2014-2015 yıllarında vizyonda olan ve ülkemizde de çok büyük ilgi gören Gone Girl, ilk zamanlarında benim dikkatimi çekmemişti. David Fincher önemli bir referanstı ama oyuncu kadrosu ile fragmanı basit şifrelerle kotarılmış yüksek bütçeli bir gişe filmi imajı uyandırmıştı. Ben Affleck'in eleştirildiği kadar kötü bir oyuncu olmadığını düşünsem de bir filmin en büyük starı ise beklentiyi düşürmekte fayda vardı. Açıkçası Rosamund Pike da yüzünü bildiğim ama işlerine pek hakim olmadığım oyunculardandı. Sadece bir Massive Attack klibinde denk gelmiş, adına öyle aşina olmuştum. Zaten o da Gone Girl'den sonraydı. Yani kadro bana çok ışık vermiyordu.
Yine de beni bilen bilir. Böyle filmleri izlemek için en az 10 sene beklerim. Gone Girl paçayı sadece üç sene ile kurtardı. İyi ki de öyle oldu. Beklediğimden çok daha iyi olan, 2.5 saat boyunca sıkılmadan ekrana bakabildiğim bir film çıktı karşıma. Aslında hakkındaki bazı yorumlar da oldukça negatifti. İşte ne yazık ki 'beklenti' sinemanın ve edebiyatın en büyük sıkıntısı. Büyük hevesle sinema salonlarına koşturanlar filme pek iyi davranmamış. Onları okuyan ve dinleyen bense, filmi üç yıl bekletip boş bir gecede oturup laptop üzerinden izleyince hoşnut kaldım.
Filmin en zayıf noktası son 20 dakikaydı. Daha güçlü ve felsefik bir son çıkabilirdi. Biraz ona da hazırlamıştım kendimi. Orası biraz hayal kırıklığına uğrattı. Fakat geri kalan noktalar oldukça etkileyiciydi. Fincher zaten sevdiğim bir yönetmen. Geçişler, flashback'ler çok iyi kurgulanmıştı. Uzun ve gizemli/sırlı (bilinmezin çok olduğu) filmlerde seyirciyi dinamik tutmak için önemlidir.
Oyuncular da çok iyiydi. Robin van Persie kılıklı Affleck, tüm eleştirilere rağmen yine vasatı aşmıştı. Sanırım bu adamın en büyük çelişkisi yüzü. Bir kesime göre çok yakışıklı ama yakışıklı olmasının ekmeği sayesinde çok fazla filmde rol kapmış. Bu bir antipati oluşturuyor. Bence ise tam tersi. Aslında çok yakışıklı değil. Fena bir suratı yok. Tam ABD gençliğinin yüzü. Lisede Amerikan futbol takımı kaptanı olan boş surat ama iyi fizik! Yani esasında oyunculuğundan önce suratını görünce negatif hisler besleyeceğiniz biri... Bence ona olan olumsuz bakışı bu nokta tetikliyor. Onun dışında oyunculuk kısmını da giderek hallediyor. 90'larda faciaydı ama artık öyle değil. En azından bu filmde, aynı sene Oscar'a aday olan Bradley Cooper'dan daha iyidi.
Rosemund Pike ise o sene adaylık aldı. Hak etti. Belki ödülü de alabilirdi ama çok güçlü rakipleri vardı. Olsun. Filmin yıldızı olduğu bir gerçek. Kendisini de bu filmle iyice tanımış oldum. İki 'sıradan' oyuncunun bu kadar başarılı iş çıkarması da herhalde yönetmen başarısıdır. Fincher'in başrolleri güçlü olmayan isimlere pek görmeyiz. Kendine çok güvenerek bir seçim yapmış ve altından kalkmış. Tabi sahneleri ortalama 50 tekrarla çektiği söylentileri de o dönem çok revaçtaydı.
Orta sınıf eleştirisi ve analizi, psikolojik derinliği, Amerikan toplumsal unsurlarının (örnek aile, medya, polis, Girl Power sektörü) ikiyüzlülüğü, Kara Film temposu, güçlü femme fetale karakteri ile izlenmesi tavsiye edilecek filmlerden...
Film bir roman uyarlaması. Genelde roman uyarlaması filmleri izledikten sonra kitabı okuma isteğim oluşur. Fakat bu sefer gerek duymuyorum. Film zaten yeteri kadar tatmin etti, kitabına da çok gerek yok. Ona gelene kadar daha Anna Karenina okumam lazım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder