En sondan başlayalım. Tavsiye edeceğim bir film değil. Oldukça zorlayıcı.
Ufak tefek ünlemler dışında tamamen repliksiz bir film. Görüntüler de hafif soluk, biraz puslu, siyah-beyaz... Üstelik 100 dakikaya yakın bir süresi var. İzleyici için kolay bir film değil. Fakat değişik bir iş olduğunu inkar etmek mümkün değil.
Alman yönetmen Veit Helmer kameranın arkasındaki ilk uzun metrajlı denemesinde (1999) böylesine riskli bir projeyi deniyor, ayrıca senaryo ekibinin arasında da bulunuyor. Filmin başrollerinde ise Goodbye Lenin'den bildiğimiz Chulpan Khamatova ve kendine has simasıyla her zaman fark yaratan Denis Lavant var.
Yıkık dökük bir yüzme havuzu işleten kör babasının yanında çalışan Anton'un, hayatındaki tek isteği okyanusta yer alan Tuvalu'ya gitmektir. Babasından korkar ama bir yandan da onun geleneğine sahip çıkar. Havuzu satın alıp modern bir tesis haline getirmek isteyenlere karşı babasının yanında savaşır. Bu arada gördüğü ve tanıştığı güzel Eva'ya karşı derin hisler besler.
Kesinlikle çok fazla metaforun olduğu bir film. Fakat yönetmenin ne demek istediğini anlamak mümkün olmadı. Biz anlamadık ama film birçok festivalden ödülle dönmüş. Büyük ihtimalle tekniği eleştirmenleri mest etmiştir. Ne de olsa son 30 yılda farklı bir şey izlemek kolay olmadı.
Yine de her iki oyuncudan (ve diğerlerinden) çok büyük katkı alıyor film. Ayrıca Chaplin ve Keaton gibi ustalara da "Merak etmeyin, ben buradayım" selamını gönderiyor. Belki de bu noktada, filmin kör babası onlar; Anton ise Helmer mi acaba?
Son sahne ise oldukça güzel. Anton amacı için yola çıkıyor. O sırada bir şarkı duyarız. Ben şarkıyı duyup sahneyi izlerken "Ne kadar Kusturica tarzı bir bitiriş" diye düşündüm. Sonra baktım ki şarkı zaten Goran Bregovic'ten çıkmış. Çok güzel şarkı... Film ise bana en az Tuvalu kadar uzak. Yine de izlediğim için pişman değilim. Tuvalu'ya gitsem de pişman olmazdım zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder