Çarşamba, Temmuz 20

Druk

 


Mads Mikelsen, Thomas Vinterberg ve Tobias Lindholm üçlüsünün bir araya geldiği Jagten, izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Fakat 2014 senesinde Oscar adayı olduğunda, çok daha fazla sevdiğim bir filme kapışmak zorunda kalmış (La Grande Bellezza) ve kaybetmişti.

2020 yılında bu üçlü Druk isimli bir film vizyona sunduğunda ve devamında Oscar kazandığında çok heyecanlandım. Fakat sanırım bol bol övgü alan bu filmin kazanmasının esas nedeni, pandemi senesinin getirdiği kıtlıktı. Zira ben filme pek ısınamadım.

Aslında çok Danimarka filmiydi. Ekip; Danimarka'ya has bir sorunu (gençlerin alkol tüketimi Avrupa ortalamasının iki katı üzerinde), sık alkol tüketimini gözler önüne seriyordu. Bunun için de orta yaşa gelen, gençliklerindeki beklentilerinin uzağında kaldığını fark eden dört lise öğretmenine, en çok da Mikelsen'in muhteşem oyunculuğundan güç alarak Martin'e odaklanıyordu.

Bir orta yaş krizi anlatması beni yakalamaştı aslında. Henüz orta yaşa girdiğimi kabul etmesem de ve bir kriz yaşamadığımı iddia etsem de; hayatın herhangi bir virajında varoluşsal sıkıntılar yaşayan ve bundan çıkmaya çalışan (hatta çıkmamak için direnen) karakterlerin hikayesini kendime yakın bulurum. Zira hepimiz bu yoldan geçtik veya geçeceğiz.

Fakat Drunk, baş role orta yaşı değil alkolü alıyor. Bu dört öğretmen, kendi aralarında yaptığı bir konuşmadan sonra, gün içinde kanda belli miktarda alkol tutmanın faydalı olacağını iddia ediyorlar. Birbirlerine gaz veriyorlar. Sonrasında alkole düşüyorlar. Okula içki içilmiş şekilde gelerek başlayan günlerin ardından, sarhoş girilen dersler başlıyor. Olayın 'suyu' çıkıyor. İlk başta kendilerine müthiş bir özgüven ve üretkenlik veren deney, zamanla yeni sorunlar doğurmaya başlıyor.

İki kısım da beni tatmin etmedi. İlk kısımdaki alkole övgü, beni yakalamadı. "Alkol abi ya, içmeden duramam" diyen biri olmadığım için, bir çıkış yolunu buraya bağlamak; hatta bunu bir güzelleme boyutuna getirmek çok "ergence" kaldı. Tabi ki karakterlerimizin gençlik günlerine duydukları özlem, bunu doğal kılabilirdi. Fakat film sanki bu kısmın üzerinde çok fazla durdu.

Aslında rahatsız edici değildi ama kötü bir gençlik filminde sıkışmış gibi hissettim. Bu arada karakterlerimizin alkolün dibine düşmesine neden olan problemlerine (iş, özel hayat vs) saygım sonsuz olsa da tam bu esnada (Şubat 2022) biz pandemiden çıkamaya çalışan, ekonomik krizle sarsılan, devamlı dolar kuruna bakan, işsizliğin arttığı ve hemen kuzeyinde ve güneyinde iki savaşın arasında kalmış bir ülkede yaşıyorduk. Adamların sadece tükettikleri içkilerin fiyatlarını hesaplamaya başlasak kıskançlık geçirecekken, onların varoluşsal problemlerine eşlik etmekte çok zorlandık.

Daha sonrasında bu sefer yönetmen ve senaristimiz; alkolün fazla da kaçmaması gerektiğini ima eden bir finale soktu bizi. Ana fikirde bir sıkıntımız yok ama bu mesaj kaygısı da fazla yapay geldi.

Film boyunca düştüğümüz konum, Martin'in eşinin "Bu ülkede zaten her şey içiyor" repliğiyle benzerdi. Zaten film de yukarıda bahsettiğimiz gibi, çok Danimarka işiydi. Biz biraz yabancı kaldık. Aslında Jagten ile Druk arasında bir ortak nokta yakalarsak; ikisi de toplumdaki bir problemi çok net bir şekilde anlatmış. Jagten bizim topluma çok uyan bir derdi önümüzde getirdiği için bizi yakaladı. Druk ise biraz geride kaldı. Ekibin kendi toplumuna bu kadar duyarlı olması da oldukça değerli tabi.

Zaten tam anlamıyla kötü bir filmden bahsedemeyiz. Oscar almış bir Avrupa filmine burun kıvırmak mümkün değil. Kıt bir senede karşımıza bir ürün çıkardıkları için teşekkür de ederiz. Üstelik çok iyi müzikler ve harika bir sonla duygularımızı kabartmayı ve olumsuz düşüncelerimizi köreltmeyi de başardılar. Fakat yine de izlerken beklentileri çok fazla yükseltmemek lazım.

Ayrıca atlamamamız gereken ve bizi iyi hissettiren detaylar mevcut. Öğretmenlerin, alkol aldıktan sonra öğrencileriyle kurduğu ilişkiler ve o ilişkileri anlattıkları sahneler güzeldi. Üç adaylı seçim metaforu veya futbol oynamaya çalışan gözlüklü çocuk gibi hikayeler filme anlam katan ve puan yükselten etkenlerdi.

Diğer yandan filmdeki en acı tarafı da en sonda öğrendik. Filmin çekimlerine başlamadan önce, yönetmenin kızı Ida'nın bir trafik kazansında öldüğünü ve filmin ona ithaf edildiğini öğrendik. Diyecek laf yok. Böyle bir acıdan sonra filmin çekimlerine başlanması, devam edilmesi ve ortaya böyle bir iş çıkarılması inanılmaz. Belki de bu sayede film sadece "alkol" anlatan bir öyküde kalmamış, "hayata dahil olma" kısmını da eklemiş olabilir.

Kaderin cilvesi; 2014'te (Jagten'den bir sene sonra) aynı ödülü (Yabancı dilde en iyi film) kazanan filmin adı da Ida'ydı.

Hiç yorum yok: