Perşembe, Temmuz 24

Stranger Than Paradise



Onur Ünlü'ye bir röportajda en sevdiği filmi ve yönetmeni soruyorlar. O da şöyle cevaplıyor;

Uzaylılar gelse dese ki ‘Dünyada sinema diye bir şey varmış… Nedir?’ Onlara beş tane film gösterim:

    Stranger Than Paradise – Jim Jarmush
    Conversation – Francis Ford Coppola
    Fargo – Coen
    Vesikali Yarim – Lütfi Ö. Akad
    Tabutta Rövaşata – Derviş Zaim

Ben de açıp izliyorum ilk sırada saydığı filmi. 

Ondan sonra röportaja geri dönüyorum... İlk soru;


Ölümü bu kadar çok işlemesi ölümden korktuğunu mu   yoksa özlem duyduğunu mu gösteriyor?


Ve cevabı

 
Nazım Hikmet nasıl diyordu:

“İnsan öleceğini bile bile nasıl yaşar?  Ya çıldırır  ya da öleceğini unutur”.

Bunun bir ara yolu olabilir mi? Varsa ben onu arıyorum.


 

Alakası var mı acaba filmle? Yok gibi duruyor ama bağ kurunca çıkıyor gibi. Bir gün öleceğini unutan üç kişi var sanki filmde. Bu yaşamda sadece zaman geçiriyorlar. Boşa geçen zaman. Öleceklerini unutmuş olmaları lazım bu kadar boşlukta olmaları için... Sonra olaylar gelişir. Sıkıcı hayatlarından sıkılan insanların sıkıcı yol filmi. Yol filmi diyince hemen heyecana kapılmayın, film nasıl siyah-beyaz başlayıp bitiyorsa, karakterler yola çıkınca bile bir renklenme olmuyor. Filme anlam katan da biraz bu işte...

Ama bu hayatta bir şey yapmaya karar vermeleri ve cennete (Florida) gitmeye karar vermeleri saygı uyandırıcı. O sıkılan ve paraları az olan üç karakter buna niyetlenebiliyorlar. Biz niye yapamıyoruz?

Röportajın sonuna geçiyorum. Soruyu siktir et, cevabın tamamı da önemli değil. Son cümle şudur ama ve önemlidir:


 Bende var, sende yok!’


(Filmi hiç anlamamış)




Hiç yorum yok: