Cumartesi, Ekim 13

Butch Cassidy and the Sundance Kid


Soygun ve Western filmlerini çok izledik, daha da izlemeye devam ediyoruz. Sinemanın vazgeçilmez türlerinden. Fakat en iyi örneklerinden biri de burada... Bunda dönem etkisinin payı büyük olsa gerek. 1969 yılı; özellikle ABD sinemasının en iyi zamanlarının son dönemi. Yani tam olarak zirve yıllarından bahsediyoruz. Yönetmen George Roy Hill, dönemin rekabetine ayak uydurmuş ve oldukça başarılı bir işe imza atmış. Sadece hikayeye ve oyunculara güvenmemiş, etkileyici kamera kullanımı sayesinde güçlü bir film ortaya çıkarmış. Aynı zamanda sinema tarihinin en iyi ve en yakışıklı oyuncularından ikisi bu filmde yer alıyor. Gerçi Robert Redford film çekildiğinde henüz rüştünü ispatlamadığı bir yaştadır ama bu film sayesinde de yürür gider.

Bu filmi diğerlerinden ayıran bazı özellikler var. Birincisi hikayenin zamanı. Western'ler daha çok Vahşi Batı'nın hakikaten vahşi olduğu yıllarda geçer. Yani 18-19. yüzyıl filmleridir. Bu film ise 1900'lerin başındadır. Halen at sırtında tren soyarak yaşayabileceklerini düşünen kahramanlarımız (!) modern çağın gerçekleri ile karşı karşıya kalır. Gerçi yavaş yavaş attan inerler ve bisiklete binerler ama bu değişim karşısında kararsız, çelişkili ve hatta güçsüz kalırlar. Hatta şimdilerde, modern çağın yıpratıcılığı altında ezilen insanların 'Güney'e gitme' sevdasına benzer bir şekilde Bolivya topraklarına da giderler ki genelde filmlerdeki kovboylar böyle kaçışlar için Meksika'yı tercih eder. Yani onlar daha uzağa yelken açar. 

Zaten ikilinin çok büyük gayeleri yoktur. Güzel yerlerde yemek yemek ve güzel bir kadınla sevişmek onlara yeter. Filmin gösterime girdiği günler, 1968 kuşağının en hareketli zamanlarıdır. O kuşak da bir arayış ve hatta kaçış içindedir. O nedenle filmle özdeşleşen, filme ayrı bir ilgi duyanların çok olduğunu sanıyorum. Sundance Film Festivali'ne isim babalığı yapması da bundan olabilir. Bir neslin, birçok insanın ilham veren filmi. Gerçek bir hikayeden uyarlansa da ikilinin Bolivya'da ölmeleri de bir başka noktadır. Zira film vizyona girmeden iki sene önce aynı ülkede Che de ölmüştür.

Karakterler de biraz farklıdır. Batı'nın sert adamlarına benzemezler. Belki Sundance biraz daha onları andırır ama genel olarak ikisi de yumuşak yüzlü, komik, eğlenmeyi seven karakterlerdir. Bu açıdan Harley Davidson ve Marlboro Man'e benzetebiliriz. Tabi aralarında -film olarak- 22 sene var. Fakat komik eğlenceli Harley ve Marlboro ikilisi de gökdelenler ve otoyollar arasında kaybolur. 

Bir başka ilginç ve tartışmalı nokta ise ikilinin özel yaşamlarıdır. Yakın dostlukları ve yanlarında sadece bir tek kadın karakterin olması, onları diğer sert ve eril kovboylardan ayırır.

Tüm bunlar ve daha fazlası filmi ayrı bir yere koyuyor. Bu nedenlerle olsa gerek Paul Newman "Biz olmasaydık ve yerimize başkaları oynasaydı film yine başarılı olurdu" demiş. Haklı olabilir ama onların da hakkını yedirmemek lazım. Bu arada Oscar'larda aynı sene Midnight Cowboy'a geçilmeleri de ilginç olmuş. Her şeye rağmen sadece Western'lerin değil sinema tarihinin en özel filmlerinden biri...

Çok yaşa Bandidos Yankees...

Hiç yorum yok: