Çarşamba, Temmuz 13

Yeni Sergen Yeni Alman

Geçen sezonun özellikle ikinci yarısında Süper Lig'e iyice adım atan ve tüm ülkeye heyecan katan iki futbolcu var. Biri Fenerbahçe'den Arda Güler, diğeri Beşiktaş'tan Emirhan İlkhan... İkisi de yetenekli, genç ve yaşlarına göre çok olgun futbol oynuyorlar. İnsanlar onları sevdi. En basit futbol izleyicisi bile onlardaki yeteneği görebilir zaten. Fakat yeteneklerini tam olarak analiz edebilmek ve biraz da geçmişi hatırlamak herkese nasip olmaz.

Mütevazı olmayacağız; bu noktada sazı elimize alabiliriz...

Ezber yorumlar ülkemizin geleneğidir. Bir oyuncu Galatasaray formasıyla çıkarsa "yeni Hagi", Fenerbahçe formasıyla çıkarsa "yeni Alex", Beşiktaş formasıyla çıkarsa "yeni Sergen" olarak gösterilir. Eğer hücuma yönelik bir oyuncuysa, ne oynadığı önemli değildir artık. Onlar; budur! 

Oysa adı geçen üç efsane de birbirinden farklı oyunculardı. Daha da önemlisi çıkan oyuncular da yetenekli olmalarına rağmen onlardan farklı olabilir; ki öyle de oluyor zaten...

Arda'dan başlayalım. Arda, Fenerbahçe'den yetiştiği için taraftarlar ona hemen "yeni Alex" dedi. Onların, çıkan her oyuncudan bir Alex coşkusu beklemesi gayet normal. Alex'in yaşattıklarını yaşatması için, bire bir ona benzemesine gerek yok zaten. Taraftar için bakış açısı romantizm sosludur. Onu kaybederse, tutkunun anlamı kaybolur. Fakat bu romantizme basın da çok rahat eşlik etti. Belki kolayına gelmiştir. Fakat Arda gerçekten Alex mi?

Bence değil. Her ne kadar Alex'in futbola adım attığı yılları bilmesek de izlediğimiz dönemden kafamızda bir model oluşmuş durumda. Alex, klasik 10 numaradan daha çok ceza sahasına giren, daha çok gol atan, neredeyse ikinci forvete dönüşebilen (hatta gol kralı olan), çok hareketli olmayan ama aslında çok hızlı hareket eden ve çok hızlı düşünen bir oyuncuydu. Bir de Brezilyalı olmasının etkisiyle çok çok yetenekliydi. Saf yeteneği üst düzeydeydi.

Arda ileride böyle bir oyuncuya dönüşebilir mi? Hiç belli olmaz. Önü açık, yolu uzun. Savunmanın önündeki bir oyun kurucu orta sahaya da dönüşebilir; Alex gibi gol kralı da olabilir, iki bölgenin arasında hükümdarlık da kurabilir. Kimse bilemez geleceği. Fakat karşımıza çıkan hali Alex'ten çok Sergen Yalçın'ın ilk çıkışına benziyor.

Sergen Yalçın'ın en iyi dönemleri olarak bazı yıllar gösterilir. Bayern Münih'in onu istediği meşhur seneler veya Mircea Lucescu sonrasında yeniden doğuşu. Oysa Sergen Yalçın'ın efsanevi bir 1992-1996 arası dönemi vardır. Altyapından yeni çıktığı, en fit, en dinamik ve en müthiş olduğu yıllar... Televizyonda maç yayınlarının biraz daha az olduğu, yavaş yavaş şifreye geçildiği günlerdi. O nedenle çoğu insan o zamanın maçlarına pek hakim değil. İnternette de kolay kolay bulunmuyor. İşte o günlerdeki Sergen Yalçın, muhteşem bir oyuncuydu. Üstelik 20 yaşındaydı.

Toptan kaçmayan, sorumluluk alan, öz güvenli, ceza sahasına fazla girmeden orta saha ile yay arasındaki yeri domine eden, topu ayağından ne zaman çıkaracağını çok iyi bilen, müthiş yeteneğine rağmen çok fazla çalıma girmeyen, çalıma girdiğinde de varyeteyi fazla denemeden rakipten sıyrılmayı düşünen, yeri geldiğinde de rakiplerin belini kıran bir oyuncuydu. Ceza sahasına pek uğramaz, gollerini de zaten alıştığımız gibi ceza sahası dışından atardı.

İşte Arda Güler de şu an böyle bir oyuncu. En son oynadığı Hull City maçı neydi öyle? Alex'ten daha çok Sergen Yalçın gibiydi işte. Zaten sezon içindeki günleri de Sergen'in ilk günlerine çok benzeyen ayak izlerine sahipti.

Fakat Türkiye "yeni Sergen" sıfatını, Beşiktaşlı olması sebebiyle Emirhan'a verdi. Oysa Emirhan da hiç Sergen gibi değil. Ceza sahasından daha uzak, hatta kendi savunmasına kadar gelen, top ayağındayken çok iyi dripling yapan, henüz "ufak" olmasına rağmen sahada güçlü durabilen, çok iyi şut çeken bir oyuncu.

Kendi ifadesi zaten şu şekilde: "Aslında futbola forvet olarak başladım ben. Her mevkide oynayabileceğimi düşünüyorum. Ama aslen kendimi 8 numarada, arkamda bir 6 numara önümde de bir ofansif orta saha varken rahat hissediyorum."

Böyle bir Sergen olabilir mi? Aslında bu tanım fena halde 90'ların Alman orta sahalarına benziyor. Andreas Möller, Thomas Haessler, yaşlanmaya başlayan ama henüz liberoya geçmeyen Lothar Matthaus gibi... Emirhan da tıpkı Arda'ya dediğimiz gibi, "böyle" kalmayacaktır. En basitinden fiziği gelişebilir. Pozisyonu da değişebilir. O zaman da ilginç bir şekilde yine bir Alman'ı, Michael Ballack'ı andırabilir.

Bunların hepsi farazi cümleler. Zaten oyuncuları başkalarıyla kıyaslamak da doğru değil. Fakat bunu yapmadan duramayız. Bu da bizim keyfimiz. Fakat daha büyük bir keyif varsa, o da bu iki oyuncuyu sahada izlemektir. Kime benzedikleri ve benzeyecekleri ikinci planda. Yine de tarihe not düşüp, 10 sene sonra geriye dönüp bu yazıya bakmakta fayda var.

Aslında sezon başlasa da bu tip yazılar yazmak yerine, çocukların gelişimlerini görsek...


Hiç yorum yok: