Çarşamba, Aralık 3

Kill Bill




Kill Bill vizyona girdiği ilk günlerde çok tartışılmıştı. Vahşet ve kanla dolu olduğu söylenmişti. Bu kelimlerden tiksinen biri değilim ama filmin bu kelimeler üzerinden hareket ettiğini düşünmüştüm. Kurgusunun zayıf olduğunu zannetmiştim. Çünkü eleştirilerde, film yorumlarında kurgudan, senaryodan, oyunculuktan bahseden yoktu. Varsa yoksa Tarantino ve içindeki nefret öne çıkıyordu...

Durum böyle olunca ve popüler kültür dünyasına "Kill Bill ıslığı" ile sarı eşorfman dışında bir şey sokamayınca, filmden uzak kaldım. Hemen hemen 10 sene sonra filmi izledim. İki filmi de bir gün arayla izlemek de büyük keyif kattı. 

Zaten bu ayrımı niye yapmışlar bilmiyorum. Uzun olması sebebiyle ikiye bölünmüş ama iyi bir filmi ikye bölüp daha fazla para kazamak istemiş olabilirler. Gerçi ikisi de aynı yola geliyor. Bir sene ara vermeden arka arkaya izlediğim için çok şanslıyım.

Adam enfes bir film (evet bir film) yapmış. Bunu şimdi söylemek çok saçma. Üstelik o dem vurulan vahşet ve kan rahatsız edici boyutta değildi. Bir iki sahne için bunlar söylenebilir ama 4 saatlik bir hikayeden akılda bunların kalması haksızlık.

Müzikler inanılmaz. Tarantino'nun en başarılı olduğu konu. Bence birinci bölüm, bu konuda ikincinin önünde. İkinci bölümün göze hitabeti ise diğerinin önündeydi. Kilisenin ve karavanın olduğu yerlerdeki manzaralar çok hoşuma gitti. Cüneyt Arkın filmleriyle yarışan bire 300'lük kavga sahneleri inandırıcı gelmeyebilir ama bu da çok mesele değil. 

Uma Thurman'ın güzelliği tartışılır ama karizmatik bir kadın olduğu gerçeğini değiştiremeyiz. Sadece ayağının hatrına bu filmlerde oynamıyor. Michael Madsen ve David Carradine ikilisi de çok büyük hava katıyor.

İntikam hiçbir zaman düz bir çizgi değildir... Bir ormandır... Ve ormanda olduğu gibi yolunu kaybetmek kolaydır. Kaybolmak geldiğin yolu unutmaktır...

Ezel izleyen bunu da sever. Bunu seven Ezel'i de sever...

Hiç yorum yok: