Müzik dinleme alışkanlığım yıllar içinde nasıl değişti hayret ediyorum.
Lise ve üniversite yıllarında ve biraz daha sonrasında radyo benim için vazgeçilmez bir araçtı. Tabi ki kasetler, CD'ler, walkman'ler, mp3 player'ler, araba teypleri de vardı ama radyo bambaşkaydı...
Müzik zevkim değişmedi ama yavaş yavaş dünya değişti. Benim radyo dinlediğim yıllar bile 2000'lerin orasıydı ve radyo birçok insana artık demode geliyordu. O demode görünen mecrayı bile içselleştirdiğime göre bundan sonra bir değişime uğramam imkansızdı. Böyle düşünüyordum ama değişime direnmek imkansızdır.
Önce ben iş hayatına girdim, sonra da hayatıma Youtube girdi. Bir ofis ortamında çalışırken radyo açıp müzik dinlemek çok pratik değildi. Fakat fırsat buldukça kendi radyomu kurabilirdim. Youtube benim için yeni bir radyoydu.
İnsanlar fizy, sonradan Spotify ve daha birçok mecradan müzik dinlerken ben Youtube'da düzenimi kurmuştum. O sağ tarafta önerilen videolardan ne şarkılar keşfettim... Benim için vizontele gibiydi, radyonun resimlisi. Tüm sevdiğim şarkıları dinliyor, yenilerini keşfediyor ve bir yandan da kliplerini izliyordum. Alttaki yorumlar ve tartışmalar da çok enteresandı. ABD'de çıkmış İngilizce bir şarkının altında Türk-Yunan tartışmasına denk gelebiliyordum ve bu bana gayet komik gözüküyordu.
O günlerde Radyo Eksen çıktı artık hayatımdan. Eksikliğini de hissetmedim. Esas olan hedefti, aracı olan kurum çok önemli değildi. "Herhalde" diyordum kendi kendime, "ölene kadar devamlı Youtube'dan müzik dinlerim"
Bu dediğim süreç çok uzun sürdü. 2017'lerde, 2018'lerde canım sevgilimi Youtube'dan açtığım şarkılarla tavlıyordum. Canı müzik dinlemek çektiğinde, benim müzik zevkime çok güvendiği için telefonumu bana uzatır ve "Hadi bir iki şarkı aç" derdi.
Öyle zamanlarda radyonun ve Youtube'un sağ tarafının getirdiği doğaçlamalık kayboluyordu ama olsun. İpleri elime alıyordum. Neyse ki teknolojinin algoritması bizi kurtarıyordu. Youtube'u açtığım anda zaten sevdiğim şarkılar en önde çıkıyordu. Gayet kolay bir DJ'lik serüveni oluyordu..
Tam o yıllarda hayatım değişmeye başladı. Radikal değişimler değildi ama gündelik hayat pratiğimde ufak oynamalar yaşandı. Önce freelance çalışmaya başladım. Artık bir ofise gitmez olmuştum. Üstüne de pandemi geldi. Dönem dönem çalışmaz bile oldum. Müzik dinleyecek daha çok zaman gibi dursa da öyle olmadı. Eğer laptop'u açmıyorsam Youtube'da girmiyordum. Laptop'u açıp çalışmaya başladığım anlarda da televizyonda spor kanallarını açıyordum. Aslında artık geçmiş zaman kullanmamam da gerekmiyor, zira şu anda da öyle...
Müziği sadece günün belirli saatlerine dinliyorum. Koşuya çıktığımda veya bisiklete bindiğimde emektar mp3 player'ımı (Onu da 12 sene önce Zafer'den 75 liraya satın almıştım) yanıma alıyorum. Mp3 player'daki hafıza belli, şarkılar belli. Listeyi güncellemekle uğraşacak biri de olmadığım için yaklaşık 4 yıldır neredeyse aynı şarkıları dinliyorum.
Zaman zaman sınırların dışına çıkıyordum. Eğer evden çıkıp uzun bir yol gideceksem (en az 45 dakika) ve telefonun sarjı yeterliyse, telefondan radyoyu açıyordum. Fakat orada da eski dostum Eksen'e sabitlenmiyordum. Her radyoya uğruyordum. Fakat pandemi ile beraber sokağa çıkışlar da azaldığı için bu durum da devam etmedi. Son 2 senede sadece üç kere Kadıköy'den Avrupa Yakası'na geçmiş biriydim. 45 dakikalık yolculuklar hayatımdan çıkalı çok oldu.
Uzun uzun yazdım ama sanmayın ki bu yazıyı kafamda uzun süre kurguladım. Bu değişimler devamlı kafamı kurcalamıyordu. Farkında bile değildim. Her şey bir anda oldu.
Sık müzik dinleyenlerin hobisine dair en sevdiği özelliğidir; bir şarkı duyar ve bir anda kendi hayatında 'flaschbackler patlatır. "Anısı var kardeşim" der ve hislenir. Hislendikçe çorap söküğü gibi arka arkaya ampuller patlar kafasında.
İşte standart bir günün standart bir anında benim de başıma gelen buydu. Bir anda karşıma Moonlight Shadow çıktı.
Sene 2002'ler, 2003ler, 2004'ler.. Üniversitedeki ilk yıllarımız... O günlerde düştü hayatımıza 1989 çıkışlı bu şarkı. İlk zamanlarda şarkının adını da bilmiyorduk, söyleyenini de. Hatta şarkının sahibini kadın sanıyorduk haliyle. Zafer ile o birbirimizi çaldırdığımız dönemde girmişti hayatımıza bu şarkı.
Önce şarkının ismini bulduk. Sonra söyleyeni (Maggie Reilly) veya sahibini (Mike Oldfield). Sonra yeni yeni aşina olduğumuz internet sayesinde şarkıyı bilgisayarlarımıza indirdik, hâlâ evin bir köşesinde duran ve hiçbir işe yaramayan dolu dolu içerikli CD'lere yükledik. Moonlight Shadow tek değildi. Forever J, Lollobrigida, James şarkıları, You Are ve çok daha fazlası... Az bilinen, az bulunan güzel şarkılar.
O zamanlar İngilizcemiz de çok yetersizdi. Şarkıları dinlerken ne dediklerini anlamıyorduk. Ben Moonlight Shadow'un pozitif, mutluluk dolu bir şarkı olduğunu sanıyordum mesela. Oysa trajik ve kanlı bir içeriği varmış. Olsun; biz zaten kafamızda sözler yazmıştık kendi çapımızda. Yani birden çok dize üretmemiştik ama moonlight ve shadow kelimeleri ile melodinin verdiği hislerden yola çıkarak "Şöyle bir şey anlatıyor olsa gerek" diyerek sınıflandırmıştık. Hatta klibine denk gelmem bile çok sonra olmuştu. Tam radyodan Youtube'a geçiş zamanları işte.. Klibi ilk kez 2009 yılında izlediğimi basit bir Twitter araştırmasıyla hatırladım. Üzülmüştüm, zira kafamdaki klip başkaydı.
O yıllarda "Herhalde" diyordum, "Ölene kadar devamlı Moonlight Shadow dinlerim"
Standart bir günün standart bir anında karşıma Moonlight Shadow çıkınca şok oldum. İki ihtimal vardı; ya ben ölmüştüm haberim yoktu, ya da ben tüm zevklerimi geride bırakmıştım ve ondan da haberim yoktu.
Youtuba'a girdim hemen. Moonlight Shadow'u uzun bir aradan sonra hakkını vererek dinlemem gerekiyordu. Arama butonuna yazmadan önce Youtube'un algoritması sayesinde bana sunduklarına baktım. Ruşen Çakır'dan Benekli Ayhan'a, Kukla Kabare'den Rusya Ligi maç özetlerine, Yargı fragmanından Sırrı Süreyya Önder'in meclis konuşmalarına kadar envai çeşit içerik vardı. Fakat doğru dürüst bir müzik videosu yoktu ortalarda.
Tamam mecralar değişebilirdi. Bunu ömrüm boyunca defalarca yaşamıştım. Fakat en azından yol arkadaşlarım baki kalmalıydı. Öyle sanıyordum.
Üstelik bir anlık aydınlanmayla o pratiği değiştirebilecek gibi durmuyorum. Ne yapacağım şimdi; mesai harcar gibi her gün belli saatlerde müzik mi dinleyeceğim? Oysa eskiden hiç böyle bir çabam olmamıştı. Hayatın içinde var olan, zorlamaya gerek kalmayan bir etkinlikti o. Güzelliği de oradaydı.
Aklıma direkt babam ve arkadaşları geldi. Ben küçükken onların sohbetlerini dinlerdim. Evlerde ve sokaklarda gördüğüm o ağır oturaklı profiller, birbirleriyle sohbet ettiklerinde geçmişe dair izler veriyor ve şaşırıyordum. 80'lerde tuttuğu takımın her maçına gidenler, gençliğinde rock dinleyenler, bir zamanlar çapkın olanlar, o dönemin imkanlarıyla gençliğinde Türkiye'yi gezenler. Bizim evin salonundan hepsi daha farlı gözüküyordu oysa. Ve şimdi ben de o salonun diğer tarafındaydım artık.
3 dakika 42 saniye sürdü Moonlight Shadow'u dinlemem. Bitince "Acaba" dedim, "Ölene kadar daha neleri kaybedeceğim?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder