Perşembe, Temmuz 10

Her



Aşk filmi veya romantik film; nasıl adlandırısanız... Sevemiyorum ben o tür filmleri. 3-5 tane vardır arada çıkan... Çoğu da Avrupalıdır zaten...  Sanırım sorun bende, kabul edebilirim. Ama bu filmde sorun bende değil.

Herkesin taptığı Eternal Sunshine zırvasını da 500 Days of Summer'ı da sevmemiştim. Kimdi hatırlamıyorum, biri "Her tam sana göre" dediğinde heyecanlandım. Heveslendim. Film sona erdiğinde çok üzüldüm, kim dediyse beni hiç tanımamış. 

İnsanın korkuları, yaşam tarzıyla alakalıdır. Hayatında hiç deprem yaşamayan biri, deprem bölgesinde yaşamamışsa depremden niye korksun? Veya Afrika'da bir kabilede yaşayan çocuk uçaktan korkmaz. Bu da öyle.. Benim bu filmdeki karakterin kaygıları gibi kaygılarım yok. Öyle bir dünyada yaşamıyorum. Aslında yaşıyorum; mesleğim de metropolde yaşama durumları da zaman zaman beni sanal bir dünyaya itiyor. Ama bunu elimden geldiğince reddedebiliyorum. Hal böyle olunca bu filmle bağ kurmam için en ufak nedenim kalmıyor.

Aşk acısı evrenseldir, bunu da kabul ediyorum. Fakat bunu klasik yönetmelerle anlatanlar, bana daha kolay ulaşıyor. Dünya Kupası zamanı diye aklıma geldiği için örneği oradan vereyim; sağır ve dilsiz Yaprak Özdemiroğlu'nu uzaktan seven Alişan, bu filmdeki Joaquin Phoenix'ten daha iyiydir.

Gerçi hakkını vermek lazım, filmi uyuklamadan izlediysek, Joaquin Phoenix'in etkisi büyüktü. Filmi taşımış. Yine de filmin nasıl Oscar'a aday olduğunu anlayabiliyorum ama umarım en kısa zamanda IMDB TOP250'den düşer.

Hiç yorum yok: