Sorgulamak çok tehlikeli bir kelime... Herhalde eylemin kendisinden bile daha tehlikeli. Nedeni de çok belli. Sorgulayan insan, kendi zihninde sorulara cevap arayıp aydınlanmaya çabalarken, kendini geliştirmeye uğraşırken - ve belki de bu uğurda acı çekerken -, yani yaşamına anlam katmaya çalışırken, "sorgulama" kelimesini duyanların engeliyle ve dışlamasıyla karşılaşıyor.
Sorgulama, şüphe etme, cevap arama işi aslında güçleri ve bilgileri birleştirince daha anlamlı bir hal kazanacakken, ister istemez endişe sosuna bulanıp gizli bir işe dönüşüyor.
O nedenle yüzyıllar boyunca, bu topraklarda ikinci bir Ömer Hayyam çıkartmak zor olmuş. Gerçi o zamanlarda da zor olmuş. Oyle olmasa, Ömer Hayyam'ın kim olduğu sorusunun cevabı bu kadar farklı olmazdı. Hatta Hayyam'ın dörtlüklerindeki çelişkiler bile bir sorgu konusunu daha ortaya çıkarıyor. Bazılarına göre, bazı dörtlükler Hayyam'ın değil, isim kullanmaya cesaret edemeyenlerin Hayyam üzerinden insanlığa sunduklarıymış...
Son dönemde ben de kendi içimde bu sorgu işine çok fazla girdim. Girince de bir noktada Hayyam'a başvurmak zorunda kaldık. Başvurduk ama çok da çözüm elde edemedik. Keza Hayyam'ın da kafası karışık gibi... İşin bir diğer ilginç noktası, Hayyam sevenler de bu karışıklığı kabul etmiyor.
Bir sır var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık var, bu ışıklardan başka.
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye.
Bir şey daha var bütün yaptıklarından başka.
Sorgulama, şüphe etme, cevap arama işi aslında güçleri ve bilgileri birleştirince daha anlamlı bir hal kazanacakken, ister istemez endişe sosuna bulanıp gizli bir işe dönüşüyor.
O nedenle yüzyıllar boyunca, bu topraklarda ikinci bir Ömer Hayyam çıkartmak zor olmuş. Gerçi o zamanlarda da zor olmuş. Oyle olmasa, Ömer Hayyam'ın kim olduğu sorusunun cevabı bu kadar farklı olmazdı. Hatta Hayyam'ın dörtlüklerindeki çelişkiler bile bir sorgu konusunu daha ortaya çıkarıyor. Bazılarına göre, bazı dörtlükler Hayyam'ın değil, isim kullanmaya cesaret edemeyenlerin Hayyam üzerinden insanlığa sunduklarıymış...
Son dönemde ben de kendi içimde bu sorgu işine çok fazla girdim. Girince de bir noktada Hayyam'a başvurmak zorunda kaldık. Başvurduk ama çok da çözüm elde edemedik. Keza Hayyam'ın da kafası karışık gibi... İşin bir diğer ilginç noktası, Hayyam sevenler de bu karışıklığı kabul etmiyor.
Bir sır var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık var, bu ışıklardan başka.
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye.
Bir şey daha var bütün yaptıklarından başka.
Kendiliğinden var olmuş sanma beni;
Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi;
Bir gerçek varlık beni var etmiş olan;
Yoksa kimdim ben, neredeydim, neydim ki.
Hayyam'ın yaşadığı dönem, bu toprakların en ilerici olduğu zamanlar herhalde. Teknoloji farkını bir kenara bırakırsak, şu an Orta Çağ'ı yaşayan Doğu, o dönem felsefe ve bilimde akmış gitmiş. Aynı zamanlarda Batı'da ise sokaklar kan gölüne dönüşmüş. Kan ve şarap metaforunu kullanmak için daha iyi bir durum sözkonusu değil. İki meeniyette de her zaman sokaklar aynı renge bulanmış ama hiçbir zaman nedeni aynı olmamış. Bir tarafın sokakları kana bulanırken, diğerinde şarap günleri yaşanmış. Tahterevalli gibi bir durum söz konusu.
Hayyam o dönemin ayrıcalıklarından faydalanmış. Sözünü esirgememiş. Otoriteye ve iktidara karşı duruşu onun evrensel bir boyut kazanmasının en önemli nedeni:
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?
Girme şu alçakların hizmetine
Konma sinek gibi pislik üstüne.
İki günde bir somun ye, ne olur!
Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.
Hayyam diyince akla şarap geliyor. Şarap onun için bir eğlence simgesi mi, yoksa dünyadaki isyanının gerçek hali mi? Mesela bazılarının söylediğine göre, Ömer Hayyam hayatı boyunca şarap içmemiş. Fakat içmese de şarapa methiyeler düzen birçok dörtlüğü yazmış. Çoğunu biliyorsunuz zaten. Fakat arada kaldığını o da kabul ediyor...
Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi;
Bir gerçek varlık beni var etmiş olan;
Yoksa kimdim ben, neredeydim, neydim ki.
Hayyam'ın yaşadığı dönem, bu toprakların en ilerici olduğu zamanlar herhalde. Teknoloji farkını bir kenara bırakırsak, şu an Orta Çağ'ı yaşayan Doğu, o dönem felsefe ve bilimde akmış gitmiş. Aynı zamanlarda Batı'da ise sokaklar kan gölüne dönüşmüş. Kan ve şarap metaforunu kullanmak için daha iyi bir durum sözkonusu değil. İki meeniyette de her zaman sokaklar aynı renge bulanmış ama hiçbir zaman nedeni aynı olmamış. Bir tarafın sokakları kana bulanırken, diğerinde şarap günleri yaşanmış. Tahterevalli gibi bir durum söz konusu.
Hayyam o dönemin ayrıcalıklarından faydalanmış. Sözünü esirgememiş. Otoriteye ve iktidara karşı duruşu onun evrensel bir boyut kazanmasının en önemli nedeni:
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:
Senden ayığız bu sarhoş halimizde.
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:
İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?
Girme şu alçakların hizmetine
Konma sinek gibi pislik üstüne.
İki günde bir somun ye, ne olur!
Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.
Hayyam diyince akla şarap geliyor. Şarap onun için bir eğlence simgesi mi, yoksa dünyadaki isyanının gerçek hali mi? Mesela bazılarının söylediğine göre, Ömer Hayyam hayatı boyunca şarap içmemiş. Fakat içmese de şarapa methiyeler düzen birçok dörtlüğü yazmış. Çoğunu biliyorsunuz zaten. Fakat arada kaldığını o da kabul ediyor...
Bir elde kadeh, bir elde Kur'an
Bir helaldir isimiz bir haram
Su yarim yamalak dünyada
Ne tam kafiriz ne tam Müslüman
Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;
Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;
Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm
Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.
Sanki şarapa özel bir meth değil onun yaptığı, günahtan korkmayan bir düşünce akımına destek. Onur Ünlü'nün İtirazım Var filmi için verdiği söyleşide kurduğu cümleye ses verelim, belki paralellik kurabiliriz:
"Günahla irtibatı kesersek geride kalan alan boş, fazla güvenli ve hayattan kopuk bir alandır. İslam tasavvufu ve Hıristiyan tasavvufu arasındaki temel fark da budur. Manastır kafasının İslam’da olmamasının nedeni insanın hayatla iç içe bulunma zorunluluğudur. Mesela İbrahim Halveti 1800’lerin ortalarında, insanların tekkelere kapanıp hayattan koptuğunu gördüğünde dedi ki “kemalet ameldedir”, yani sadece yaptıklarınızla kemale erebilirsiniz. İbrahim Halveti’nin tekkesi yanar, bunu bir işaret olarak görür ve çok sevinir. "
İbni Arabi'nin "Günahla irtibatı kesilen insan kemale eremez” sözüne de buradan selam yollanabilir.
Yani aslında Hayyam'ın derdi sadece şarap içmek olmayabilir. Şarap içmekten çekinmemek onun derdi. Şarabı yasaklamak değil, şarabın tam ortada durması ve isteyenin alması, isteyenin almaması. Özgür iradeyi hakim kılabilme.
Yavaş yavaş din, inanç, varlık konusuna geliyoruz... Doğrulundan emin olamadığımız ama Hayyam'a ait olduğu söylenen iki cümleyle başlayalım,
''Tanrım, elimden geldiğince seni algılamak istedim. senin hakkında bildiklerim, sana ulaşmanın tek yolu olduysa, beni affet..."
"Ben, imanı yargı korkusu, duası da secde etmek olanlardan değilim. Nasıl mı dua ederim? Güle bakarım, yıldızlara bakarım, yaratılışın güzelliğine hayran kalırım, Yaradan'ın en büyük, en güzel eseri olan insana, bilgiye açlık duyan beynine, sevgiye susamış olan yüreğine, duyularına, uyanışmış ya da doyuma ulaşmış tüm duyularına hayranlık duyarım"
Aslında rubailerin geneline baktığımızda da bu dediklerini anlayabiliyoruz. Onun asıl derdi yukarıyla değil, aracılarla... Aracıların insanları baskıyla ve yasaklarla şekillendirdiğini ve bunun da İslam'ın ya da inancın temeline ters olduğunu düşünüyor. Ya da ben öyle düşünmesini istiyorum.
Yavaş yavaş din, inanç, varlık konusuna geliyoruz... Doğrulundan emin olamadığımız ama Hayyam'a ait olduğu söylenen iki cümleyle başlayalım,
''Tanrım, elimden geldiğince seni algılamak istedim. senin hakkında bildiklerim, sana ulaşmanın tek yolu olduysa, beni affet..."
"Ben, imanı yargı korkusu, duası da secde etmek olanlardan değilim. Nasıl mı dua ederim? Güle bakarım, yıldızlara bakarım, yaratılışın güzelliğine hayran kalırım, Yaradan'ın en büyük, en güzel eseri olan insana, bilgiye açlık duyan beynine, sevgiye susamış olan yüreğine, duyularına, uyanışmış ya da doyuma ulaşmış tüm duyularına hayranlık duyarım"
Aslında rubailerin geneline baktığımızda da bu dediklerini anlayabiliyoruz. Onun asıl derdi yukarıyla değil, aracılarla... Aracıların insanları baskıyla ve yasaklarla şekillendirdiğini ve bunun da İslam'ın ya da inancın temeline ters olduğunu düşünüyor. Ya da ben öyle düşünmesini istiyorum.
Fakat, şu da güzel bir düşünce bence; olması gereken özgür bir ortamdır. İnsanlık, insan, ameller, yapılanlar, söylenenler özgür bir ortamın varlığıyla değerlendirilmeli. Günah ve sevap, helal ve haram eşit şekilde ortada durursa insan hangisine yönleneceğini özgür iradesiyle seçerse inanç da nefs de tam anlamıyla en güçlü haliyle, kendine benlik içinde yer bulacaktır.
Hayyam'ın bu nedenle olsa gerek, bal ve şarapla dolu cennet için, ödül ve ceza için inancını şekillendiren zihniyete karşı bir duruşu var. Tanrıyı arama kavgası ise kendi benliğinde senelerce devam etmiş sanki.
Dün özledim de seni coştum birden bire;
Çıktım senin yerin dedikleri göklere.
Bir ses yükseldi ta yukarda, yıldızlardan:
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!
Bakara Suresi'ni 10 senede tam şekliyle anlayıp hayatına geçirebilen Hz. Ömer'in düşüncesinden çok fazla farkı yoktur sanki... Bunun nedeni de büyük ihtamalle bilim adamı olmasından kaynaklanıyor. Gökle, yıldızlarla, matematikle uğaraşan bir adamın sorgusuz sualsiz bir kabullenme içine gireceğini düşünmek saçma olurdu. Bu arada bu konuda da bazı soru işaretleri var. İran kaynakları, Hayyam'ın şair, aynı dönemde yaşamış Hayyami adındaki birinin bilim adamı olduğunu söyler. (Ya da tam tersiydi emin olamadım şu an)
Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka.
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye:
Bir şey daha var bütün yaptıklarından başka
Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar
Gelir giderler, dünyayı bezer dururlar;
Göklerin eteğinde, toprağın koynunda
Doğdukça doğacak daha neler neler var.
Bildiklerimiz az... Sadece birkaç tane dörtlük var, onların da hangisinin aynı kişiye ait olduğu belli değil. Yine de önemli sözler var. Düşünmek, sorgulamak, anlamak, varlık nedenini araştırmak... İnsana bir yandan feyz verirken, diğer yandan da bizim acizliğimiz öne çıkıyor. 2014 yılında, bu imkan ve teknoloji çağında aslında dünyadaki yerimize, misyonumuza, ne kadar boş ve bilinçsiz baktığımızı fark ediyoruz. Büyük şehirlerde, yüksek binaların arasında inançlı olmak da ateist olmak da sadece çevre dayatması, başka bir şey değil. Doğaya çıkmadan, ıssız çöllerde gezmeden, gece ateş yakıp sabahlamadan, bilmediğin kasabalara gidip bilmediğin insanlarla konuşmadan hayatın anlamını, nerede olduğunu çözemesin. Hayyam'a olan hayranlığımın asıl nedeni biraz da bu, ne içtiği şarap ne de hafif isyankar ve cesur söylemleri...
Aradan 800 küsür yıl geçince, tasvir edilen insan, zihnimizde canlanan adam çok farklı olabiliyor. Okudukça, hayatı hakkında bir şeyler öğrendikçe ilginç bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz. Üstelik, her aydının yaşadığı yanlış anlaşılmayı sadece sevmeyenleri değil sevenleri tarafından da yaşaması olayı çok daha şiirsel bir hale getiriyor. Cihangir neslinin ahlaki zayıflıklarını Hayyam'a dayandırmasını Hayyam seneler önce görmüş...
Kafamda canlandırdığım adamın hayatı film olmalı. O, Hassan Sabbah ve Nizamül-Mülk'ün eski arkadaş oldukları iddiası da güzel bir hikayeye neden oluyor (Semerkant). Üçünün de hayatı sonradan çok değişiyor, aynı okuldan çıkıp çok farklı yollara giriyor. Tabi bir kısım bunun da doğru bir bilgi olmadığını söylüyor ama doğru olmasa bile güzel bir hikaye. Hayyam da hüthiş bir karakter. Hatta Karayip Korsanları'ndaki gözüne sürme çeken ve ıssız bir gecede güzel bir kadınla rom içen Johnny Depp, ona tam uyar....
Hayyam'ın bu nedenle olsa gerek, bal ve şarapla dolu cennet için, ödül ve ceza için inancını şekillendiren zihniyete karşı bir duruşu var. Tanrıyı arama kavgası ise kendi benliğinde senelerce devam etmiş sanki.
Dün özledim de seni coştum birden bire;
Çıktım senin yerin dedikleri göklere.
Bir ses yükseldi ta yukarda, yıldızlardan:
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!
Bakara Suresi'ni 10 senede tam şekliyle anlayıp hayatına geçirebilen Hz. Ömer'in düşüncesinden çok fazla farkı yoktur sanki... Bunun nedeni de büyük ihtamalle bilim adamı olmasından kaynaklanıyor. Gökle, yıldızlarla, matematikle uğaraşan bir adamın sorgusuz sualsiz bir kabullenme içine gireceğini düşünmek saçma olurdu. Bu arada bu konuda da bazı soru işaretleri var. İran kaynakları, Hayyam'ın şair, aynı dönemde yaşamış Hayyami adındaki birinin bilim adamı olduğunu söyler. (Ya da tam tersiydi emin olamadım şu an)
Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka.
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye:
Bir şey daha var bütün yaptıklarından başka
Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar
Gelir giderler, dünyayı bezer dururlar;
Göklerin eteğinde, toprağın koynunda
Doğdukça doğacak daha neler neler var.
Bildiklerimiz az... Sadece birkaç tane dörtlük var, onların da hangisinin aynı kişiye ait olduğu belli değil. Yine de önemli sözler var. Düşünmek, sorgulamak, anlamak, varlık nedenini araştırmak... İnsana bir yandan feyz verirken, diğer yandan da bizim acizliğimiz öne çıkıyor. 2014 yılında, bu imkan ve teknoloji çağında aslında dünyadaki yerimize, misyonumuza, ne kadar boş ve bilinçsiz baktığımızı fark ediyoruz. Büyük şehirlerde, yüksek binaların arasında inançlı olmak da ateist olmak da sadece çevre dayatması, başka bir şey değil. Doğaya çıkmadan, ıssız çöllerde gezmeden, gece ateş yakıp sabahlamadan, bilmediğin kasabalara gidip bilmediğin insanlarla konuşmadan hayatın anlamını, nerede olduğunu çözemesin. Hayyam'a olan hayranlığımın asıl nedeni biraz da bu, ne içtiği şarap ne de hafif isyankar ve cesur söylemleri...
Aradan 800 küsür yıl geçince, tasvir edilen insan, zihnimizde canlanan adam çok farklı olabiliyor. Okudukça, hayatı hakkında bir şeyler öğrendikçe ilginç bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz. Üstelik, her aydının yaşadığı yanlış anlaşılmayı sadece sevmeyenleri değil sevenleri tarafından da yaşaması olayı çok daha şiirsel bir hale getiriyor. Cihangir neslinin ahlaki zayıflıklarını Hayyam'a dayandırmasını Hayyam seneler önce görmüş...
Kafamda canlandırdığım adamın hayatı film olmalı. O, Hassan Sabbah ve Nizamül-Mülk'ün eski arkadaş oldukları iddiası da güzel bir hikayeye neden oluyor (Semerkant). Üçünün de hayatı sonradan çok değişiyor, aynı okuldan çıkıp çok farklı yollara giriyor. Tabi bir kısım bunun da doğru bir bilgi olmadığını söylüyor ama doğru olmasa bile güzel bir hikaye. Hayyam da hüthiş bir karakter. Hatta Karayip Korsanları'ndaki gözüne sürme çeken ve ıssız bir gecede güzel bir kadınla rom içen Johnny Depp, ona tam uyar....
Yazı çok uzun duruyor ama bilgim çok az. Biraz daha okumam, biraz daha özümsemek gerek. Fakat heyecan verici... Şarabı, güzelleri, içtikleri, yedikleri onun olsun; kapılması gereken başka bir hikaye var burada...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder