunca ratingler düşük kaldı ve tek sezonla sona erdi.
Geçtiğimiz ay baştan başladım ve tamamen izledim. Türkiye'de yerli dizi yapmak zor iş. 90 dakikalık iş, bütün kaliteyi düşürüyor. Bu senaryo, bu oyuncular, müzikler, haftada 45 dakikaya düşse muhteşem bir iş çıkardı ortaya. Yine de çok iyiydi.
Dizinin konusunu uzun uzun anlatmak istemem. Bilen bilir. Ama kısaca, ahlak, vicdan, adalet gibi değerleri konu alıyor diyebiliriz. Güzel bir çatışma var. Hikayeyi yazan kişi ise, Deli Yürek'te Kuşçu olarak bildiğimiz Emin Gürsoy. Bu açıdan da ilginç. Gürsoy, Beşiktaş'ta oturduğu sıralarda her sabah gördüğü kağıt toplayan çocuklardan esinlenerek yazmaya başlıyor. Ortaya çıkan hikayeyi ise Onur Ünlü'ye okutuyor. Uzun süre rafta bekliyor. Projenin hayata geçmesi 10 seneyi buluyor.
Oyuncular çok iyi. Sermet Yeşil ve Nadir Sarıbacak çok üst seviyede. Özkan Uğur nasıl biri çözemiyorum. Sanki müziği kullanarak oyunculuğa adım atanlar gibi. Asıl işinden daha iyisini yapıyor. Tayfa'daki herkes, Musa Uzunlar, Damla Sönmez, Serkan Ercan... Herkes... Baş rol, yan rol, kim varsa özenerek seçilmiş, rolün altından kalkmış. Zaten 90 dakikalık bir dizide her hafta aynı kaliteyi yakalayabilmek için oyunculara büyük iş düşüyor. Bir yerden sonra hikaye sallanıyor ve zayıflıyor. Oyunculuk ayakta kalırsa seyirci şans vermeye devam ediyor.
Toplam 32 bölüm süren dizinin en üst seviyesi herhalde 13-25 arası. Özellikle 17. bölüm harikaydı. Kam Ağacı efsanesini izlerken gerçek sanmıştım. Sonradan bir Onur Ünlü dehasıyla karşı karşıya kaldığımızı öğrendik.
Bu 9 dakikalık nefes kesici hikayeden de anlaşılacağı gibi, dizinin ölüm, yaşam, sonsuzluk gibi şeylerle meselesi olduğunu görüyoruz. Bunu devlet televizyonunda, prime saatinde yayınlamaya çalışmaları büyük cesaret. Çünkü televizyon seyircisi için oldukça rahatsız edici. Dizi zaten her bölümde rahatsız edici bir konuşmayla açıldı. Karakterlerden biri, bazen birden fazlası, bu konuşmaları gerçekleştirdi. Üzerine düşünmekten dizinin ilk sahnelerini ıskalıyordum. Neyse ki internetten izledim.
İki satur yukarıda paylaştığım linkteki gibi muhteşem müzikler var. Bu dizi sayesinde Amesha Spenta'yı tanımış oldum. Bu da önemli bir kazanç benim için.
Dizi hakkında uzun bir yazı yazma taraftarı değilim ama eksik bir şey de kalsın istemiyorum. O nedenle biraz dağınık oluyor belki de. Daha iyi diziler bulmak mümkün. Türkiye'de bile çıkmıştır. Ezel mesela, Şubat'tan daha iyiydi, daha güçlü, daha uzun solukluydu. Ama Şubat'ta beni çeken garip bir doku var. Hikayeden bağımsız. Bir meselesi var, çok insani bir mesele ve bu benim kafamın içinde her daim duran bir mesele... O nedenle diziyle, emeği geçenlerle bir gönül bağı kuruyorum. Fakat benim bu bağı kurmama neden olan sebepler bazılarına da antipatik gelebilir. Akşam işten eve gelip tek eğlencesi TV olan bir adama da hitap edemiyor, entellektüel birikiminden taviz vermeyip televizyonda yapılan işi küçümeyen adamı da saramıyor...
Mesela dizinin ilk bölümünde yer alan Allah Var sahnesi gibi. Bu sahneyi izleyip "TRT'de din propogandası yapıyorlar" diyenler vardı. Önyargılarının esiri olanlar bu diziden keyif alamazdı.
Dizide baya göndeme de mevcut. Defalarca "Korkma ben varım" repliği kullanıldı, Murat Mentes yakalamıştır selamı. Ninja Kaplumbağalar, Asaf Halet Çelebi, V for Vendetta, Erkan Oğur, Cantona... Ne kadar zengin kaynaklara sahip olduğunun göstergesi. Bu da ilgi çekici hale geliyor.
Tayfa
ABD'de dizi içinden dizi türer ya, kesin şekilli bir adı da vardır bu icatın, mesela Friends içinden Joey, Cheers içinden Frasier... Bu diziden de bir Tayfa türemeliydi. Başlı başına efsaneler. Özendiriciler. Tayfanın içinde yer alan her karakter anti-kahraman, her oyuncu muhteşem..Funda Alp, Onur Ünlü, Emin Gürsoy; hikayede emeği geçen kim varsa bu fikri düşünmeliydi. Seyircinin yazarak çizere istemesiyle olmuyor tabi.
Kendi içinde yer alan kuralları, birbirlerine bağlılıkları, hiyerarşi, eşitlik, adalet... Garip bir düzen. Ama bir yandan da ütopik. Hayran bıraktırıyor. Yokluk içinde olan bir grup. Ama sandığımızdan daha zenginler. Öze dönmüş gibiler. Özgürler. Ahlak anlayışları bizden daha üstün. Böyle anlatınca sanki başka bir türden bahsediyor gibi olduk. Ama başka tür olan biziz herhalde (İnsan bir virüstür-Matrix).
Saygı uyandırıcı. Harika bir şekilde, kusursuzca hazırlanmış. İçlerindeki casus (Hayvan) bile onlara bağlanıyor. Lakabları çok afilli. Deli, Duble, Zımba, Çimen, Erik,... Hepsinin bir hikayesi de var. Modern dünya denilen yerden gelmişler aslında. Hepsinin o tarafla bir sorunu var. Fakat bu grup içinde sorunları çözmüş veya unutmuşlar. Dizide Tayfa üzerinden öyle bir atmosfer yaratılmış ki sıcak evde otururken kendimi hapsolmuş hissedebiliyorum.
Zaten bu dizinin önemi de buradan kaynaklanıyor. Her bölümden sonra kafayı yakacak şekilde düşünmeye başlıyorsun. Sorguluyorsun. Seni sorgulatırken, başvurman gereken kaynakları da sıralıyor inceden. Sana yol da açıyor.
32 bölüm az geldi. Ama kabul etmek lazım, dizinin biteceği de kesinleştikten sonra, sanırım son 5 bölüm oluyor, hikayeyi sonlandırmak için baya telaşa kapıldılar. Oralar biraz sıkıntılı. Bazı karakterler yok oldu. Bazı konuların ucu açık kaldı. Notu düşürecek şeyler bunlar. Fakat sonunda bize kalan karsa, baya kar ettik bu diziden. Emeği geçenler sağolsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder