Çarşamba, Aralık 14

Bi Alex + Bi Ayran



Dinamo Kiev faicasından sonra, sabah uyanır uyanmaz ağza takılan bir şarkı gibi dilime takılıverdi: "Her şeyde var bir hayır, belki buradan UEFA'ya.."

Bu söylemler bizim arada kalmış neslin en çok sevdiği söylemler. Hele şu 'uğurlu geliyor/uğursuz geliyor' hikayeleri. Yeni dönemde buna 'totem' dense de bu 'uğursuzluk' kelimesi daha civcivli.

Oldum olası bu tarz hikayeler hep ilgimi çekmiştir. Ören yerine gidersin, yamuk yumuk bir taş gösterirler. "Oğlu babasına el kaldırmış ve taş olmuş, elindeki üzümler ise yılana dönüşmüş. Bunu duyan annesinin gözyaşları ise nehre..." tarzı bir hikaye ile süslerler. Tabi hemen yanında satılan 'efsane üzüm suyu, hain evlat taş bibloları' görüldüğünde masumiyet kaybolur. Ağlayan annenin göz yaşını endüstriyelleştiremiyorlar diye hafif bir mutlu olursun.

Semtte voleyi vuranlar; 15-19 yaşları arasında enstrüman çalmayı öğrenen, iyi bir okul kazanan, bir sporu milli olimpiyat komitesi seviyesinde yapabilen, düşürmeden 87 sektirebilen, smaç yapabilen, Adidas streetball giyebilenler olmadı. Banklarda otururken 'bu adalar hangisiydi?' sorusuna soldan-sağa sırasıyla sayabilenler oldu. O günlerden bu günlere çok şey değişti ama "Haftasonları çok kalabalık oluyor. Heybeli ya da Büyükada'ya gidilmez en güzeli Kınalıada aslında" söylemleri değişmedi.

"Hayırsız Ada" muhabbetini ilk duyduğumda balıklama atlamıştım. Vakti zamanında bir İngiliz kodamanı İstanbul'u ziyarete geliyor (her şeyin altından çıkmasalar şaşarım / blogspot silmeden paylaş). Akşam soğuk bir şeyler içmek için Beyoğlu'na akılıyor. Bunları ara sokakta sokak köpekleri sıkıştırıyor. Korkusu yetiyor tabi. Derhal telefonlar, telgraflar... Günün yöneticileri tüm köpekleri toplayıp Caddebostan'dan Adalar'a bakınca en sağda arkalarda görünen o biçimsiz kaya parçalarına gönderiyorlar. Garibanlar gecelerce uluyarak, aç bilaç ölüme gidiyorlar. Diyorlar ki kokuları günlerce vurmuş Anadolu Yakası'na. Sonra İstanbul'da büyük bir yangın peydah olmuş. Deprem diyen de var. Köpeklerin laneti.

Bi hikaye yine aynı mevzu. Ankaragücü'nün kurulduğu yıllarda (ne alakaysa) Fransa garip bir teklifle geliyor İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (her şeyin altından çıkmasalar şaşarım). O dönemde kimya-parfüm-kozmetik-deri alanlarında köpekler kullanılıyormuş. Parfümle köpeği ilişkilendiremediğim için yabancı kaynaklardan bakayım dedim. O yıllarda 1.Dünya Savaşı'nda köpek kullanıyorlarmış mayın/bomba muhabbetine. Köpek eti yemenin moda olduğunu söyleyen de var. Neyse; bunlar 80.000'e yakın köpek istiyorlar. Belediye'de bu durumu müptezel tayfaya havale ediyor. "10 köpek getir, 1 altın al " tarzı kampanyalar. Köpekler toplanmaya başlıyor. Yine yukarıda bahsi geçen Hayırsız Ada'ya yolluyorlar. Savaş zamanı Avrupa'da. İptal oluyor anlaşma. Köpekler de ölüme terk ediliyor. Geceler boyu ulumaları dinliyor Anadolu Yakası, hayvan leşi kokusu kaplıyor Bağdat Caddesi kıyılarını. Suadiye sahili köpek ölüsü kokuyor. Sosyal medya olmadığı için haberimiz olmuyor tabi. Sonra Balkan Savaşı patlıyor, kıtlıklar, yoksulluklar... Köpeklerin laneti.

Uzun zamandır uğramıyordum Kadıköy-Yazıcıoğlu'na. Mp3 Cd ya da oyuna artık ihtiyaç olmadığı için gitmiyorduk. 90'ların sonları.. Dershane sonraları akılan büfeler. Şöhretler Büfe en meşhuru.
Yarım ekmek arasına doldurulan türlü sağlıksız madde. Almanların dediği gibi (her şeyin altından çıkmasalar şaşarım) "Sosis imalatı ve siyasi pazarlık halk önünde yapılmaz, çünkü her ikisi de mide bulandırır."

O dönem nedense bu karışık sandviçlerin adı Fenerbahçeli futbolcularla özdeşleşirdi. Şöhretler Büfe'nin menüsü 'manyak', 'psikopat', 'artiz' yanında o dönem kim revaçtaysa o futbolcunun isminin konduğu karışık sandivçlerden oluşurdu. "Okocha" "Atkinson" ile başlayan süreçte en sonra "Alex, Appiah ,Anelka" muhabbetini hatırlıyorum. 



Aynı yıllarda Şampiyonlar Ligi'ndeki salı maçları muhabbetine Salı Pazarı kaldırılmıştı. Pazarcıların tepkisi büyük olmuştu. Reality show tadında yapılan haber bültenlerinde yayınlanan görüntüler dün gibi aklımda. Hatta bir Feyenoord maçı öncesinde alınmıştı bu karar ve 0-1'in rövanşında elenmişti. Değişik hikayeler işte. Pierre van Hooijdonk' un adı Şöhretler Büfe'de yarım Ayvalık Tostu'na verilecek , o gün yedek oturan Robin van Persie yine burada oynayacak. Uğursuzluklar hep bizi buluyor demek adamların kaderlerine hep pozitif yönde çalışmış.(Gerçi tabi bir de onlara sormak lazım; neye göre)



Bugün Kadıköy'de o hava yok. Menüde tek futbolcu ismi Alex. Aziz Yıldırım "halka bayramlaşma" için sokağa inse ve buraya oturup ikram edilen soğuk ayranı içerken bu manzarayı görse kesin müdahale eder.

Tertemiz çalışan maç linklerine 20938 avukatıyla anında müdahale eden sistem, bence "lisanslı futbolcuların ismini kullanıyorlar" diyerek bu isimleri de yasaklamıştır.


Yazan: Refet

Hiç yorum yok: