Çarşamba, Mart 9

Hayaletler

Ortaya karışık sloganlardan oluşan filmleri sevmiyorum. Has propaganda filmlerini bile tercih edebilirim ama ilki; olmuyor...

Antalya'da Altın Portakal kazanmış Hayaletler, fragmanı ile nefes kesen, yurt dışında aldığı ödüllerle (Venedik Film Festivali) merak uyandıran bir filmdi. Belki de bu beklenti bizi mahvetti. Fakat yine de içimize sinmemesini sağlayan nedenlerde haksız değiliz.

Öncelikle Avrupalıların filmi beğenmesini yadırgamıyorum. Türkiye'nin güncel sosyal, toplumsal ve ekonomik sorunlarına dair bilgi edinmek isteyen varsa; direkt Hayaletler'e yönelebilir. 86 dakikalık süresi ile adeta kısa bir özet geçiyor.

Fakat bizim için; işlenen her konu biraz yetersiz kalıyor. Kentsel dönüşüm mü izleyeceğiz, mülteci sorununu mu düşüneceğiz, kadınların toplumdaki yeri ve mücadelesi hakkında bir soruna mı eğileceğiz? Hepsi olsa yine iyi; hatta çok iyi. Fakat hepsinden biraz olunca tat almak zorlaşıyor.

Gerçi yönetmen Azra Deniz Okyay'ın tat verme gibi bir misyonu yok. Onun derdi var, hatta dertleri var ve bizim suratımıza bu dertleri çarpmak istiyor. Fakat oradan oraya atlayınca surata çarpan sert bir tokattan ziyade, toplamda 10 kilo edecek bir klasör kağıdın fırlatıldığında havada uçuşması gibi bir an yaşanıyor. Açıkçası o kağıtların uçuşması biraz yoruyor. Yani film bizi yoruyor. Fakat diğer yandan zaten ülke de yoruyor... Böylesine gürültülü bir ülkede yapılacak filmin de fazla gürültülü olması şaşılacak durum değil.

Belki de en sert politik eleştiri, yanlış olduğunu düşündüğün durumu tespit edip, onu tamamen yansıtmaktır. Yani eleştiri yapmaya çalışmaktansa bir gözlemi yansıtmak daha gerçekçi duracağından, aynı zamanda daha da sertleşecektir. Zira gerçekler acıdır ve serttir. Peki bu filmde gerçeklerden bahsetmiyor mu? Tabi ki bahsettiği konular tamamen gerçek. Fakat rahatsızlığı anlatmak yerine "Ben bundan rahatsızım" diyor. Sloganlar arka arkaya geliyor, hatta bazıları devamlı tekrarlanıyor. "Muhalif olmak" bu kadar kolay olmamalıydı...

Aslında çok da özgün bir noktası vardı. İstanbul'da saatlerce elektriklerin kesildiği bir gün... Güzel bir düşünceydi. Zaten tek güne sıkışan ve farlı karakterlerin yollarının kesiştiği filmleri severim. Üzerine böyle bir atmosfer katılınca tam benlik gibi duruyordu. Hayaletler vaatlerle yola çıktı ama arkası gelmedi. İyi bir sinema filminden ziyade, iyi bir 140 Journos bölümü gibi durmuş.

Tek gün ve birden fazla karakterin yaşattığı meraka rağmen tempo düşük kalmış. Karakterler karikatür gibi olmuş, üstün körü çizilmiş. Biraz sosyal medyanın gündemine ayak uydurulmaya çalışılmış. Kamera kullanımı konusunda da farklı bir yol tercih edilse de bizim gibi muhafazakarları kaybetmesine neden olmuş.

Yine de acımasız olmak istemiyorum. Zira Okyay'ın ilk uzun metrajlı filmi. Üstelik çok düşük bütçeyle çalıştığını eklemek gerek. Belki de kendisini ilerde çok seveceğiz. Bir ışık olduğunu görmemek mümkün değil. Ayrıca Türkiye'de politik sinemanın az ürettiğini, az üretmek zorunda kaldığını, engellendiğini bildiğimizden, karşımıza çıkan örneklere burun kıvırmak da istemem. Fakat bende günün sonunda basit bir izleyiciyim, o yüzden beklentilerim biraz farklı.

Yemekteyiz'e katılan yarışmacılar gibi; "Eline emeğine sağlık, çok emek vermişsin, bu malzemeden iyi bir iş çıkarmışsın ama beğenmedim."

Hiç yorum yok: