Perşembe, Temmuz 14

Suburbicon

Suburbicon, sinemaya son yıllarda çok büyük katkılar vermiş ve birçok yerde ödüller kazanmış isimlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış. Buna rağmen benim böyle bir filmden hiç haberim yoktu. Gözden kaçmış. Hatta filmi denk gelerek izlemeye başladığımda yönetmen ve senaristlerden bile haberim yoktu. Başrollerdeki Matt Damon ve Julianne Moore, yeterli referansı sağlıyordu.

Bu 'bilgisizlikle' oturduğum koltukta filmi izlerken "Ne kadar Coen tarzı bir film" dedim kendi kendime. Sonradan öğrendim ki senaryo ekibinde onlar varmış zaten. Fakat tek başlarına değiller. Yönetmen George Clooney de kağıda birkaç satır yazıyor. Ayrıca Grant Heslov da var.

Belki de tüm bu isimlerin bir araya gelmesi beklentiyi yükseltmiş olabilir. Zira birçok sinema sitesinde verilen düşük puanlar beni bir hayli şaşırttı. Bu bilgilere vakıf olmadan izlediğim için ise ben büyük bir tatminsizlik yaşamadık. Hatta filmi beğendiğimi de söyleyebilirim. 

Tabi ki eksikler var. Ve bence bunun nedeni kadronun çok geniş olması. Ekşi Sözlük'te film hakkında girilmiş (ya da şu an bulunan) en eski post 2006 yılına ait. Bir komedi filmi olarak hazırlıklara başlandığı yazıyor orada. 2017 yılında ise bambaşka bir film önümüze gelmiş. Yani bu kadar kişinin dahil olduğu, değiştirdiği, üzerinde oynadığı bir projede bazı tutarsızlıkların, kopuklukların ve dağınıklıkların olması kaçınılmazdı. Hatta film çekildikten sonra bile, Josh Brolin'ın canlandırdığı bir karakterin sahneleri fazla komik olduğu için kurguda çıkarılmış. Böyle enteresan bir proje işte...

2006 yılında kağıda düşen ama 2017'de hayata geçirilen filme eklenen esas parça ise 'beyaz' mahalleye taşınan ve istenmeyen afro-amerikalı ailenin hikayesi olmuş (gerçek bir olaydan alınmış). Bu da 2017 ABD'sinin politik durumuyla ilintili olsa gerek. Bu anlatıya, o zamanlar (Trump'ın seçilme dönemi) hemen herkesin yaptığı gibi başvuran ekip aslında ister istemez kendisinin tökezlemesine neden olmuş. Hangi hikayeyi merkeze aldığımızı şaşırdığımız bir ilk yarıdan sonra ancak toparlıyoruz. Fakat sonunda da iki ayrı hikayenin klas bir şekilde bağlandığını düşünüyorum.

Bazı yorumlar, bu bağlantının 'yapay' olduğundan yakınmış. Benim ise hoşuma gitti. "Siz mahallenize zarar vereceğinizi düşünen azınlıklar için yaygara koparırken, hemen yan blokta türlü suç dosyalarına rahmet okutacak bir hikaye yazılıyor" denmiş adeta. Aslında bu açıdan Tarantino'nun Once Upon a Time in Hollywood filmini de andırdığını söyleyebilirim. Zaten filmdeki şiddet unsuru da Tarantino'yu aratmıyordu. 

Bütüne baktığımızda karşımızda kötü bir film yok. Oyuncular zaten çok iyi iş çıkarmış. Matt Damon, donuk bir adama çok iyi can vermiş. Julianne Moore, farklı karakterdeki ikiz kardeşleri o kadar iyi oynamış ki ben birinin başka bir oyuncu olduğunu düşünmeye başlamıştım. Öte yandan filmde çok kısa gözüken Oscar Isaac, kendisine verilen şansı çok iyi kullanmış. Bir yandan da George Clooney'i andırıyordu.

Tüm  bu isimlerin geçmişleri; bu filmde onlara yük olarak geri dönmüş. Beklentilerden uzak kalınca dikkat çekecek bir filmdi oysa. Bir Fargo, bir Barton Fink veya diğerleri gibi değil. Fakat zaten olmasına da gerek yok. Bazen, bazı isimlerin daha düşük kalitede işler çıkarmasına izin vermeliyiz. Eleştirirken de realist olmak gerek. 

Ben insanların büyük bir kısmının çok fazla 'kötü' film izlemediğini düşünüyorum. Haklılar da. Zaman değerli ve izlenecek filme karar verme anı tek atımlık kurşun gibi.  O nedenle referansları en güçlü, ekibi ışıltılı, yorumları olumlu filmlere akıyorlar. Aksi olduğunda da çok eleştiriyorlar. Fakat piyasada o kadar çok kötü film var ki... 

Keşke izlediğim filmlerin en azından yüzden 80'i Suburbicon kalitesine yakın olsaydı.

Hiç yorum yok: