Perşembe, Nisan 20

Halk Oylaması


Aslında halk oylaması ile ilgili bir şeyler yazmak istemiyordum. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi söylenecek bir şey kalmadı. Son dönemde yapılan birkaç seçimin ardından yazılar yazmıştım. Güzel muhabbetlere de vesile olmuştu. Ama o günlerden bu günlere çok fazla zaman geçmedi. Yakın tarihte çok defa sandığa gittik. Artık, onlardan daha farklı ne söyleyebilirdim bilmiyorum. 

İkinci sebebim de tam da bu noktada oluşuyor. Söyleyecek bir fikrim olsa da; bunu iki film ve iki futbol postunun arasına sıkıştırmak ve ondan sonra bir sene içinde yeni bir şey yazmamak biraz içimi rahatsız eder. Fakat aynı partiye sadece bir kez oy verdiğimiz Bahadır, Pazartesi akşamı “Nerede ulan seçim okuması” deyince gaza geldim. Pazar gününden sonra yaşanan gelişmeler ve herkesin konu hakkında bir şeyler karalaması bana “Benim neyim eksik” duygusunu getirdi.

Önce kendimi öveyim. Son üç seçimde; 7 Haziran, 1 Kasım ve halk oylaması, yaptığım tahminler çıktı. Umarım hazır OHAL de sürecekken Reis, bir KHK daha çıkarır ve tüm anket şirketlerine seçim konusunda çalışma yapmasını yasaklar! Gerçi tahminleri çıkmazsa kendilerini kapatacaklarını söyleyen şirketler vardı, belki KHK’ya da gerek kalmaz. 

Yapılan tahminler seçimin kaderini etkiledi mi emin değilim ama seçim öncesi kamuoyunu ve gündemi etkilediğini söylemek mümkün. Gündem ve konuşulan konular rakamlara endekslendi. İnsanların; çevresiyle iletişime girmeyip anket şirketlerinden yaşadıkları toplumu tanımaya çalışmaları ve hatta tanıdıklarını sanmaları oldukça üzücü. Ben; kimin kazanacağını hakkında tahminde bulunamamış ama arkadaşlarıma herhangi bir seçeneğin yüzde 52’yi geçemeyeceğini söylemiştim. Bunu dediğimde yüksek bir farkla evet çıkacağına inanan birçok arkadaşım “Sen bu toplumu tanımıyorsun” dedi. Bugün seçim sonuçları üzerinde şaibeler sürerken kesin olarak bir sonuç var. Seçim sonuçlarında oynama olsa da olmasa da kimse 52’yi geçemedi. Sandığa katılım oranının belirleyeceği olacağını düşünmüş ve barajın 84-85 arasında olacağını düşünmüştüm; 84’te kaldı ve berabere gitti bir durum oldu.

Yine de yanıldığım bir durum var. Bu seçimde hile olmayacağına emindim. Yerel ve genel seçimlerde; gücü olmayan partilerin oyunu kaşla göz arasında kendi partilerine geçirenler olabilirdi. Mesela bir sandıkta X bir partiye 8 oy çıktıysa bunun 6’sını bir kalemle ‘baba’ partiler kendilerine yazabilirdi. Burada ise sadece iki seçenek vardı. Böyle bir kaydırma mümkün olmazdı. Yapılan usulsüzlük; son çare olarak ve herkesin gözü önünde yapılmak zorundaydı. Sandıkların kapanmasına kısa bir süre kala yapılan açıklamayla ve devamında yaşananlarla olaylarla anlıyoruz ki; tam olarak öyle oldu. Artık kimse rahat değil.

Sıkıntı büyük. Ben normalde umutlu olmayı seven bir insanım. Hayata devam ediyoruz ve yaşıyoruz. Ölüm gelmedikten sonra her yerden bir çıkış noktası bulunabilir. Buna inanıyorum. Çevremde ise senelerdir karamsar insan sayısı daha fazlaydı. Bunu gerçekten karamsar oldukları için mi yoksa karamsar olmanın daha ‘cool’ olduğunu sandıkları için mi üretiyorlar emin değilim. Çünkü karamsarlığı çok realist gerekçelere dayandıramıyorlardı. Fakat bu seçimden o karamsarların hepsi umutlu. Bense; kendime göre daha karamsarım.

Seçimin kaybedenleri, daha önce görmediğim bir şekilde umutlular. Bir sürü teorileri var. “Önümüzde ekonomik kriz var, yanı başımızda savaş var; 14 senedir yıpranan iktidar buradan kolay kolay çıkmaz. Biz gücümüzü ortaya koyduk; onlar bu süreçte biraz daha yıpranacaklar. Güzel günler yakındır” anafikrindeler. Buna benzer şeyleri 1 Kasım akşamı söylemiştim ama geldiğimiz noktada; bütün yaşanan o sıkıntıları ve aklımızda bile olmayan darbe tehdidini atlatan bir siyasi mekanizma karşımıza çıktı. Yani; yine buradan çıkıp 2019’a gelebilirler. 

İkinci olarak; benim bu halk oylamasında ‘hayır’ verme sebebimin başında AKP iktidarını zayıflatmak değil; tarihin en kötü ve sıkıntı doğuracak anayasasını kabul etmemek vardı. Fakat kabul edildi. Bundan sonra 2019 seçiminde kimin kazanacağı çok da önemli değil. Bu anayasa geçti. Bir anayasanın ortalama 25 senede bir değiştiğini varsayarsak; çıkan sonuç baya olumsuz. Bu anayasa ile yaşamak zorunda kalmak, baya tedirgin edici. Fırsat kaçırıcı. Bir daha bu kadar geniş bir birlik oluşmayacağını bilmek de; bir diğer fırsat kaçışı. Kazanmak özgüven getirebilirdi. Oysa şimdi; kaybetme nedenleri daha çok konuşuluyor. Kemalistler; yüzde 49'un kendilerine ait olduğunu söyleyip Kürt illerini suçluyor. Kürtler; son bir senede yalnız bırakıldıklarını ve seçimdeki hilenin en çok kendi bölgelerinde olduğunu söylüyor. Milliyetçiler ise seçimin kaderini tayin etttiklerini ve gerekirse kendi partilerini karşı durabileceklerini söyleyerek ne kadar güçlü olduklarını göstermeye çalışıyor. Bu üç kesimin bir daha aynı paralelde bir araya gelemeyeceği kesin.  

Seçimin başa baş bitmesi de beni üzüyor. Emin değilim ama bir anayasa değişiminde kazanan grubun belirgin bir farka ulaşması; kaybeden tarafta olsam beni daha çok rahatlatabilirdi. Sonuçta kendimi bir tarafın neferi olarak görmüyorum. Önemli olan güzel bir ülkede yaşamak. Bunun nasıl olacağını bilmiyorum. Nasıl olacağını söyleyenleri dinlemek ve onlara destek veya karşı olmakla yükümlü  bir vatandaşım. Bu ülkede beraber yaşayabilme ihtimalini sonuna kadar korumak istiyorum. O nedenle sözgelimi 60-40’lık bir sonuç çıksaydı, kendime “Ulan belki de biz yanılıyorduk, böylesi daha iyi olabilir” motivasyonumu verebilirdim. Şimdi ise her zaman bahsettiğimiz ve artık keskin bir şekilde önümüze çıkan ikiye bölünme ile karşı karşıyayız. Öyle ki; sadece ufak bir farkla kazanandan bahsetmiyoruz; kimin kazandığı bile belli olmuyor.

Evet diyen arkadaşların bir kısmının bile rahatsız olduklarını söyleyebilirim. Tam bu noktada asıl konuya bir geçiş yapmak lazım. Kadıköy’de yaşayıp Nişantaşı’nda çalışan, yazları Bodrum’a giden biri olarak; evetçi veye AKP'li tanıdıklardan ne zaman bahsetsem bana “Sen nerede görüyorsun bu insanları?” diyenler oluyor. Beni en çok şaşırtan sorulardan biridir. Doğrudur; yaşadığım yerler ülke ortalamasının dışında kalan; hatta belki ‘kopuk’ olarak nitelenebilecek yerler. Fakat ülkenin her yerinde AKP’ye oy verebilen, muhafazakar olan, “evet” diyen ve çoğu genç yaşta olan AKP’li gibi “Koyduk mu” fanatizmine girmeyen insanlar var. Bir semtte muhakkak esnaf, elektrikçi, garson, çöpçü, apartman görevlisi gibi insanlar yaşıyor. Ve bu insanların büyük bir kısmı AKP’ye oy veriyor. Benim de bu mesleklerden arkadaşlarım var. Oy verdikleri parti nedeniyle muhabbeti kesmiyorum.  Onların oy verdikleri parti; benim çözmem gereken bir sorun değil. Ve zaten onların da kafalarında soru işaretleri olduklarını çok defa görüyorum. Sadece gidecekleri başka bir saf bulamamanın sonucunu yaşıyorlar. Daha ilginci, ülkenin bir kesimi diğer yarısıyla zerre kadar ilişkiye girmiyor, tanımıyor, yok sayıyor ve bunu bir 'duruş' olarak nitelendiriyor.

Bu analizi başka zaman daha geniş yaparız. Aslında başka yerlerde biraz daha geniş tutarak yapmaya çalıştığım zaman; “Yok öyle bir şey”, “Alakası yok” çıkışlarını çok alıyorum ve konu bir çözüm arayışı içine girmeden kapanıyor. O nedenle bu ayrımın kısa vadede çok fazla değişeceğine inanmıyorum. Herkes sıkıntılı ve tedirgin; fakat bunun çözmeye uğraşan pek yok.

Sanırım bir daha hayatım boyunca; bu kadar insanla aynı yere oy vermeyeceğim. İlk defa bu kadar yaklaşmıştım, o da olmadı. Bunu iki aydır tahmin ediyordum. En az 20 milyon insanla aynı seçeneğe basacaktım ve bunun sonucunda kaybedebilirdim. Bu bana üzüntü vermiyordu. Olabilecek bir şeydi. Fakat insan yaşayınca, görünce daha çok üzülüyor.

Mahalledeki milliyetçilerle bile aynı yere oy verdik. Üstelik onlar uzun süre kararsızdı. Son anda sandığa gitmeye karar verdiler. Bir tanesi, oylar ilk sayılmaya başladıktan sonra ve benim biraz daha onlardan uzak olduklarını bildiği için,“Ege’de Yunanistan’a bağlı boş bir ada varmış. Toplanıp 200 kişi gidelim. Gelir misin?” diye sordu. Tabi ki içinde şaka barındırıyordu ama milliyetçilik ve vatanseverlik duygularıyla yaşayanlar, “Ya sev ya terk et” diyenlere oy verenler bile artık kopma noktasına gelmişti.

O nedenle ortada karamsar olmaya yetecek kadar büyük bir sıkıntı var. Daha da ötesi; dünyanın gittiği yol ve daha önce bu topraklarda ve çevresinde yaşananlar, dışarıdan gelecek tehlikelerin de çok uzak olmadığını gösteriyor. Birileri buraya özgürlük getirmek isteyebilir ve bunun için öfkeli kalabalıkların hissiyatlarını kullanabilir. Nasıl düzelir? Benim bunun için tek bir çözümüm var. İletişim ve sokak.

İletişim kısmı; yukarıda bahsettiğim nedenler yüzünden çok uygulanır gibi durmuyor ama olsun. Ben her şeyin tabandan başladığına inanıyorum. Bazı duygular bulaşıcıdır. Düzgün, sağlıklı, toplumla uyumlu yaşarsanız, komşunuz da düzgün, sağlıklı ve toplumla uyumlu yaşar. Sizin öyle yaşamanız için, ailenizden de öyle görmeniz lazım. Bir apartman dolusu insan öyle yaşarsa, diğer apartman da buna uyar. En önemli siyasi mekanizmalar siyasi partiler değil; aileler ve mahalledir. Dalga oradan başlar. Artık özellikle büyük şehirlerde eksik kalan bu. O nedenle birçok şeye tepkili olan ama en ufak bir oluşumda bile örgütlenemeyen gruplar mevcut. Örgüt lafı hemen kuşkulandırmasın. Halı sahaya bile organize olamayan bir nesille karşı karşıyayız. Haklarını ve taleplerini dile getirmek için Twitter’ı, Watsapp’ı kullanan ama muhtara veya ilçe belediyesine dilekçe yazmaya üşenen bir grup. Yanındaki adamın düşüncesini bilmeyen, öğrendiği zaman ondan soğuyan, onun derdini anlamayan, yeri geldiğinde küçümseyen ve hatta artık küçümsemeyi hakkı olarak gören bir kitle. İletişim kanalları çoğaldı ama aynı anda tıkandı da. Buradan sonuç alamıyoruz.

O yüzden sokak önemli. Sokak etkilidir. Sokak dediğimiz zaman hemen herkesin aklına eylem geliyor. O sadece için bir parçası. Önemlidir de. Ama yetmez. Tek başına sadece kaos doğurur. Oranın önemi, tıkanan iletişim kanallarını açamaya yarar. Sadece çıkıp slogan atıp, polisle çatışmak olmamalı mesele. Zaten öyle olursa acı verir, sonuç alınamaz ve kitleler zayıflar, sokak güçsüzleşir. Hayatı değiştirecek, insanları düşündürecek, bir bilinç aşılayacak birçok yöntem var. Tıkanan bir şeyi açmak için bir baskı uygulamak gerekir. Yani bir farkındalık yaratmak. Toplumun, ekonominin, siyasetin, basının rahat ve ezber hareketlerini bozacak yöntemler. Bunlar da sokakta olur. Bazen apartmanda asılan pankart, bazen duvarda yazılan yazı, bazen düzenlenen bir etkinlik... Ama Türkiye’de en çok ‘Hayır’ oyu çıkan semtlerden birinde Kızılkayalar önünde kuyruk olmaya devam ediyorsa buradan da sonuç çıkmayabilir.


Aslında siyasi partiler üzerinden de konuşmak lazım ama en ufak bir CHP eleştirisi, herkesi rahatsız ediyor. Durum böyle olunca; bekleyip herkesin kendi başına görmesi lazım. Bir ana muhalefet partisi bu kadar etkisiz olabilir mi? Soruyorum size, böyle bir şey olabilir mi? Bu doğru değil!

Yine de her şey rağmen; bütün karamsarlığa rağmen peşinden koşulması gereken bir şeyler var.

-------------------------------

"Herkesi titizlikle gözlemledim. Ve nihayet, seçim yapmamı gerektiren bir sonuca vardım. Hangisinin anlatmaya değer olduğunu seçmeliyim; korku mu, arzu mu? Ve arzuyu seçtim. Siz, her biriniz gözlerimi açtınız. Sayenizde korkunun hissizliğinde vaktimi harcamamam gerektiğini anladım. O yüzden Hitler’i canlandıramıyorum. Senin, benim; bizim arzularımızdan bahsetmek istiyorum. Saf, imkânsız, edepsizler ama bunların bir önemi yok. Çünkü bizi insan kılan onlardır."

Youth filminde; Hitler rolünü oynamaya çalışan aktör Jimmy yaşadığı çelişkiden uyanışı böyle anlatıyordu. Yaşadığımız noktada da asıl seçimimizi bu noktada, tam bu değerleri düşünerek yapmalıyız. Korku mu arzu mu? Şu an (ve aslında uzun zamandır) herkes korkudan bahsediyor ve bunu sık sık dile getirerek toplumda bir uyanışa neden olacaklarını var sayıyorlar. Fakat korku senaryolarını gören insanlardan sadece sadece hissizlik yansıyor. Sokaklar, mahalleler, otobüsler hissiz. Herkesin korkuları var. Arzuları, istekleri, hayalleri anlatmak, ortak noktada buluşmaya çalışmak gerekiyor. Büyük ihtimaller o arzular da gerçekleşmeyecek ama olsun. Başka yola gerek duymuyorum.


3 yorum:

Adsız dedi ki...

Emin değilim ama bir anayasa değişiminde kazanan grubun belirgin bir farka ulaşması; kaybeden tarafta olsam beni daha çok rahatlatabilirdi. Sonuçta kendimi bir tarafın neferi olarak görmüyorum. Önemli olan güzel bir ülkede yaşamak. Bunun nasıl olacağını bilmiyorum.
bir gerizekalı olmaktan vazgeçerek başlayabilirsin. ne kadar akpli varsa anasını bacısını karısını kızını yedi ceddini sikeyim. anlaşma uzlaşma falan yok. dil bu olmalı. çünkü karşı taraf böyle. göremiyorsan twitter'ı kapat, salaksın çünkü.

kutay dedi ki...

Twitter hesabım var ama çok kullanmıyorum. Telefonumda uygulaması yok mesela. Daha çok sokaktayım, sen de çık. Çıkamıyorsan da en azından buralarda isminle var ol.

Adsız dedi ki...

dünyanın gelmiş geçmiş en klişe cevabı isminle var ol bikbik kapat o zaman adsız kimse yazamasın? tutan mı var? laf..
bak sevgili 48, twitter başta olmak üzere kendi mecralarınızda kendi çeteniz tarafından karşılıklı gazlanmaya alışıksınız bunu anlayabiliyorum ama bu doğru değil, iyi niyetle uyarıyorum dost acı söyler.
a- akp açık farkla kazanır, her türlü ahlaksızlığa şerefsizliğe tam gaz devam eder, amına koyar bokunu çıkarır "halk bizimle" der durur.
b- bu şekilde sonuçlanır, ahlaksızlık şerefsizlik sürer ama kaybeden tarafta iyi kötü bir umut, kazanan tarafta az çok bir tedirginlik olur.
bu seçeneklerden ilki aslında daha iyi diyen net kere net gerizekalıdır..
15 senedir adam olmadınız hayır sizin bistro tezlerinizi biz çekiyoruz, akp ne derse daha doğrusu siyasal islamcı ne derse tam tersini yapacaksın? kapiş? çok basit. ne derse tersi. tam ters noktada duran eylem veya söylem ister kemalist argümanı olsun ister kürtçü olsun. hiç önemi yok! akp ne derse tersi.. yoksa sikilmeye devam. gelmiş geçmiş en alçak oluşum yok olsun, alayı gebersin, sonra "chp de çok şey yea" diye argüman sıçarız. bu şekilde aşırı agresif ve saygısız tavırların belli bir kitleyi akp'ye daha çok yaklaştırdığı tezi için ise... bana ne amına koyim? sanki bugüne dek pozitif yaklaşanlara "bu adam da bir şey anlatıyor arkadaş, bi durun dinleyelim" diyen akpli var. ilk kanı onlar akıttı..