Çarşamba, Şubat 22

G.I. Jane



G.I Jane'in ilk çıktığı zamanı, Türkiye'de vizyona girdiği günleri hatırlıyorum. ABD'de de burada da baya gündeme olmuştu. Öncelikle Demi Moore'un kafasını kazıtması baya konuşulmuştu. Oysa yakın zamanda Striptease ve Disclosure henüz yeni çekilmişti. Yani Moore'un en seksi olduğu zamanlardı ve böyle bir üne sahip olduğu zamanda saçlarını kazıtması ilgi çekmişti. 

Öte yandan Türkiye'de feminizmin ilk kez geniş katmanlarda tartışıldığı dönemdi 90'lar. Kadının askerlik yapması üzerinden tartışmalar döndüğünü hatırlıyorum, ki bunun benzerinin ve daha da fazlasının film çıktıktan sonra ABD'de yaşandığını da biliyorum.

Sonuç olarak o günlerde bu film; hem burada hem ABD'de baya kötülenmişti. Basit bir milliyetçilik ve militarizm ile beslendiği söyleniyordu. 12-13 yaşındaki bir ergen için bu kadar olumsuz yorum yeterliydi. Filmi o yıllarda es geçtim. Devam eden zamanlarda da televizyonda yakaladığımda bile yüzüne bakmadım.

Seneler sonra izledim. Tam 20 sene sonra... Dünya değişti, ABD burnumuzun dibine kadar gelip kadın-erkek savaştı. 

Filmden pek beklentim yoktu. Belki de o yüzden olsa gerek, ilk yarısını izlerken sık sık "Ulan o kadar da kötü değilmiş" dedim.

Spor yapmayı seviyorum. İşin içinde rekabet ve hırs var. İnsanın kendini, vücudunu zorlaması var. Bunun filmle ne alakası var? Demi Moore'un canlandırdığı ve erkekler arasında kendisini ispat etmeye çalışan asker Jordan O'Neill'in girdiği program ve aldığı eğitimler beni bu duygularla filme bağladı. Ne olursa olsun sporcu bir ruh var. 

Militarizm, silahlar, savaşlar karşı olduğumuz kavramlar olsa da askeri eğitimin, beden eğitiminde önemli bir yeri olduğunu söylemek lazım. Bu tip sahneleri izlemeyi seviyorum. Aynı zamanda psikolojik bir sınav da vardı. Bu da ilgimi çekti. Vigo Mortensen'in henüz zirveye çıkmadığı zamanlardı ama 'ızdırap çavuş' rolünün hakkını vermiş. Sadece sportif bir bakış açısı da değil; birçok savaş karşıtı filminin de beslendiği psikolojik materyalleri kullanıyor. 

Ama film son virajda sevmediğimiz mesajları veriyor. Savaş başlıyor, feminizm bir kenara atılıyor. Yapacak bir şey yok; Ridley Scott yönetiyorsa Demi Moore oynuyorsa o filmin gişe yapması gerekiyor. ABD sinemasında aşina olduğumuz hamleler. Şaşırtmıyor. Ama en azından iki saatlik filmin ilk 90 dakikasını keyifle izlediğimi söylemem lazım. Bu da beklentinin olmadığı bir film için yeterli.

Keşke en sonda verdiği mesaj daha güzel olsaydı, o zaman klas bir film izlemiş olabilirdik.

Hiç yorum yok: