"Çok çılgınız, çok olaylıyız, çok komiğiz... Neler yaşıyoruz be abi? Offf ne hayat..."
Çevrenizde denk gelmişsinizdir böyle karakterlere. Onları aynı torbaya atıp sınıflandırmak mümkün. Fakat buna müsaade etmezler. Onlar kendilerinin herkesten farklı olduğunu hisseder ve herkese de öyle hissettirmeye çalışır. Aslında sayıca çok fazla olmalarına rağmen, bunun farkında değillerdir.
Marjinal olan ve hatta marjinal olmaya çalışan insanlardan da bahsetmiyorum. Tam tersi, bulunduğu şehre, ortama, iş yerine, ait olduğu sınıfa uygun hareket edip bunun kendilerine özgü olduğunu zannedenler...
Çok mu sert girdim? Biz Böyleyiz'i izleyince insan biraz sinirleniyor. Fakat bu durum, ne oradaki karakterlerin ne de o karakterlere can veren oyuncuların suçu. Gerçi o oyunculardan biri (Berrak Tüzünataç), aynı zamanda filmin senaryo ekibinde. Belki onu ayırmak mümkün.
Aslında elimizde sıcak bir öykü var. Çocukluk ve gençlik döneminde beraber yaz tatilleri geçiren arkadaşları hayat bir yana savurmuştur. Yıllar sonra biraz mecburiyet dolayısıyla yeniden o tatil beldesinde bir araya gelirler. Benim de çok yakında bildiğim, hissettiğim bir hikaye. Buradan çok sıcak bir film çıkabilirdi. Yeter ki devamı gelebilseydi...
Devamı gelmiyor. Tam da burada tıkanıyoruz. Her filmde öykü önemli değildir. "Bunun sonunda ne olacak" dürtüsü, benim tek motivasyonum değil. Her öykü ilerlemek zorunda değil ama bu kadar kalabalık bir grubun hayatına dikiz yapıyorsak, en azından o karakterlerin özgün ve ilgi çekici olması lazım. Derinleştirilmeli. Geçmişleri, ilişkileri daha iyi yansıtılmalı.
Tıpkı yukarıda bahsettiğim prototip gibi, buradaki karakterler de "biz böyleyiz" diyor ama onu detaylandırmayı başaramıyor. Karakterler, birçok etiketin yapıştırılmasıyla oluşması. Birine şundan verelim, diğerine bundan katalım. Üstelik 'bu-şu' dediğimiz etiketler de daha çok sosyal medyadaki atmosferden beslenerek yaratılmış. Instagram'ı çılgın anlarını fotoğraflamak için, Twitter'ı sosyal konulara duyarlı olduğunu göstermek için kullanan kişilere bakılmış. Yani filmdeki karakterler, gerçek hayattaki karakterlerin sosyal medyaya yansıyan halinden ibaret. Yanı sıcak bir öykü, sahte karakterlerle doldurulmuş.
Geçtiğimiz günlerde Melikşah Altuntaş, yeni çekilecek Recep İvedik filminin haberini paylaşıp "sol kolum uyuştu" yazdığında çok eleştirildi. Sonrasında kendini biraz daha iyi ifade edebildi ama ok yayda çıkmıştı.
Recep İvedik gerçekten hoş bir karakter değil. Peki gerçek mi? Mizah dozu sebebiyle abartılmasına rağmen sonuna kadar gerçek. Hatta çevresindekiler de... Gökbakar'ın karakter tahlilindeki başarısını "Dikkat Şahan Çıkabilir"den beri biliyoruz. Yaptığı işlerin kalitesi, bundan ayrı değerlendirilebilir. Gerçi İvedik serisinin hiçbir filmini tamamen izlemedim ama sahne sahne izleyince bile bir şey yakalamak mümkün. Zaten filmlerin öyle bir bütünlüğü de yok. O nedenle de tamamen izleyince de çok büyük övgüler düzeceğimi de sanmıyorum.
Fakat Biz Böyleyiz gibi bir çalışmayı piyasaya sunduktan sonra, İvedik için kol uyuşturmak da çok hakkaniyetli değil. Zira İvedik ne kadar gerçek ve gerçek olduğu için rahatsız edici olsa da iyi çizilmiş bir karakter. Biz Böyleyiz ise tamamen yapay karakterler üzerinden ilerliyor. Üstelik o yapay karakterlerin bir eleştirisi de yok. Tam tersi bu yapaylığın normal olduğunu zannediyor. Normalleştirme çabası bile yok. Ekibin normali bu... Onlar böyle ama biz de onlara çok yabancı kalıyoruz.
Recep İvedik serisi üçüncü sınıf oyunculara çekildi neredeyse. Biz Böyleyiz ise çok iyi oyunculara sahip. Çok da iyi oynuyorlar. Hümeyra ve Boran Kuzum benim listemde zirveyi paylaştılar. Bu arada liseden arkadaşım Cihan Ayger'i görmek de enteresan oldu. Hiç beklemiyordum kendisini. Yönetmen Caner Özyurtlu'dan da memnunum. Hatta filmin genelini çakma bir Ferzan Özpetek filmi olarak nitelendirmem mümkün. Özpetek ile benzerlik kurmamı sağlayan yönetmenin renklerle mücadelesi ve çok sayıda karakterin oturup beraber zaman geçirmesi. Çakma kısmı ise olmamış karakterlerden dolayı. Delirmiş çılgın Emre (Berrak Tüzünataç), depresif duyarcı Efsun (Özge Özpirinççi), içi geçmiş ve gelenekçi bir kadına dönüşmüş Dolunay (Şebnem Bozoklu), kararsız korkak erkek Gökçe (Engin Öztürk).... Sıkıldık sizden. Haliyle filmden de...
Bir de bu kadar 85-86, hatta 90'lara uzanan jenerasyondan oyuncunun arasına ve o yaş grubunu analatan filme 1979 doğumlu Şebnem Bozoklu'yu koymak da nasıl bir akıl tutulmasıdır. Daha da ilginci, film boyunca ortalarda olan, süre olarak baya öne çıkan Burak Altay'a sadece 2-3 replik yazmak neydiı? Sanki emaneten araya konmuş bir karakter gibi... Eşinin yanında pasif kalan erkek karakter çizmek için bu kadar kolaya kaçmamak lazımdı sanki.
Bu arada bir film sitesindeki yorumu çok beğendim: Samimi ve gerçek arkadaşlıkların hikâyesiyle yakaladığı sıcaklığı atmosferinin ferahlığıyla destekleyen film, yapısal anlamda daha fazla derinliğe ihtiyaç duyuyor. diyor. Benim yukarıda uzun uzun anlattığımı kısaca ve kalp kırmadan anlatmış. Özendim. Keşke ben de sinema filmlerini böyle yorumlayabilsem. Tribünden gelip futbol yazan biri olarak, fazla bodoslama giriyoruz. Neyse, biz de böyleyiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder