Bilmiyorum ya çok normal ya da kapatılmalıyız.
"Ulan Tolunay amma yaşlanmış yaaa" ya da "Bana doktor değil Hakan Kutlu'yu getirin" temalı yazılar yazmaya niyetleniyorum. Konuya giriş şeklim hep eskilerden. Birden kendimi nostalji yaparken buluyorum. Yine öyle oldu. Derbi-erteleme-dostluk-yarı yarıya oynansın- tarihi fırsat tarzı bir şeyler planlıyordum, yine bilinçaltımızı dipsiz bir kuyuda bulduk.
Ev telefonlarını aktif bir şekilde kullandığımız, ezberden numara çevirdiğimiz, telefonların 'acı acı' titrediği değil 'çaldığı' Altın Rehber'li yıllar...
'Medya' kelimesi yerine 'Basın' daha sık kullanılıyor, gazete adresleri 'Towers' değil 'Cağaloğlu/İstanbul' olarak diye geçiyor falan filan..
Basın emekçileri de "X kent, Z konakları, Y City" gibi 20 yıl önce şehir dışı olan, şimdi ise Tem'e/3.köprüye/Hacıosman Metrosu'na 5 dakika mesafede olan, eski orman, yeni atın cinsel organına konmuş Kelebek Konutları'nda oturmuyorlardı.
Pazar günleri de berberlerin en kalabalık olduğu günlerdi. Pazartesi günleri saçlar 3 numara, pırıl pırıl okula gitmemiz gerekiyordu çünkü. Öztürk Pekin'in sesinin fon müziği oluşturduğu dükkana birden ünlü bir gazeteci girdi. Semte yakın olduğunu duyardık ama şehir efsanesi gibi gelirdi. Sırada bekleyenler vardı ama Herşey Güzel Çok Güzel Olacak filminde ki "Size sıra olur mu Tolga Bey" repliği misali tüm bebelerin sırası kaymıştı otomatikman. Hani bankada beklerken, o altın renkli kartla gelip 20938 sıra öne geçen değerli/hatırlı müşteriler gibi.
"Estağfurullah" diyip "Çocuklar traşını olsun, ödevleri vardır" gibilerinden bir mütevazı cümle kullandı. Amaç çok netti, biraz goygoy yapıp, halkın nabzını ölçmek. Büyük-küçük tansiyon misali.
Futbol muhabbeti başladı sonra, çocuğun yanında küfürlü konuşmalar falan. O zamanın küfürleri de yaratıcı ve daha az ana-avrat içeriyordu. organa koymak bugünkü gibi ünlem-şaşırma cümlesi haline gelmemişti.
Bir akil adam şunu sormuştu: "Hocam siz bu kadar büyük bir üstadsınız, kitaplarınız, yazılarınız, açık oturumlarda izliyoruz, böyle ortamlarda hiç umutsuzluğa düşmüyor musunuz?"
O gün verdiği cevabı düşüneyim diye mavi ekran verdi bilinçaltım. "Bizler de buradan besleniyoruz" gibilerinden bir sosyal mesaj vermişti.
İçinde ara ara benim de dahil olup, çıktığım bir güruh var. Trajedilerin, futbolun bu vahşi ve kör fanatik ortamının dağılması için önayak olacağına inanan romantikler.
"Derbi yarıya yarıya oynansın"
"Karışık oturulsun"
"İki takımda milli takım formasıyla çıksın"
"Son maçta boğazlarını kesme hareketi yapan iki oyuncu orta sahada çifte kurbanlar keserek helalleşsin, kavurması taraftara dağıtılsın"
"Maça sadece çocuklar alınsın"
"Maça sadece şehit çocukları alınsın"
"Maça sadece Suriyeli çocuklar alınsın"
"Maça sadece mülteciler alınsın"
....
....
Abarttım ama başlarda kulağa çok hoş geliyor. "Ulan harbi olur mu" falan diye gaza geliyor insan. 2 gün ya sadece 2 gün. Sonra yine eskiye dönüyoruz.
İnce görüyoruz , "Şuraya keşke şunun adını verseler", "Bugün şunun ölüm yıldönümü keşke zorlama pankartlar yerine O'na ithaf edilse bu maç ", "TFF 87.Dönem Saymanı için saygı duruşu" yerine "Merhum Tribün Liderleri" için saygı duruşları yapılsa...
Dj Tiesto yerine Hakan Peker çalsa. Gomez ile Kuntz yan yana fotoğraf çektirse..
"Kadıköy'e ineyim , Socrates'i de oradan alırım"lar minik şımarıklık kalıyor "Aziz Yıldırım maçı erteletmiş" tartışmaları yanında..
Görselde bulunan alıntıdan yola çıkıp bitirelim. Grange, imza için Erenköy D&R'a gelir Türkiye'de kitapları Top 10'da iken. Kurtlar Vadisi'nin ortalığı yıkıp geçtiği yıllar, "Kurtlar İmparatorluğu" kitabı yeni çıkmış. Arabadan biraz geride inmek ister. Hem atmosferi koklayacak hem de haftasonu kronik Cadde trafiğinden biraz kurtulacaktır. Yolda korsan kitap tezgahında kendi kitaplarını görür. Çok etkilenir. "Müthiş bir görüntü, sokaklarda bile kitap satılıyor, ne güzel okumayı seven bir toplum" der yayınevi yetkilisine.
Semt mini etek gibidir...(Emk.Alb. Ali Ferdison - Ethem Efendi Caddesi İstikrar Apt. Yöneticisi)
Yazan: Refet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder